Seda Nur Demir
sedanurdemir49@gmail.com

"Ya Rabbi… Teslimiyet ancak sanadır, sana gönülden edilen duada derman saklıdır. Yeter ki huzuruna gelelim, sana inanıp sana güvenelim gelir senden derman en güzelinden... (08 Mayıs 2017)"

Madem duayla başladı bu yazı, o halde hikayemin başladığı o güne gidelim birlikte… Tarih 2 Şubat Cuma gününü gösteriyordu. O gece belki de hayatımın en güzel rüyasını gördüm. Rüyamda Kudüs’teydim. Mescid-i Aksa’da namaz kılıyordum. Her şey öylesine huzurlu ve güzeldi ki hiç uyanmak istemedim. Aslında rüya gibi de değildi. Çok farklı duygular içerisinde uyandım. Rüyamı hemen anneme anlattım. Annem, "Maşallah çok güzel bir rüya, inşallah gitmek nasip olur kızım" dedi. "Amin anne" dedim. İşte Kudüs’e dair dualarım, hayallerim o gün başladı. Adeta bir Kudüs uyanışı yankı buluyordu ruhumda...

"Kudüs uyanışı" belki de en doğru ifade bu. Çünkü o geceden önce Kudüs’ü sadece İsrail ile olan çatışmaları duyduğum kadar biliyordum. Ama meselenin özünü bilmiyordum. Bu Kudüs meselesi ne? Bizim için önemi ne? Kudüs hayatımızın neresinde? Bu sorulara hep cevap aradım. Bu konuda film izledim, kitap okudum, konferanslara katıldım. Kudüs’ü araştırdıkça merakım daha çok arttı. Gidip tıpkı rüyamdaki gibi 2 rekat da olsa namaz kılmak istiyordum. Kul sıkışmadan Hızır yetişmez derler ya... Ahval tam da öyle. Ben böyle ruh halleri içerisindeydim. Tabii hayatın koşuşturmasına kendimi kaptırdığım o günlerde, okulumuzda bir Kudüs programı olacağını duydum. üç seminere katılanlar arasından iki kişiyi Kudüs’e göndereceklerini öğrendim. Programların hepsine katıldım. Her programda daha da sabırsızlanıyordum. Sonra o gün geldi, Kudüs çekilişi yapıldı. Ama bana çıkmadı, nasip değilmiş dedim. Yedek çıkmıştım. Kudüs’e, duama bu kadar yaklaşmışken, böylesine uzaklaşmak beni çok üzmüştü… Ama çok şükür ki, aradan kısa bir süre geçti ki asil gidemediği için beni göndereceklerini söylediler… İşte şükür o andan itibaren başladı…

Nasip olunca her şey öyle çabuk halloldu ki… Pasaport, vize her şey hazırdı. Tarihler bu kez 23 Mayıs’ı gösteriyordu. Aylardan ise Ramazan. Bir yolculuk başlıyordu. Aziz Şehir İstanbul’dan Kadim şehir Kudüs’e. Tel-Aviv  uçağımız kalktı. Uçağımız Ben Gurion Havaalanı'nda indi. Havaalanına inince pasaport kontrolünden geçtik. İsrail, pasaportlara diğer ülkeler gibi mühür basmıyor. Sizlere geçici bir kalış izni veriyor. Bunu okuttuktan sonra, çeşitli aramalardan geçtikten sonra havaalanından çıktık. Dışarıda bizi bekleyen servise bindik.

"Hoş Geldiniz"

