Yazıya başlamakla ilgili bir yaş aralığı var mı? İyi bir yazar olmak için ne zamana kadar yazmaya başlamış olmamız gerekir?

Özellikle bazı sanatlar ve sporlar için, ne kadar erken başlanırsa o kadar başarılı olunacağı söylenir. Ama bu, her konu için geçerli değil. Buna karşılık bazı alanlar da var ki, ancak belli bir yaşa veya belli bir düzeye geldikten sonra yola koyulmayı gerektiriyor.

Diğer taraftan, yine bazı işler de var ki, belli bir yaşı geçtikten sonra yapmanız veya yapabilseniz de artık kendinizi o alanda geliştirmeniz mümkün olmuyor.

Peki, yazı bunun neresinde? Kişi ne kadar erken yazmaya başlarsa o kadar iyi mi yazar? Yahut, belli bir yaşı geçtikten sonra artık iyi bir yazar olması imkânsız mı?

İkincisi için, aksi yönde pek çok örnek mevcut. Meselâ büyük belagat âlimi Ebu Yakub Sekkâkî’nin otuz yaşından sonra ilim tahsiline ve yazmaya başladığı söylenir. Dünyanın belki en çok okunan çocuk romanı Heidi’nin yazarı Johanna Spyri, kırkından sonra yazmaya başlamıştır. 70’li ve 80’li yıllarda bir televizyon dizisine de dönüştürülen dokuz kitaptan oluşan “Küçük Ev” romanlarının yazarı Laura Ingalls Wilder ise, bir gazeteci ve yazar olan kızı Rose’un teşvikiyle ancak altmış yaş civarında iken yazı hayatına yönelmiştir.

Demek ki, kişi ancak çocukluğunda veya gençliğinde yazmaya başlamışsa yazı hayatında başarılı bir şekilde yol alabilir, yoksa geç kalmış demektir, artık iyi bir yazar olması mümkün değil, diye bir şey sözkonusu değil. Yazmaya başlamanın ‘en son şu yaş’ diye belirleyeceğimiz bir tarihi yok.

Buna karşılık, kişi ne kadar erken yazmaya başlarsa o kadar iyi yazabileceği yönünde genel bir kanaatin olduğunu da görüyoruz. Hatta bazı çocukların anne-babaları, öğretmenleri veya çevreleri tarafından bu sebeple özellikle teşvik edildiklerini, hatta teşvikten öte yazmaya zorlandıklarını da... Dahası, sırf teşvik olsun diye henüz dokuz, onbir veya onüç yaşında iken, o güne kadar yazdığı şiir, hikâye veya denemelerin kitaplaştırıldığı kişilere bile rastlıyoruz.

İyi niyetle yapılmış da olsa, bu şekilde iyi birşey yapılmış olmuyor ama. Yazmak, son tahlilde, dıştan bir zorlamayla değil, içten bir ızdırap, ihtiyaç ve enerjiyle gerçekleşen bir yolculuk. Ama çok genç yaşta, hele ki biraz iteleme veya hatta zorlamayla o yola sevkedildiğinde, bu, arabanın kendi motorunun ürettiği güçle değil, arkadan ittirmeyle yol almasına benziyor. Böylece, aslında istidatlı bir çocuk veya genç, yazmaya dair ihtiyacı ve iştiyakı duyacağı asıl zamana gelindiğinde, yazma aşkını çoktan kaybetmiş yahut çoktan ‘ben oldum’ duygusuna kendini kaptırmış halde olabiliyor. Özellikle erken yaşta ‘kitabı çıkmış’ olmanın bir dizi olumsuzluğu içerdiği tecrübeyle sabit. Yazıda ilerlemenin fıtrî bir seyri var, asıl ateşin içeriden doğması gerekiyor, dışarıdan teşviklerle biz bu kıvılcımı harlandırabilir, kuvvetlendirebiliriz; ama kıvılcımın içeriden çıkması şart. Yazmaya başlamanın yaşı, zaten işte o yaş; hangi yaş olursa olsun, içte o kıvılcımın parıldadığı yaş…

Bu bakımdan, yazı yolculuğunda hiçbir zaman ‘zorlama’nın olmaması gerek. Erken yaşta yazmaya ‘teşvik’ yararlı bir çaba, ama onun da dozajının iyi ayarlanması şart. Meselâ bu teşvikin ‘yazılanları hemen kitaplaştırma’ gibi bir noktaya taşınmaması gerekiyor.

Buna karşılık, okumaya teşvikle başlayabiliyor yazma yolundaki teşvikimize. Her okuyan yazar olur diye bir kural elbette yok; ama okumadan yazmak zaten hiç mümkün değil…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.