Yaptığı göçler, kazandığı harpler ve vatan kıldığı yurtlar ile nam salan Türkler, çok geniş coğrafyalara hükmetmiştir. Kısa ve popüler bir ifadeyle ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne’ muazzam bir coğrafyada Türklerin derin izleri hala devam eder. Bilhassa Oğuzlar olmak üzere konargöçerliğini sürdüren Türkler pek çok coğrafyaya yayılmış ve yeni yurtları vatan kılmıştır. Bu vatanlardan birisi de Balkan coğrafyasıdır.

Bir devletten bahsetmek için tarihçiler ve siyaset bilimciler takriben dört unsur sayarlar; millet, siyasi teşekkül, ordu ve vatan… Bu dört unsur da birbirlerinin tamamlayıcı cüzleridir. Birisi olmaz ise diğerinin anlam ve mahiyeti eksik kalır. Hepsi temel unsurdur. Yaptığı göçler, kazandığı harpler ve vatan kıldığı yurtlar ile nam sulan Türkler, çok geniş coğrafyalara hükmetmiştir. Kısa ve popüler bir ifadeyle ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne’ muazzam bir coğrafyada Türklerin derin izleri hala devam eder. Bilhassa Oğuzlar olmak üzere konargöçerliğini sürdüren Türkler pek çok coğrafyaya yayılmış ve yeni yurtları vatan kılmıştır. Bu vatanlardan birisi de Balkan coğrafyasıdır. Balkan kelimesi ‘dağlık bölge’ anlamında kullanılır. Genel olarak bu coğrafi tabiri Türklerin verdiği kabul edilir. Edirne’yi takiben Macaristan’a kadar uzayan, Moldova-Hırvatistan hatlarında genişleyen coğrafi alana Balkanlar adı verilir. Balkanlar’daki bu hakikati önce efsanevi sonraki hakiki bilgiler ışığında ele alacağız.

Balkanlar’daki Efsanevi Türk Varlığı

Oğuz/Yörük/Türkmen kitlesinin 14. yüzyıldaki fetih ve iskan hareketlerinden evvel Türkler ilk olarak Hun hükümdarı Atilla ile Balkanlara gelirler. Türkistan-Hazar-Kırım hattını takip eden Atilla orduları Bulgaristan ve Macaristan hattı üzerinden Balkanları ve doğu Avrupa’yı da aşarak, Roma’ya kadar uzanırlar. Atilla’dan sonra devlet istikrar gösteremeyip yıkılınca burada kalan Türkler başta Slav olmak üzere bölge halkları arasında eriyerek Türklüklerini kaybederler. (Lakin bugün Macaristan’da Atilla ile kendisini Türklüğe bağlayan ciddi bir kitle oluşmuştur) Macarlar dışında bölgedeki Türk varlığının bir diğer temeli de Bulgarlar’dır. Bulgar kelimesi ve topluluğu Türk hinterlandı içerisinde olmasına rağmen bugün tam olarak Türk tarihine ilişkin bağlantı kodlarını yitirmiştir. Yoksa galat-ı meşhur olan “ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar’dı” iddiasının aksine ilk Müslüman olan Türk siyasi teşekkülünün Bulgarlar olduğu hakikattir. Bugünkü Bulgar kimliği ise o coğrafyadaki Hristiyan unsurun kültürel ve dinsel kimliği üzerine inşa edilir. Bunlar haricinde tarihte, varlığını etnik unsurdan millete doğru eviren Türklerin, Balkanları vatan kılışları, Türkiye Selçukluların son dönemine karşılık gelir. Türkler tarafından bu coğrafya Rum-eli olarak adlandırılır; (Hristiyan olan) Romalıların yaşadığı yer anlamındadır. Anadolu’yu işgal ederek asayişi bozan Moğollar’dan ve taht kavgasından kaçan Çelebi İzzettin Keykavus Rumeli’ne Dobruca bölgesine çekilir. Hanedan mensubu Keykavus’un taraftarı olan Türkmenler de onunla beraber bu bölgeye gelir. Bugün Romanya-Moldova hattına yayılırlar. Bölgeye gelenler arasında renkli ve iz bırakacak olan bir kişi vardır; Sarı Saltuk.