Yol boyunca şehri izledim ve havaalanında karşılaştığım Yahudileri düşündüm. Havaalanının her yerinde hatta yollarda bazen marketlerde bile İsrail bayrağını gördüm. Her yerde bayrağın olması adeta işgali gözümüze sokuyordu. Yoldaki  tabelalar Arapça-İbranice-İngilizce yazılıydı. Farklı kültürlerin şehirde yaşamasından tabelalar da nasibini almıştı. Yolculuk Yafa şehrinde son buldu. Yafa Limanı, Hasanpaşa Cami, Deniz Mescidi, Abdulhamid’in Yafa meydanına yaptırdığı Yafa Saat Kulesi'ni ve nice Osmanlı mimarisine ait eserleri gezdik. Burda şöyle bir noktaya değinmek isterim, Deniz mescidi Yafa limanına nazır, sahilin en güzel yerinde çok güzel ve büyük bir mescit. Ama Yafa şehrinin çoğunluğunu laik Yahudiler oluşturuyor. Zamanında Cuma namazlarının kılındığı, bayram namazlarının heyecanını taşıyan ve halkın büyük çoğunluğunu bir araya getiren yürüyüşlerin başladığı bu mescitte artık ezan dahi okunmuyor. Laik Yahudiler ezan sesinden rahatsız oldukları için  sadece vakit namazları kılınıyor. Hatta son günlerde bu tarihi mescidin kapatılıp otel yapılması projesi dahi gündemdeymiş. Buraları hızlı geçiyorum. İftarı otelde yaptıktan sonra teravih için Mescid-i Aksa’ya yürüdük. Ramazan olduğu için Aksa’ya açılan kapılar süslenmiş, her yerde esnaflar bir şeyler satıyordu. İnsanlar teravihe yetişmeye çalışıyordu. Yolda, yakamızdaki kartlarda Türk bayrağını görenler bize selam veriyordu ve "hoşgeldiniz" diyorlardı. Adeta hasret gideriyorduk Filistinli kardeşlerimizle… Hatta bir abla beni gördü, "hoş geldin" dedi. Türkiye’den geldiğimizi duyunca heyecanlandı. Sonra sarılıp ayrıldık. Biraz yürüdükten sonra arkamdan biri beni durdurdu. Az önce karşılaştığım abla, elinde bir poşet ile bana yaklaştı ve bize içinde yiyecekler olan poşeti verdikten sonra bir mahcubiyetle yanımızdan ayrıldı. Filistin insanının güzel yüreğini ortaya koydu adeta..

Yol devam ediyordu. Aksa’ya attığım her adımda kalbim daha çok çarpıyordu. Ve sonunda sarı kubbe dediğimiz Kubbet’üs-Sahra gözüme ilişti. O an ki huzuru hiçbir kelime ile ifade edemem. Sanki ruhum farklı bir dünyanın kapısını aralamış gibiydi… Ben bu duygular içerisindeyken ezan yükseliyordu minarelerden. Hiçbir ezan böyle dokunmadı yüreğime… Ardından cemaat toplandı ve hatimli teravih namazı kıldık. Ki ilk kez hatimli teravih namazı kılıyordum. Kudüs bende birçok ilke vesile oldu. İlk yurtdışı seyahati, ilk hatimli teravih, Aksa’da iftar, sahur… Namazdan sonra Filistinli çocuklarla voleybol oynadık, ailelerle tanışıp sohbet ettik. Bir aile vardı, hâlâ görüşüyorum, bizi evine iftara davet etti ama zamanımız olmadığı için gidemedik. Teravih namazını kadınlar Kubbet’üs- Sahra’da kılarken, erkekler ise Kıble mescidinde kılıyordu. Kubbet’üs-Sahra öylesine ihtişamlıydı ki hâlâ unutamıyorum. Namazda cemaat öylesine kalabalıktı ki, dışarısı dahi dolup taşmıştı. Bunda iki durumun etkisi var aslında. Birincisi Ramazan ayı olması ve dışarıdan da birçok Müslümanın burayı ziyarete gelmesi, ikincisi ise Ramazan dolayısıyla İsrail’in Filistin’in diğer şehirlerimden gelenlere müsaade göstermesiydi. Bu arada Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin halinden bahsedecek olursam, Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin vatandaşlıkları yok ve geçici bir oturma izni ile şehirde yaşıyorlar. Hiçbir hak talep edemiyorlar, bazen oturma izinleri ellerinden alınıyor. Dükkan açma izni dahi çok ağır şartlarda veriliyor ve çok ciddi vergiler alınıyor. Kendi vatanlarında sığınmacı gibi yaşıyorlar adeta.

Namaz sonrasında  otele doğru yürüdük. Attığım her adımda şehrin ruhunu hissediyordum. Daha önce peygamberlerin buralardan geçtiğini bilmek, her adımını daha tefekkür ile attırıyor insana...

Kudüs’te ikinci günümüzde ise Hz.Musa’nın kabrini, Eriha şehrini, Lut Gölünü, Kıyamet Kilisesi’ni, ve Hz Ömer’in Kudüs’ü fethetmeden önce şehrin anahtarlarını teslim aldığı Tekbir Dağı’nı ziyaret ettik. Tıpkı Hz.Ömer gibi bu dağda tekbir getirdik. Sonrasında ise Zeytin Dağı’nı ziyaret ettik. Kudüs'ün eşsiz manzarası ayaklarınızın altında, çok güzel fotoğraflar çekiliyor. Bugün beni en çok etkileyen şey ise El Halil şehri oldu. Burada bulunan El Halil camiinde birçok peygamberin kabri bulunuyor. Hz. İbrahim, Hz. Yakup, Hz. İshak, Hz. Yusuf ve eşlerinin kabirleri bulunuyor.

