Çok Yoğunum Sendromu
Gerçekten yoğun muyuz yoksa sadece sanal yoğunluklara mı sahibiz? Yoğunluk bir zaman yönetimi sorunu mudur yoksa başarılı insan imajı oluşturmak için kullanılan bir yöntem midir? Ya da hoşumuza gitmeyen iş ve ilişkilerden kaçış için bir savunma mekanizması mıdır?
Yoğunum, Yoğunsun, Yoğunlar
Son zamanların trend kelimelerinden birisi “yoğunluk”. Kime selam versek, hal hatır sorsak cümleye çok yoğun olduğunu söyleyerek başlıyor. Bir durum bildirimi olarak “yoğunum” kelimesi bir zamanlar orta ya da üst gelir düzeyindeki insanların kullandığı bir tabirken günümüz dünyasında iş adamlarından ev hanımlarına, öğrencilerden çocuklara, esnaftan sanatkâra hemen herkesin diline pelesenk olmuş bir gündelik yaşam muhabbeti halini almış durumda.
Yoğunluk meselesini ele alırken üç farklı açıdan ele almak isabetli olacak. Birincisi gerçek yoğunluklar. İkincisi sanal yoğunluklar. Üçüncüsü imaj kaygılı yoğunluk söylemi.
Gerçek: Kanlı Canlı Yoğunluklar
Değişen hayat şartlarını göz önünde bulundurduğumuzda sanayi devrimi, şehirleşme ve özellikle kapitalizm gibi etkenlerden dolayı insan hayatı eskilere oranla artık çok daha yoğun; bu bir gerçek. Günümüz insan modeli; tükettikçe üreten, ürettikçe tüketen, bu kısır döngü içinde mutluluğa kavuşmaya çalışan lakin karanlıkta kaybettiğini aydınlıkta arayarak bulacağını zanneden ve bu yanılgıyı bir türlü fark edemeyen, kapitalizm çarkları arasında sıkışıp kalan insan modelidir.
Üretim ve tüketimin tarih boyunca hiç olmadığı kadar fazla ve hızlı olduğu bir devirde yaşıyoruz. Kapital sistemin dayattığı tüketim kültürünü benimseyen bir dünya algısı ister istemez üretimi peşinden sürüklüyor. Arz talep dengesini tutturmak için bütün sektörler gündüz gece demeden çalışıyor.
Bu durumun sonuçlarından birisi olarak insanlar artık aynı anda birden fazla işle meşgul oluyor. Sadece kendi mesleklerini sürdürürken bile tek bir işe odaklanamıyorlar. Şirketlerdeki açık ofis sistemi bu durumun en bariz örneği. Açık ofis düzeni interaktif ve kesintisiz diyalog imkânı sunduğu için çalışanın bir işle meşgulken bir anda farklı bir işin içine dâhil olmasına sebep olabiliyor. Bunun dışında kendi mesleğini sürdüren insanların ek gelir elde etme, kariyer yapma, her yerde var olma/görünme isteği gibi çeşitli sebeplerden dolayı birden fazla yerde bulunması yoğunluklara sebep oluyor.
Bir Sendromdan Başka Bir Sendroma
Aşırı yoğunluk rutine dönüştüğü zaman dağınık beyin sendromuna sebep oluyor. Araştırma sonuçları aynı anda birden fazla iş yapmanın verimi düşürdüğünü söylüyor. İnsan hepsini eş zamanlı yaptığını düşünse de beynimiz birinden diğerine geçiş yapıyor. Bu durum da bilişsel beceriyi olumsuz etkiliyor. Bir işle ilgilenirken çeşitli bildirimlerle dikkati dağılan zihnin yaratıcılığı azalıyor. Sürekli kesintiye uğraması yorgunluk oluşturduğu gibi üretimi de sekteye uğratıyor. Yüzeysel düşünmeye sebep olmakla beraber hatalı ya da gereksiz bilgiyi elemeye mani oluyor. Ayrıca genç yaşlarda unutkanlığa, ilerleyen yaşlarda ise Alzheimer hastalığına neden olduğu yapılan araştırmalar sonucunda ortaya konuluyor. Nihayetinde bunca olumsuz etkiye rağmen aynı anda birden fazla işle ilgilenmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Bildirimlerin de diğer bağımlılıklar gibi zarar verdiğini bildiğimiz halde vazgeçme konusunda gereken iradeyi gösteremiyoruz.
