Bizi alıp ateşten kurtaracak ve ebedi saadete kavuşturacak söz, la (hayır) kelimesi ile başlar. Lailaheillallah derken, önce reddeder, sonra tasdik ederiz. Bir olanın varlığını tasdik ve ispat için, sahte ilahları reddetmek ve yok saymak gerekir. Nitekim Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, vahyin başladığı zamana kadar tam bir ret tavrı ile yaşamıştır. Olması gereken yoksa, ona erişmek için gayretin ilk adımı mevcudu reddetmekten geçer. Bizim her şart ve durumda yapacağımız bir şey muhakkak bulunur. Var olması gerekeni bulamıyorsak, vazgeçip kenara çekilmez, var olanın yerine geçmiş yalancıları tanımaz ve yokluğa mahkum ederiz. Böyle bir durumdaki hayır tavrı, hayra giden yolu açar, biliriz. Yaşadığımız bir hayat tarzı kavgasıdır. Bizi belirli hayat tarzlarına mahkum etmek isteyenler var. Teknoloji ve ekonomi bu kavganın arenasıdır. Bu arenada üzerimize deli gömleği giydirmeye çalışıyorlar. Bundan sıyrılmanın yolu o hayat tarzına hayır demekten geçiyor. Hakkımızda yazılmış hayrı bulmak için, bizi elimiz, gözümüz ve zihnimizle esir almak isteyenlere karşı teslim olmuyor; kullandığımız ürünler, vaktimiz ve ilişkilerimizi tekrar gözden geçirerek çağdaş şeytan rejimine hayır diyoruz.

Kültürümüzde selamı kesmekle, alışverişi kesmek çoğu zaman birlikte kullanılır. Sebebi her ne olursa olsun selam verilmeyen kimsenin dükkânından alışveriş yapılmaması en az konuşmamak kadar cezalandırıcı bir yöntemdir. Bu yöntem tarih boyunca birçok toplumda farklı usul ve dozda kullanıla gelmiştir. Modern Batı dünyasının Müslüman toplumlara galebe çalan maddi zenginliği ve pazarı, son yıllarda bazı boykot kararlarına konu oluyor. Daha çok İsrail’in Filistinlilere sergilediği zulüm günlerinde, Yahudi menşeli tüketim metaları özel olarak listelenmekte ve boykot başlatılmaktadır. Hatırı sayılır bir akılda kalma yüzdesi olan bu listeler sayesinde, marketlerde bu türden ürünler, ortalama muhafazakâr bir müşteri tarafından hemen farkedilebilir duruma gelmiş durumda.

Organizasyonu büyük, ancak bireysel bazda kalan boykotlardan, makro ölçekli devletlerin birbirine uyguladığı boykotlara kadar gündemimizde yine boykot var. Körfez ülkelerinin Amerikan kışkırtmasıyla Katar’a uyguladığı boykottan, halen süreci devam eden ve Avrupa ülkelerinin de Amerika tarafından boykota zorlandığı İran boykotuna kadar birçok örnek önümüzde duruyor. Amerika ile zuhur eden yeni krizimiz dolayısıyla Amerikan menşeli ürünlere boykot kararı, bir tarafından ülke yöneticilerimiz tarafından teşvik edilirken, öte yandan insanlarımız alışık oldukları boykot bilinciyle bu çağrıya uymaya çalışıyor.

Boykot: Politik Tüketicilik Hareketi

Politik tüketicilik hareketi (Political Consumerism) “işletmelerin ya da markaların, tüketiciler tarafından uygun görülmeyen/hoş karşılanmayan kurumsal veya pazar uygulamalarının değiştirilmesi amacıyla tüketiciler tarafından tercihi” anlamına gelmekte ve bu tercih iki tür faaliyet içermektedir: Boykot (satın almayı kesme) ve buycott (satın alma miktarını arttırma).