Siyonistlerin Tahrikleri...

Maalesef, El Halil cami en ağır zulümlere sahne olmuş. Çeşitli suikastlardan sonra İsrail bu camiye ikiye ayırmış. Bir kısmı cami iken bir kısmı ise sinagoga çevrilmiş. Hz.Yakup ve Hz. Yusuf’un kabri ise sinagog kısmında kalmış. Yahudilerin cumartesi günü Şabap bayramı oluyor ve o gün müzikli eğlence düzenleyerek hem Müslümanları tahrik ediyorlar hem de peygamberlerin ruhunu incitiyorlar…

Kudüs’ü gezdikçe farklı kültürden izler taşıdığı çok net anlaşılıyor.

Kudüs’te mahalleler dörde ayrılıyor. Hristiyan, Müslüman, Ermeni ve Yahudi mahalleleri var. İsrail bölgeye gelmeden önce farklı dinlere mensup insanlar huzur içerisinde yaşıyormuş. Ama günümüzde İsrail’in politikalarından her din mensubu rahatsız durumda. Biz de Hristiyan mahallesinin ortasında bulunan Selahattin Eyyubi’nin evini ve külliyesini ziyaret ettik. Burada Selahattin Eyyubi’nin torunlarından olan bir aile kalıyordu. Onlarla halleştikten sonra ayrıldık. İftarı yapmak üzere  Mescid-i Aksa’nın yolunu tuttuk. Bugün iftarı Aksa’da yapacağımız için çok heyecanlıydım. Aksa iftar saatlerinde tatlı bir telaşa ev sahipliği yapıyor. Kızılay başta olmak üzere Türkiye’deki birçok STK burada iftar sofraları kuruyor. Bizde o iftarlardan birine katıldık. Aynı sofrayı paylaştığımız Kudüslü kardeşlerimiz ile iftarı seyre koyulduk. Ezanın okunmasıyla orucumuzu açtık. İftarda kızarmış soslu bir tavuk vardı. Kudüs’te tavuk çok yapılıyor. Bunun yanında lezzetlerinden bahsetmem gerekirse; falafel, humus, musahan ve Kudüs hurması. Benim favorim ise Kudüs hurması.

O gün yine teravih namazı kılıp otele yürüdük. Bu arada otelin Aksa’ya yakın olması çok büyük bir avantajdı. Sabah namazlarını Aksa’da kıldık. Fecr vakti ise Aksa görülmeye değer. Ayrı bir huzur veriyor insana.

Eskiden Kurtlar Vadisi Şimdi Diriliş Ertuğrul

Biraz da Filistin halkının Türklere olan sevgisinden bahsetmek istiyorum. Türkiye’den geldiğimizi duyunca indirim yapan esnaflar mı dersiniz yoksa evine davet eden ablalar mı dersiniz, bize dert yanan teyzeler mi dersiniz… Daha niceleri var böyle. Aklımda kalan bir anımı anlatmak isterim. Tarihi çarşıda alışveriş yaparken bir mağazaya girdik. Bir arkadaşımız bir kıyafet alacaktı esnaf abimiz Türk olduğumuzu öğrenince bize indirim yaptı. Sonra birkaç kelime Türkçe konuştu, bize kartını verdi. Kartında Filistin ve Türk bayrağı vardı... Meğer abi Kayseri’den de mal getiriyormuş. Ne güzel bir bağ bu böyle. Çarşıda dolanırken sık sık Türk dizileri izleyen amcalarla karşılaşabilirsiniz. Bir zamanlar Kurtlar Vadisi izlenirken, bu sıralar Diriliş Ertuğrul izleniyormuş Bunlar aslında gönül bağımızın ne denli kuvvetli olduğunun işareti. Aslında bakarsanız bu sevgi gönül bağımızdan ziyade bu davada bize ne kadar güvendiklerinin de bir göstergesidir.

Burada bir hadis-i şerifi hatırlatmak istiyorum. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

"Mescid-i Aksa’ya gidiniz ve orada namaz kılınız eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderiniz" buyurdu. (Ebu Davut-İbn Mace)

Bu hadisi duyan Müslümanlar Kudüs’e zeytinyağı göndermişler. Bu gelen zeytinyağları Mervan mescidinde bir kuyuda toplanmış ve yıllarca Mescid-i Aksa’yı kandillerinde yakılarak aydınlatmıştır. Kudüs zeytin ağaçlarının bol olduğu bir diyardır. Bu yönüyle baktığımız zaman peygamerimiz bu hadisinde, orada olan bir şeyi dahi eksik etmememiz gerektiğini ifade etmiştir.