Beylerbeyi’nin Teşrifatı ve Metrobüslüler
Rivayete göre, Beylerbeyi vapuru varış yerine sürekli olarak gecikmektedir. Bu durum üzerine Şirket-i Hayriye müdürü vapurun kaptanını huzura çağırır. Bu durumun sebebini sorar. Kaptanın verdiği cevap ilginçtir: “Muhterem müdürüm, Çengelköy’ün zerzevatı, Kuzguncuk’un haşeratı, Beylerbeyi’nin teşrifatı derken varacağımız yere vaktinde gitmek mümkün olmuyor!”
Bu hikâyede en mühim nokta Beylerbeyi’nin teşrifatı kısmıdır. Kadınıyla erkeğiyle Beylerbeyi eşrafı öyle nazik ve kibardır ki, vapura binerken herkes “buyurunuz efendim, aman efendim siz buyurunuz, olur mu efendim siz varken, rica ederim zatıâliniz varken ben nasıl öne geçerim…” gibi sözlerle birbirine yol vermektedir. Bu prosedürü vapura binecek olan eşrafın hepsinin yaşadığını düşünürsek vapurun ne denli geç kaldığını anlamak hiç zor değil. Bu nezaket iklimi, dingin hayat tarzı günümüzde hatıratlarda kalmış tatlı bir anekdot olarak duruyor. Tam da bu noktada size “metrobüs” desek devamında ikinci bir kelimeye gerek kalmaz zannımızca. Yoğunluk, telaş, kargaşa, kaos, yetişme, kaçırma, hız gibi kavramlar kendiliğinden zihninize düşüverir. :)
Şairin dediği gibi; “ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.”
Ya da Behçet Necatigil’in dediği gibi;
“Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi”
Fırsat Beklenmez, Oluşturulur
Periyodik olarak yaptığımız gönüllü buluşmalara katılan gençlerden bazıları zaman zaman iştirak edemiyorlar. Böyle durumlarda bir açıklama yapma isteği duyuyorlar ve gönüllerinin bizimle lakin çok yoğun oldukları için katılamadıklarını söylüyorlar. İlk zamanlar bunu çok normal karşılıyordum. İnşallah nasip olur gelirsin diyordum. Sonra bu yoğunluk meselesi üzerine düşünmeye başladığımda aslında bizim yoğunluk dediğimiz şeyin gerçek bir yoğunluk olmadığını, suni yoğunluklar içinde boğulduğumuzu fark ettim. Bu farkındalıktan sonra gönlümüz burada ama yoğunluktan gelemiyoruz diyenlere hiç sakınmadan “gönülden dileyen dilediği şeye bir şekilde vakit bulur, fırsat beklemez fırsat oluşturur” diyerek yarı şaka yarı ciddi mesajı vermeye çalıştım. Bu cümleyi haksız bulan birisiyle henüz karşılaşmadım desem yalan olmaz. Vaktimiz onu doldurduğumuz ölçüde genişliyor.
Yaş Henüz Altı: Çok Yoğunum Anne
Oğlumuz altı yaşındayken odadan bir şey getirmesini rica ettiğimde “şu an çok yoğunum anne” cevabı ile karşılaşmam kısa süreli bir şok yaşatmıştı bana. Üzerinden üç yıl geçmesine rağmen hala aklıma gelir. Oğlumuz bu yaşta ne kadar ve ne sebeple yoğun olabilirdi ki. Çocuklar yetişkinleri modelleyerek öğreniyor pek çok davranışı ya da cümle kalıplarını. Biz yetişkinlerin çokça kullandığı bu sözcük daha altı yaşındayken onun dünyasına girmiş. Büyükler gibi konuşan çocuklar sevimli görünse de bu durum bir model olarak kendimi sorgulamama sebep olmuştu.