Türkiye’de geleneksel ve bilinçli olarak başlatılıp yürütülen bir boykot anlayışının ya da pozitif satın almanın (buycott) var olduğunu söylemek güçtür. Daha çok milli duygularla güdülenen tüketici boykotlarıyla karşı karşıyayız. Buradan hareketle tüketicilerin boykota katılımını güdüleyen vatanseverlik, milliyetçilik, etnosantrizm ve düşmanlık gibi sosyo-psikolojik faktörlerdir. Ama boykotlar başarısız oluyor diye, boykot edilecek ürün ya da marka hakkında konuşmaktan, aile, arkadaşlar ve diğer referans gruplarından oluşan sosyal ilişkiler ağı içinde geri durmamak da gerekiyor. Ülkemizde bu konuda ilginç örnekler de mevcut. Örneğin, 2005 yılının Mayıs ayında bir internet sitesinde bulunan ve süt ürünü Danino’nun içeriğine eklenen özel bir maddenin çocuklar üzerinde ‘zekâ geriliğine’ neden olduğunu içeren paylaşım bir boykot tetikleyicisi olmuştur. Bu bilgi, elektronik iletiler ve ağızdan ağza iletişim yoluyla yaklaşık altı buçuk milyon kişiye ulaşmıştır. Boykot kampanyasının, bu ürünün satışlarında yüzde 26’ya kadar bir gerilemeye neden olduğu belirtilmiştir.

Ülkemizde başka boykot örnekleri de görüldü. 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın İtalya’ya sığınması sonrasında bu ülkeyle ilişkilerin gerginleşmesi yüzünden başlatılan boykot bu örneklerden biridir. 2006 yılında Ermeni soykırımını reddedenlere hapis cezası getiren yasa tasarısı nedeniyle bazı tüketici dernekleri ve sendikalar Fransız mallarını boykot etmişlerdir. Danimarka’da yayın yapan Jyllands-Posten isimli gazetenin Peygamber Efendimizi tasvir eden karikatürler yayınlaması ve İsrail devletinin Mavi Marmara Baskını ve Gazze’ye yaptığı saldırılarılar, ülkemizde boykot edilen ülkeler ve boykot çağrılarına sebep oluşturan nedenler olarak sıralanabilir.

Peki, neticede tüketimi başka ellerde yaşamak demek olan boykotu da aşamaz mıyız? Bir eşyanın kucağından, başka bir eşyanın eline düşmekle yetinecek miyiz? Boykotu da bahane ederek, dünyanın yüküyle, kefenin cebine konamayan servetle, teknolojiyle aramıza mesafe koymayı deneyemez miyiz?

Tüketim Toplumunun Doğuşu

19. yüzyılın sonuna kadar devam eden modern sanayi toplumunda kişilere sürekli ve durmaksızın çalışma ve üretme öğütlendi. Bu toplumun sembol kavramı üretimdi. Çalışma, emek ve üretime dayalı modern çağı izleyen çağ, farklı teorisyenler tarafından farklı kavramlarla adlandırıldı. Bu yeni döneme sosyologlar, ‘geç modern’, ‘modernötesi’ veya “postmodern” adlarını verdiler. Bu yeni toplumsal yapının en önemli özelliği harcama, savurganlık ve tüketimin yükselişe geçmesi oldu.

Günümüzde tüm toplumların temel özelliği haline gelen tüketim olgusu, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ekonomik bir olgu olmanın yanı sıra kültürel, psikolojik ve sosyal bir olgu olarak da belirginleşmeye başladı. Tüketim artık sadece temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik bir faaliyet olmaktan çıkıp ve geleneksel işlevinden uzaklaşarak, kişilerin istek ve arzularının tatmininin sağlanması, kimlik oluşturma ve statü göstergesi olma gibi yeni anlamlar kazandı.

iPhone Sadece Telefon Değildir

Yeni genç kuşağın narsisizm epidemisinin (salgın hastalık) en bariz belirtilerinden olan çok şey istemelerini ve kesinlikle eski bir şey istememelerini artık biliyoruz. Televizyonlardan, internetten, sosyal medyadan sürekli bombardıman edilen reklamlar bize hangi markayı, ne için, hangi şartta tüketeceğimizi zerkediyor. Kullandığımız eşyalar artık sadece ihtiyaç gören meta parçaları değiller, onlar bizim statümüz, aynamız, olamayıp da olmak istediklerimiz. Hele hele üzerimizde, yanımızda günlük taşıdığımız giysiler, cep telefonları, saatler, bilumum aksesuarlar tam da Erich Fromm’un bahsettiği ‘sahip olmak’ın emareleri oldular. Bu durumda marka bilinirliği yüksek, pahasından dolayı karakterde de ağır çektiği varsayılan bu eşyaları, teknolojik ürünleri satın almayarak boykot etmek, onların yerine daha ucuz, daha az bilinen, aynı işlevi yerine getiren başka markaları tercih etmek mümkün müdür? Dahası böyle bir boykot çağrısı sebebi her ne olursa olsun karşılık bulur mu?