Peki biz Kudüs’e gidiyor muyuz?

Gelin verilere birlikte bakalım. 2015 yılında Kudüs’ü 600 bin Amerikalı, 400 bin Rus ve 200 bin Alman ziyaret etmiş (Hristiyanlar hacı olmak için buraya gelirler. Bu verilerde bunun etkisi de vardır). Türkiye’den ise Kudüs’ü ziyaret eden turist sayısı 26 bindir. Üstelik bu rakam Müslüman ülkeler arasındaki en yüksek rakamdır. Elbette bu ziyaret sayısında İsrail’in Müslümanlara karşı uyguladığı korkutma politikalarının etkisi de vardır. Müslümanları bu bölgeden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Belki de bizlerin Filistinli kardeşlerimize yapılan zulmü göz ardı etmemizi istiyorlar. Girişlerde detaylı aramalar yapıyorlar. Bazen keyfi uygulamalar ile ziyaretlerinizi engelliyorlar. Ama her ne olursa olsun, Kudüs gidilmeye değer. Çünkü Kudüs’e yapılacak en güzel şey oraya gitmek ve oradaki kardeşlerimizin yalnız olmadığını hissettirmektir.

Kudüs Sendromu

Kudüs’ün şehir özelliklerinden bahsedecek olursam; dini potansiyellerinin yanı sıra tarihi turistik yönleriyle, tarihi çarşıları ile, insanının güzel yüreğiyle, zeytin ağaçlarıyla, nefis yemekleriyle ve birçok menkıbenin hayat bulduğu bir beldedir. Her yol Mescid-i Aksa’ya varır ve çarşılarında kaybolmanın lezzeti dünya üzerinde hiçbir yere bahşedilmemiştir. Kudüs’ü her ziyaret eden insan çok derinden etkilenir. Öyle ki tıp literatüre geçen bir sendromu vardır: Kudüs Sendromu. Özellikle şehri ziyaret eden Hristiyan hacılarda bazı belirtiler görülmesi üzerine 1930 yılında literatüre geçmiştir. Hastalık kişinin Kudüs’e gelmesiyle başlayan ve kentten ayrılınca bir süre dini halüsinasyonların, ayrılık acısının görüldüğü bir durumdur. İtiraf edeyim, ben de bu sendroma yakalandım. Ama yakalanmamak elde değil… Döndüğüm zaman final haftamdı. Ama ben bir süre hiçbir şeye odaklanamadım, ders çalışamadım. Her an aklımdaydı sanki Kudüs. Ezan okununca Aksa’da kılacakmışım gibi heyecanlanmıştım...

Kudüs’teki son günüm geliyor aklıma... Gönül heybemizi doldurmuş İstanbul’a dönüyorduk.  Hasret şimdiden başlamıştı… Ve ben not defterime son yazımı yazdım.

26 Mayıs 2017/ 11.45

***

Anladım ki, Kudüs’ü en iyi kendisi anlatırmış. Kudüs’e gitmeden önce hakkında bilgi edinmiştim ama gördükten sonra her şeyin bu kadim şehir karşısında eksik kaldığını gördüm. Kudüs öyle bir belde ki, Aksa’dan içeri  girdiğinizde sarı kubbeyi görmenizin huzurunu hiçbir kelime ile ifade edemem. Kokusu o kadar başka ki, çektikçe içine çekesin geliyor... Her yerde bir peygamber hatırası ve bir yaşanmışlığı hissetmek tarifsiz bir huzur veriyor insana.

Mescid-i Aksa avlusundaki ezan seslerini, Türkiye’den geldiğimizi öğrenince Türkçe konuşmaya çalışan, fotoğraf çektirmek isteyen ve en sonunda bana o içten sarılışlarıyla veda eden Filistinli kardeşlerimi, El Halil şehrinin hüznünü, Aksa’da yaptığım iftarı, kıldığım teravih namazını, teravih namazı sonrasında çocuklarla oynadığım voleybolu, Cuma namazı sonrasında birlikte ıslandığım çocukları, Aksa’nın dört bir yanını çeviren İsrail askerlerinin bakışlarını ve İsrail’den çektiği zulmü anlatan annenin gözyaşlarını asla unutmayacağım…


 


GENÇ'ın Yazısı.