Zalime Alp Mazluma Eren

Sarı Saltuk hakkında çok eski bir kaynak, Saltukname mevcuttur. Bu eseri Fatih’in tahta çıkamayan oğlu Cem Sultan hazırlatır. Saltukname’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır. Şerif Hızır’a Saltuk adını savaşta yendiği Alyon adındaki bir düşmanı verir. O da Alyon’a İlyas adını verecektir. Kahraman ve evliya kişiliği ile bilinen Sarı Saltuk, efsanelerdeki karakterlerde bulunan kahramanlık alametlerinin hepsine sahiptir. Gözü pek, korkusuzdur. Düşman arasına hiç çekinmeden aşk ve şevk ile saldırır. Sarı Saltuk’un düşmanı başta kafirler olmak üzere tüm İslam düşmanlarıdır. Saltukname’ye göre Sarı Saltuk 99 yaşında hayatını kaybeder. Onu kılıçla öldüremeyen düşmanları önce zehirlerler. Daha sonra da hançerleyerek şehit ederler.

Sarı Saltuk hakkında bir başka önemli kaynak ise Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’dir. Evliya Çelebi’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Muhammed Buhari’dir. Ahmet Yesevi’nin halifesi olan Muhammed Buhari, bizzat onun icazet ve işaretiyle Hacı Bektaş’a gönderilir. Sarı Saltuk Hacı Bektaş’tan icazet alarak buradan da Balkan topraklarına gider. Sinop, Kırım ve Ukrayna arasında çeşitli gidiş gelişler yaşayan Sarı Saltuk, Danska limanına yerleşir. Burada Sveti Nikola adındaki bir papazı öldürerek onun kılığına girer. Gizli bir misyoner olarak irşat faaliyetlerinin sürdürerek pek çok gayrimüslimin İslam’a ihtida etmesine vesile olur. Seyahatname’de anlatılan bu olay bugün hala Balkanlardaki bazı Hıristiyanların onun Sveti Nikola olarak ‘aziz’ kabul etmesine sebep olur. 19. yy.’a kadar Balkanlardaki çeşitli bölgelerde Sarı Saltuk’a ait olduğu iddia edilen makamlar ve türbeler Müslümanlar ve Hıristiyanlar tarafından sıkça ziyaret edilir. Bölgedeki Türk İslam kültürünün varlığı Sarı Saltuk’un efsanevi kişiliği ile tescillenir.

Osmanlı Rumeline Yerleşiyor

14. yüzyılın başında Çanakkale bölgesinde bulunan Türkmenler boğazı geçerek Balkanlara uzanan akınlar yapmaktaydılar. İlk karşılaştıkları kitleler Yunanlar, Bulgarlar ve bazen de Hristiyanlaşmış olan Kuman, Peçenek ve Uz Türkleri’ydi. Orhan Gazi zamanında Rumeli-Balkanlar hattına uzanan fetih ve göç hareketleri daha sistematik bir hale gelir. Bilhassa Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Gazi, bölgeye planlı akınlar yapar. Çimpe Kalesi’nin Bizans’tan alınmasıyla beraber bu bölge Balkanlara yapılacak olan fetih hareketlerinin karargahı haline gelir. Gelibolu’daki kuşatma yaşanan deprem sonrasında kale surları çöker ve Osmanlı gazileri hücum ederek fethi tamamlar. Devletin doğu tarafı artık güvenlik altına alınmış Balkanlara uzanan fetihlerde rahat hareket imkanı doğmuştur. 1350’li yılların hemen başında Süleyman Gazi, pek çok konargöçer Türkmeni bu bölgeye göçe teşvik eder. Amaç, bölgenin Türkleşip İslamlaşmasını sağlamaktır. Bu tohumların meyveleri 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra alınacak, Timur yenilgisinden sonra çökmek olan devleti Balkanlar’daki oturmuş düzen ayağa kaldıracaktır. Orhan ve Süleyman Gazi’nin vefatından sonra tahta geçen I. Murat, devletin bütünlüğünü tesis için Edirne’yi kuşatma altına alır. Uzun süren bir muhasara sonrasında kale düşer ve Edirne, Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olur. Edirne’nin de fethini takiben bölgeye yoğun bir Türkmen nüfus göç ettirilir. Bunlarla beraber Kolonizatör Türk Dervişleri adını verdiğimiz ehl-i tarik zümrelerde her köşe ve dağ zirvesinde tekke-zaviyeler kurarak bölgenin İslam beldesi olmasına katkı sunacaklardır. Bir sonraki yazımızda I. Murat dönemi, Balkanlar’daki durum ve I. Kosova Savaşı’nı ele almaya gayret edeceğiz. Kalın sağlıcakla.


Gökhan Gökçek'ın Yazısı.