Reklam sloganları, maddeci bir hak iddiacılığını bir erdemmiş gibi utanmazca teşvik ediyor. Tıpkı bir saç boyası markasının, ‘çünkü ben buna değerim’ sloganında olduğu gibi. Böylece tüketiciler, yavaş yavaş eskiye kıyasla biraz daha saldırganca tüketim yapmaya alıştırılıyorlar.

Ahlaklı Tüketim

Tüketim kültürü, kişileri sürekli satın almaya yönlendiren, “yanlış ve sahte ihtiyaçlar” üretiyor. Kişiler tüketime eleştirel bakmayı bir yana bırakarak, tüketimi kendini ifade aracı ve ekonominin dinamosu olarak görüyorlar ve ekonomik sisteme tüketerek dâhil oluyorlar. Tüketim toplumu ile ilgili en çok sorgulanması gereken noktalardan biri de bu kadar bolluğun yaşandığı bir çağda tatminsizliğinin artışıdır. Zira içinde yaşadığımız çağ, niceliksel fazlalık, ancak niteliksel yoksulluk çağı olarak değerlendirilebilir

Tüketim, günümüz toplumunun belki de en önemli sahip olma biçimini oluşturuyor. Erich Fromm, bilinen eseri, “Sahip Olmak Ya da Olmak’ ta tüketilen şeyin kişiden geri alınması imkânsız olduğu için, bu durum korku duygusunu azaltmaya yarar, der. Ama her tüketilen şey, tüketildiği andan itibaren, tüketiciyi tatmin edemez hale geldiği için de, insanlar yeniden ve daha hızlı tüketmeye yönelmek zorunda kalırlar. Bu çarkın sonu bir türlü gelmeyince, hep tatminsiz bir çırpınış içinde bocalayan tüketiciler, kendilerini şu formülle ifade etmek zorunda kalırlar: ‘Ben sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim.’

Fromm’a göre, ‘Olmak’ ilkesine göre davranmak, sahip olmak eğiliminin karşıtı olan, canlılık ve dünyayla doğru bir ilişkiye girmek biçiminde bir davranıştır. Olmak, dış görüntünün karşıtı olan bir davranış biçimidir. Bu anlamıyla olmak, gerçeği, aldatıcı dış görüntünün ardındaki özü görmek, bunu ifade etmek için kullanılır.

İnsan, yaşayabilmek için bazı şeylere sahip olmak, onları saklamak, onlara bakıp-beslemek ve kullanmak zorundadır. Bedenimiz, yiyeceklerimiz, evimiz, elbiselerimiz ve temel ihtiyaçlarımız için gereken araç ve gereçler bu türdendir. Böylesi bir sahip olmak, insanın varlığından doğan normal bir olaydır. İnsanın varlığını ve yaşamını sürdürebilmesi için gereken bu türden bir sahip olmak, ‘tükettiğim ve sahip olduğum şeyler dışında bir hiçim’ tarzı bir sahip olmaktan elbette çok farklıdır.

Bu noktada üzerinde durulması gereken konu şuur ve sosyal sorumluluk temelli bir tüketim yapısının nasıl olması ve ‘şuurlu tüketici’nin ne tür özellikler taşıması gerektiğidir. Her şeyden önce şuurlu tüketici, lüks ve gösteriş amaçlı tüketimden uzak durarak, sadece ihtiyaç temelli tüketim davranışını benimseyen kimsedir. Bu tutum, teknolojiyi reddetme, yoksulluğu benimseme gibi düşüncelerden oluşmaz. Bu durum sadece daha az tüketimi, insan sağlığına zarar vermeyecek kadar teknolojileri savunmayı gerekli kılar. Gerçekte basit yaşam, tüketimi nasıl gerçekleştireceğini iyi bilmek ve bu sade hayat tarzı ile huzuru ve saadeti keşfetmektir. Bu problemlerin çözümünde anahtar rolü oynayacak olan kitle de tüketim faaliyetinin topluma etkilerinin bilincinde olan, gerektiğinde işletmelerin faaliyetlerine yön verebilmek için satın almama ya da boykot etme hakkını kullanabilen ve gücünün farkında olan, sosyal olarak bilinçli insanlardır.


