40 Yaşa Övgü
“Kırk yaş; gençliğin yaşlılığı, elli yaş; yaşlılığın gençliğidir.” Victor Hugo
İnsan kendini sevdirir derler ya hani, yazı da yazdırır kendini aynen öyle. Küpte ne varsa dışına sızıverir.
Yazmak bir saçağın altına sığınmaktır, şairin dediği gibi.
İlk gençlik yıllarında, kendini yazdıran bir yazı daha hatırlarım: “Mermer çatlatan sessizlik!”
İnsanın kendinden de başkalarından da nefret ettiği o malum dönemlerdeyken.
Dışardan umarsız ve kuralsız görünürken, içerden kuyuya düşmüş gibi debelenirken.
Soruların heyelanı içinde, sükuta mecburken.
O günden sonra kalem her daim elimde oldu ve yazıya sığındım.
Allah, Kur’ân ve ahiret kelimeleri beni hep rahatsız etti. Onlar öyle büyük sözlerdi ki, ya doğru olmadığına ikna olup sonra hayatı kendine göre yaşamalıydın; eğer hakikatse de, teslim olmalı ve gereğini yapmalıydın, yok sayamazdın!
Sonra iman lütfu; meğer Rabbim hep varmış ve benimleymiş ama ben yokmuşum. Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Şimdi kırklı yaşlardan bakınca, sanki etrafına çarparak dolu dizgin akan bir nehir denize ulaştı.
Kışın en sert dönemine denirmiş, kırk gün zemheri.
Her şey, ne kadar yerli yerindeymiş aslında.
Suretler ve siretler, görüntüler ve yansıyanlar. Nasıl da tam yerine konmuş, oysa ne çok şaşırmıştım ilk gördüğümde. İnce ince eleyerek, ilmek ilmek dokuyarak. Renkler karıştıkça, bu seyirlik ne kadar sürecek ya Rabbi dedikçe, ne kadar da ümitsizdim.
Oysa tam ordaymış; suyun içinde kaybolan balığı görünce, işte beklediğimiz buydu diyen Musa’nın mutmainliğinde!
Kırk günde cem olurmuş insan anne karnında. Neden ki, bensiz olmaz mıydı?
Doğmak ne büyük şey, Ya Rabbi.
Hep peşinden koştuğumuz ve gerçek sandığımız mecazlar: İşimiz, eşimiz, aşımız...
Oysa cüz’i irade de, ancak külli iradeyle mümkünmüş.
Çile dönemine de erbain denmesi boşuna değil. Tüm cepheler boşaldı sanki, içimdeki bütün kuvvetler birbirini affetti. Gerçekten birer gölgeymiş hepsi. Yakan da, boğan da bendeymiş. Zorluklar içindeyken, anlamı kaybetmemek için nelere dayandıysan, gerçeğin o. Yusuf’un, onca acıya geldiği yolun sonunda dile getirdiği sır gibi: ”Ey dünya ve ahirette işlerimi yoluna koyan Rabbim…”
Masalların sonundaki düğünler, tam kırk gün kırk gece sürer. Aklımla gönlüm el ele tutuştu sanki. Bu tepeye ulaştıysak artık dönüp bakabiliriz, ne yollardan geçmişiz ve ne köprüler aşmışız. Çöl sandığımız aslında o kadar da ıssız değilmiş, orman her ağaca sığınakmış, her dalga kumun beklediği canmış.
Siz bilemezsiniz ki, O bilir esmalarıyla, bütün gölgeler esmanın yansımalarıdır. Ruhun gerçeği aradıklarımızdır, yandıkça aydınlatırlar. “Ne zaman aydınlatırsa onun ışığında yol alırlar, karanlık çökünce de orada kalakalırlar.” (2/Bakara 20)
Klasiklere insanın eli bu yaşta uzanırmış demek. En sürükleyici ve derinlikli kitaplar ordaymış. Herkes, kendi hikayesinin sırrını keşfedebilmek için yaşar. Yaşamak ne büyük şey ya Rabbi!
Şimdi burası son değil, aksine yeni bir sayfadır. Sonraki sorulacak soru, hepsine hakim ve daha da meydan okuyan kıvamda:
Anladım diyorsun da, gerçekten anladın mı?
Sevilay Kösebalaban'ın Yazısı.