Bana Boş Vaktinde Ne Yaptığını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim
İlgilisi bilir; normal şartlarda dikkat ve itina isteyen birçok iş kolaylaştırıcı gereçler ile çok hızlı hamlelerle birkaç saniye içinde yapılabiliyor. Bir gün soyacak yardımı ile havuç soyarken babam âdeti olduğu üzere mutfağa yanıma geldi. Hayatı hikmet nazarı ile seyr eden babacığım havuç soyacağına dikkatle baktıktan sonra “şimdi her şeyin kolayı var.” dedi. Hayatımızı kolaylaştırarak vakitten kazandıran çeşitli teknolojik gelişmelerden örnekler verdikten sonra ekledi: ”Bu aletler vesilesiyle normal süresinden daha kısa zamanda yapılan işlerden arta kalan zaman nelere ayrılıyor peki? Vaktin hakkını verecek işlerle mi meşgul olunuyor yoksa vakti zayi edecek meşguliyetler mi dolduruyor hayatımızı?”
Yapılan araştırmalara göre teknolojik yeniliklerin etkisi ile geçmiş zamanlara göre daha az çalışıyoruz. İşlerimizi daha hızlı ve kısa sürede tamamlayabiliyoruz. Fakat bu hız faktöründen dolayı yaptığımız işler nitelik olarak tatmin edici olmuyor. Bununla beraber artakalan zamanların kalitesiz geçirildiğini düşünen beynimiz zamanın yetmediği fikrini ortaya atıyor. Bu da psikolojik bir baskı oluşturuyor.
Sanal Yoğunluklar: Ekranlar Arası Slalom
Reel hayat şartlarından kaynaklanan yoğunluklar haricinde iletişim teknolojilerinin çeşitlenmesi ve sürekli olarak etkileşim içinde bulunmak kişide “çok yoğun” olduğu duygusunu oluşturuyor. Ekranlar arası slalom yaptığımız gerçekliğini kabullenmek durumundayız. WhatsApp, Twitter, Instagram, Facebook gibi sanal mecralardaki çeşitlilik nedeniyle dikkatler birbirinden bağımsız alanlara dağılıyor dolayısı ile ben çok meşgulüm, yetişmem gereken sayısız iş ve ilişki var sanrısı zihni istila ediyor. Akıp giden bir dünya var ve ben bu dünyanın dışında kalmamalıyım, burada olup bitenlere yetişmek için ne gerekiyorsa yapmalıyım telaşı insanın reel hayatında da çok yoğunmuş hissi uyandırıyor.
İmaj Kaygılı Yoğunluk Söylemi
Başarılı insanların ortak özelliklerinden birisi de gerçekten yoğun bir hayat sürmeleridir. Bu yoğunlukları onların kendilerine katma değer ve çevreleri için nitelikli bir üretimleri ile sonuçlanıyor. Ayrıca gözden kaçmaması gereken bir sonuç olarak, yoğunluk hali bulundukları muhitte bir itibar vesilesidir. “Çok meşgulüm, çok yoğunum” gibi tabirler, kullanan kişiye prestij kattığı düşüncesi ile “başarı imajı” oluşturma kaygısı güden herkes tarafından bir maksada binaen kullanılır oldu. İki kişinin karşılıklı görüşmesine dahi “toplantı” adı verilmesi imaj sorunsalının bir dışavurumu olarak karşımızda durmakta. Bu tabirleri kullanan kişiler çok önemli işler yaptıkları, kendilerinin sıradan insanlar olmadıkları, değerli bir yaşam sürdükleri mesajını vermek gibi kaygılar barındırmaktadır.
Konsantre İnsanlar Sulandırılmalı mı?
Burada hangi iş olduğunu ayırt etmeden çalışan, evine ekmek götürme derdinde olan, günde kaç otobüs-minibüs değiştirdiğini kendisi bile bilmeyen, gecesini gündüzüne katan emekçilerden “çok yoğunum” cümlesini duymayıp daha rahat çalışma ortamlarında bulunan, sosyal medyada sürekli aktif, kafe kültürü son derece geniş olan kişilerden “çok yoğunum” cümlesini duymak da ilginçtir. Sanal sözlüklerin birisinde imaj kaygısı güderek çok meşgulüm havasında yaşayanlar için “konsantre insanlar bunlar, sulandırılması lazım” gibi bir yorum vardı. Yerinde bir tespit olarak burada da paylaşmış olalım.
Ne Dediler?