Boykot Yok Sayma Ahdidir!

Erol Erdoğan

‘Boykot’un anlamı iyi ama kelimenin bizdeki yankısı, psikolojik ve sosyolojik etkisi sorunlu. TDK sözlüğü boykotu “Bir işi, bir davranışı yapmama kararı” şeklinde vermiş. Kısaca “yapmama kararı” diyebiliriz. Yani, yapageldiğimiz bir şeyi yapmamaya, içegeldiğimiz veya yiyegeldiğimiz bir şeyi içmemeye ve yememeye, alageldiğimiz bir şeyi almamaya karar vermek. Boykotta anahtar kelime “karar”dır. Karar için bilgi ve irade gerekir. Bilgiye dayanmıyorsa ‘karar iradesi’ sağlam tecelli etmez. Bilgi yetmez, sağlam bir isteme-red yani irade gerekir. Karar sonrası uygulama başlar. Karar, sahih bilgi ve sağlam irade ile alınmışsa sonuç alınır. Şimdi “Boykot kelimesinin bizdeki yankısı, psikolojik ve sosyolojik etkisi sorunlu” cümleme dönelim. Türkiye’de boykot kelimesi, “ciddi karar” anlamına sahip değil; çoğunlukla bilgiye değil gösteriye, coşkuya, konjonktüre, anlık tepkiye dayanıyor. Öyle olunca da boykotların etkisi, süresi, evreni, sahiciliği, doğallığı eksik kalıyor veya hiç olmuyor. Boykotu, gösteri kabul etmişiz; alkış veya slogan gibi. Oysa satıhta kalan bu kelimenin anlamı ciddi: Var olan veya devam edegelen bir şeyi yok sayacaksın, hayatından çıkaracaksın. Biz onun için boykotu boykot olarak değil “Yapmama iradesi” veya “Yok Sayma Ahdi” gibi düşünmeliyiz. “Yok Say!”

Kendi Mahallemi Protesto Ettim

Ben öyle yaptım. 2003 yılından beri kola dahil hiç bir asitli içecek içmiyorum. Kola ve asitli içecekleri hayatımdan çıkarışıma, Cola Turka çıktığı zaman, muhafazakâr-dindar camianın bu ürüne zemzem muamelesi yapması vesile oldu. “İçmiyorum artık sizi” dedim. Tuhaf duruma tepki göstermek ve zaten sağlıklı bulmadığım bu içecek türünden kurtulmak istedim. O günden beri temel içeceğim su. Bazen maden suyu, ev yapımı ayran ve meyve suyu da içerim. Anlayacağınız kolayı ABD’yi protestodan önce kendi mahallemi protesto için terk ettim. O içeceklerin sağlıksız oluşu da kararımda etken oldu.


Bana Kötü Günleri Hatırlatıyor

Dr. Necdet Subaşı

Doğrusu kavram bana hep kötü günleri hatırlatıyor. Bir kere ilk aklıma gelen Hz. Peygamber’e davetinin ilk yıllarında Mekke müşriklerinin uyguladığı boykot. Tecritten mağdur etmeye, görmezlikten gelmeden bilerek isteyerek zulmetmeye kadar hemen her türden baskıyı “boykot” kavramı etrafında düşünmem biraz da bundan. Ama aynı muhasara ve müsaderenin sonradan pek çokları için yaratıcı ve elverişli bir tazyik unsuru olarak öne çıktığını da biliyoruz. Kavramın bilinen ve yaygın anlamıyla kullanımından çok önce içerik ve anlamı hayatın içinde sık kullanılan stratejiler arasındaydı. Yine de ben insanları razı olmadıkları şeye zorlamanın, boykotla razı etmenin ya da muhataplarımızın zelil olmasına göz yummanın doğru olmadığı kanaatindeyim.

Esasen kavramın ortaya çıkmasında biricik ilham kaynağı olarak hatırlanan Yüzbaşı Charles Cunnigham Boycott’un meşhur hayat hikayesinin de bilinen ve yaygın olarak kullanılan sözcüğün anlamın belirlediğini ifade etmekte yarar var.


Hayat Boyu Boykota Geçmemiz Lazım

Nasrettin Güneş / Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans

Boykot elbette ki doğru bir tavır olmakla birlikte eksik bir yöntemdir. Zira boykot uygulanacak ürünün, yerli olsun veya olmasın, muadili olmadığı sürece o ürüne bağımlılık devam edecektir. Boykot ile birlikte en nihayetinde, yerli üretimin teşvik edilmesi ve yerli üretimin gerçekleşmesi söz konusu olmalıdır. Ancak nihai amacından yoksun ‘boykot dalgaları’ ciddi bir toplumsal destek görse de genellikle günün sonunda etkili olmamaktadır.

İyi bir biçimde uygulanmayan boykotların geniş bir kitleye yayılamadığı ve toplumsal desteğin de zayıfladığı malum. Bu durumda alınacak bir boykot kararının, geniş bir kitleye yayılması ve etkileyici bir sonuç alınabilmesi için ciddi bir analiz sürecinden geçmesi gerekmektedir. Boykot uygulanacak ürün ve firma boykot sonunda ‘geleceği hakkında kritik uyarı’ mahiyetinde bir mesaj alamamışsa boykotun etkisinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda her boykotun güçlü bir mesaj taşıması gerektiğini belirtmek gerekir.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki teknolojik ürünlerde yerli üretimimiz ciddi anlamda söz konusu olmadığı için kritik seviyede bir dışa bağımlılıktan bahsediyoruz. Teknoloji alanında yerli üretim, ürün çeşitliliği ve dış pazara açılma anlamında çok sınırlı. Böyle bir durumda teknolojide dışa bağımlılıktan kurtulmak bir yana, gittikçe daha bağımlı bir hale geliyoruz.

Teknolojik ürünlere kritik seviyede bir bağımlılık söz konusu iken bu alanda yerli üretimin teşvik edilmesi için boykot uygulanması maalesef çok eksik bir yol olacaktır. ‘Boykot’ mefhum olarak zihinlerde kredisini tüketmiş ve ciddiyetini yitirmiş bir kavram olarak karşımızda durmaktadır. Bu durumda sadece ‘boykot dalgaları’ süresinde karşımıza çıkan yerli ürün kullanma hassasiyetini kalıcı bir hale getirip ‘hayat boyu boykot’ sürecine girmemiz gerekmektedir.

İletişim, ulaşım, sağlık, eğitim gibi yerli teknolojik ürün üretiminin sınırlı olduğu alanlarda ürün ve hizmet kalitesinin yabancı ürünlerle rekabet edebileceği bir seviyede yerli üretimin gerçekleşmesi bazı süreçlerden geçmeyi gerektirmektedir. Tüketicinin mevcut yerli ürünleri kullanarak bu ürünleri deneyimlemesi hem üretimi artıracak hem de ürün ve hizmet kalitesinin geliştirilmesine destek olacaktır. Bu noktada tüketici olarak yerli teknolojik ürün kullanımında düştüğümüz en büyük yanılgı, ürünü eksik buluyor ve ürüne çok çabuk küsüyoruz. Bu kapsamda teknoloji alanında yerli ürün ve hizmet kalitesinin artması kullanıcı deneyimine bağlı olarak biz tüketicilerin hassasiyetine bağlıdır.


Boykot Yerine "Hayır!" Diyelim

Mevlana İdris Zengin

Boykot bilindiği üzere bir şahıs ismi ve bir hikâyesi var. Boykot kelimesinin yerine yeni bir kelime önermek zor. Çünkü bağlamı ve uygulaması kültürel olarak yerli değil. Çek-git geliyor aklıma. Ama karşı taraf ‘ Bu ne? diyecek olursa yine ‘boykot’ derim galiba. Olmadı değil mi? Olmaz bazı şeyler. O yüzden Mekke’de müşriklerin abluka ve diğer işlemlerini de boykot kelimesiyle ifade ediyoruz.

Yeni bir bağlamla ‘hayır!’ kelimesi de düşünülebilir. Belirli bir devletle ilişkiye, mal veya hizmet alımına, işbirliğine ‘hayır!’