Dosya konularımızı işlerken yer verdiğimiz “Ne Dediler?” köşesi için akademi, medya, eğitim ve iş dünyasından düşüncelerine değer verdiğimiz birkaç kişiye şu soruyu yönelttik: “Gerçekten yoğun muyuz yoksa sadece sanal yoğunluklara mı sahibiz? Yoğunluk bir zaman yönetimi sorunu mudur yoksa başarılı insan imajı oluşturmak için kullanılan bir yöntem midir? Ya da hoşumuza gitmeyen iş ve ilişkilerden kaçış için bir savunma mekanizması mıdır?”
Aldığımız cevapların ortak noktası çok manidardı, sizlerle de paylaşmak isteriz: “Gerçekten çok yoğunum, bu defalık mazur görünüz, bir dahaki sefere inşallah.” Görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok, hepimiz zaman fakiriyiz. :)
Sakinleştirici Etki
Öyle ya da böyle hangi niyetle olursa olsun modern zaman insanları olarak yoğunluk ve meşguliyetlerin çokluğu hayatımızın bir gerçeği. Peki, ne yapmalıyız ki bu hengâmede ruh ve beden sağlığımızı koruyabilelim?
Dile Getirme, Ele Gelmesin
İlk olarak sürekli çok yoğunum, çok meşgulüm cümleleri kurmaktan vazgeçmek gerekiyor. İnsan kulağından sulanır demişler. Daha huzurlu, daha dingin daha duru sular verelim hem kendi hem de yakınlarımızın kulağına. Yine güzel bir atasözümüz daha var: dile gelen ele gelir. Tersinden yaklaşalım, meşgul olma halini sürekli dile getirmezsek ele de gelmez.
Olduğu Gibi Kabul Et
Eğer gerçekten ifrat derecesinde yoğun bir hayat yaşıyorsa insan bu yoğunluğu standart kabul etmeli. Sürekli şikâyet etmekten vazgeçerek kabullenmeli. Modern zamanlarda yaşıyoruz ve hayat tarzımız bu. Bu hayat tarzına rağmen değil bununla beraber nasıl bir rahatlama alanı açarız, nasıl bir dinginlik mecrası buluruz ona bakmak lazım.
Ehem’i Mühim’e Tercih Et
“Ehemi mühime tercih etmek” şeklinde dilimize yansıyan çok önemli bir prensip vardır. Mühim önemli demek iken ehem çok daha önemli, en önemli manasına gelir. Yapılacaklar listesinde ivedilikle yapılması gereken ehemmiyetli işler, orta vadede yapılması gereken mühim işler ve üçüncü sırada yapılsa da olur yapılmasa da olur kategorisinde yer alan işler şeklinde bir önem sırası tayin etmek gerekiyor. Aksi halde bir yığılma ve o yığıntı altında fizyolojik ve psikolojik bir ezilme söz konusu oluyor.
Alternatif Ortamlar Üret
Dinginlik mecrası demişken hemen şunu da ifade edelim; iş-ev, okul-yurt ve benzeri rutinin haricinde alternatif ortamlara katılıyor ya da oluşturuyor muyuz? Önemli bir soru. Hava değişimini önemseyen bir milletiz. Hava değiştirmenin tek yolunun piknikte mangal atmak olmadığı aşikâr. Sadra şifa, ruha gıda meclislere devam etmek, iş/okul muhabbetleri dışında kültürden, sanattan, kitaplardan, psikolojiden, sosyolojiden -ya da neyden hoşlanıyorsak- konuşabileceğiniz dostlar edinmek, entelektüel ortamlarla dinlenmek bu yoğun hayatın yükünü hafifletmekte en etkili yöntemlerdendir.
Sükûnet, Hayata Yetişmeye Engel Bir Çelme Değildir
Her şeyi kendi zamanında yapmayı adet haline getirmek kafa ve kalp karışıklığına kaşı alınabilecek önemli tedbirlerdendir. Uyku zamanı uyku, çalışma zamanı çalışma, sohbet zamanı sohbet… Aynı anda birden fazla işle meşgul olmak hiç birisinde faydalı olmamaya neden oluyor. Yemek yerken makale okumaya çalışan birisini düşünelim; ne yediği yemekten lezzet alıyor ne okuduğu makaleden bir şey anlıyor. Hayatı sindirerek yaşamaya niyet etmek gerekiyor. Durup sadece düşünmenin, hazmederek yaşamanın hayata yetişmeye çalışırken atılan bir çelme olmadığına inanmak gerekiyor.
Ayşe Yazıcılar'ın Yazısı.