Boykot Uygulamazsak Kendimizden Ödün Veririz

Rumeysa Betül Ceylan / Sabancı Üniversitesi Siyaset Bilimi Yüksek Lisans

Son dönemde ABD ile yaşanan diplomatik krizlerden en çok etkilenen ve halka yansıması en fazla olan alan ekonomi oldu diyebiliriz. ABD Başkanı Donald Trump’ın Amerikan doları karşısında Türk lirasının değer kaybetmeye devam edeceği şeklindeki kışkırtıcı açıklamaları üzerine Türkiye ve Amerika arasında hem siyasi hem de ekonomik alanda ipler gerildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’nin teknolojik ürünlerine boykot çağrısı da bu bağlamda bir karşı tepkidir. Kabul etmek gerekir ki ABD ekonominin pek çok alanına nüfuz etmiş ve ürünleri dünya çapında yayılmış bir ülke. Farazi düşünürsem, Erdoğan’ın yerinde olsalardı böylesi bir ekonomik baskı karşısında pek çok ülke liderinin geri çekileceğini tahmin ediyorum. Erdoğan’nın boykot çağrısı aslında bir dik duruştur. ABD’ye “İç işlerimize, ekonomimize müdahale etmenize izin vermeyeceğiz; baskıya boyun eğmeyeceğiz” cevabıdır.

Teknolojik ürünlere boykotun etkili olup olmayacağında belirleyici faktör milli bilinç olacaktır. Belki pek çok Türk insanı iPhone markasını kalitesinden ve ününden dolayı satın alıyor, fakat onun muadili kalitede olan yerli telefonu iPhone kadar bilinmediği için satın almıyor. ABD-Türkiye arasındaki krizin bir duruş sergilenmezse oluşabilecek olası sonuçları ülke egemenliği ve bağımsızlığı bağlamında aydınlatılmalı ve medya vasıtası ile halk bilinçlendirilmeli. Boykotun etkili olabilmesi topyekûn olmasına bağlı. Halk ABD ürünlerine de karşı bir olup toplu bir duruş sergilerse boykotun basit bir hamle olmayacağı kanısındayım. Türkiye’den başka pek çok pazarları olduğu için bu boykot belki yakın vadede ABD’nin ekonomisine çok büyük bir darbe vuramaz. Ama hem Türkiye’nin ABD’ye karşı sağlam bir duruşu olacaktır hem de uzun vadede ABD karşısında baskıya uğrayan milletlere ilham kaynağı olacaktır. Ezcümle; iPhone, Apple kullanmazsak bir şey kaybetmeyiz, fakat bu ürünlere karşı topyekûn bir duruş sergilemezsek kendimizden ödün veririz.


Eğitim Sistemimizi Üretime Dayalı Ortama Adapte Etmeliyiz

Bige Akar / Bilgi Üniversitesi STK Yönetimi ve Sosyal Projeler Yüksek Lisans

Herhangi bir şekilde yabancı ürünleri boykot etmiyorum. Bir kurumu boykot etmenin sebepleri arasında benim için kurumun bulunduğu ya da ürünlerini geliştirdiği ülkenin ya da coğrafyanın ne olduğunun değil bireylere, doğaya, canlılara zarar verip vermediği ya da toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretip üretmediği yer alabilir. Belirli bir ülkeyi boykot etmek siyasi ve ekonomik dinamikleri bütüncül olarak değerlendirmemek ve bu alandaki toplumsal problemleri sadece iki ülke arasındaki ilişkilere indirmek olur bana göre. Zira boykot sadece son ürüne yönelik olabiliyor ama ham madde ve yarı mamul olan ve işlenen ürünlere bir etkisi yok. Ve her üründe kullanılan yarı mamullerin bilgisine ulaşmak da neredeyse imkansız. Bu sebeplerden dolayı belirli bir ülkeye yöneltilmiş boykotların etkisinin büyük olmayacağını ve bu yüzden doğru tavır olmadığını düşünüyorum.

Teknolojik ürünlere bir bağımlılığımızın olduğunu söylemek için önce teknolojiden neyi anladığımızı netleştirmemiz gerekiyor. İnsan hayatını kolaylaştıran her yeni icat veya hizmet teknoloji olabilir ve bu ürün veya hizmetleri düzenli kullanmak bir bağımlılık olmayabilir. Kendi teknolojik ürün ve hizmetlerimizi kullanabilmek için önce bunların geliştirilebileceği ve yayılabileceği ortamlar kurmamız gerekiyor. Bence eğitim sistemimizi bu perspektiften yeniden düşünmek, teknolojik ürün ve hizmetlere erişimimizi artırmak ve erişim engellerinden kaçınmak gerekiyor ki emsalleri ve daha iyileri Türkiye’de de üretilsin.


Teknoloji Geliştirmeyi Hedeflemeliyiz

Feyza Bayramoğlu / Medipol Üniversitesi Araştırma Görevlisi

Süreklilik sağlandığı takdirde kişilerin-toplumların elindeki en büyük güçlerden biri boykot. Toplum olarak yakın coğrafyamızda yaşananlara kayıtsız kalamadığımız için düzenli aralıklarla internette, WhatsApp gruplarında belirli listeler dolaşıyor. Bunlardan birkaç tanesi herkesin eline bir şekilde geçmiştir. Fakat listedeki 300 ürünü boykot etmek, sürekli olarak o ürünlerden uzaklaşmak pek çok kişi için mümkün olmadığı için, boykota karşı bir güven kaybı oluşturduğunu düşünmüşümdür ben hep. Dolayısıyla akılcı bir boykotun, bireysel ya da toplumsal olarak karşıdaki kuruma ya da ülkeye verilecek en doğru yanıtlardan biri olduğu düşüncesindeyim.

Ben çok inatçı olduğum için bu tarz konularda, grup yönetim kurulu başkanının medyada çıkan söylemlerinden dolayı daha önce büyük bir şirketler grubuna ait tüm markaları uzun süre boykot etmiştim. Benim dışımda başkaları da var mıydı emin değilim. Kendimiz daha iyisini yapmadığımız müddetçe maalesef yerimizde saymaya devam edeceğiz.

Boykot ettiğimiz ürünün alternatifi yine ithal ettiğimiz bir ürün olmamalı. Bu konuda da ülkenin gençleri olarak hepimize çok iş düşmekte. Fonlanan projeler ve sanayi işbirlikleri ile patent alma amacıyla çalışmalar yapmalı, teknoloji geliştirmeyi kendimize hedeflemeliyiz belki de.


ABD Yerine Başka Ülke Pazarlarına Değil, Kendimize Yoğunlaşalım

Burak Taşkıran / Medeniyet Üniversitesi İşletme Bölümü Yüksek Lisans

Öğrencilik yıllarımda Mavi Marmara krizinin ardından İsrail sermayesine ait olan giyim, gıda ve kozmetik alanında yer alan ürünleri topluca boykot eylemlerinde yer almıştım. Ziyadesinde sosyal medya ve sosyal çevremde konuyla ilgili bilgilendirip uyarılarda bulunmuştum. İsrail ürünleri yerine alternatif yerli markaların bilgilendirmesini yaptım.

ABD ürünlerini boykot etmeyi elbette öncelikli ve doğru buluyorum. Bu vesile ile yerli üretime yönelmeye öncü olmasını istiyorum. Öncelikle boykotun amacını idrak edip ona göre hareket etmek gerekmektedir. Şunu unutmamak lazım, ABD markalarını ülkemize getiren firmalar çoğunlukla Türk firmaları. Distribütör firmalar Türk sermayesine sahip olduğu için aslında boykot ederken kimlere de zarar verdiğimizi düşünmemiz gerekir. Boykotta amacımız, boykot edilen ürünler yerine alternatif olan yerli markalarımızın teşvik edilmesi olmalı. Böylece ABD mallarına dağıtıcılık yapan tüccar firmalarımız da yerlilere yönelip, milli ekonomimizin değer kazanmasına yardımcı olurlar.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan “Onların iPhone’u varsa bu tarafta Samsung var, Venüs var” dedi. Halbuki biz Amerika’dan ithal ettiğimiz Apple marka ürünlerin yerine birinci önceliği Çin’den ithal ettiğimiz Samsung marka ürünlere verdik. Yerli sermayemiz Vestel’in telefon markası olan Venüs’ü, Casper’ı ikinci plana attık.

Halk ve tüketici olarak yaptığımız boykot ile biz tetikleyici konumda oluruz. Hükümet haberdar olduğu boykota ise, denetleyici ve çözüm üretici olarak aksiyonlarını alır. Mesela Vestel Venüs marka telefon alan vatandaştan ÖTV alınmaması günümüzde en teşvik edici örneklerden olsa gerek.

Özetle iPhone boykot etmek, iPhone almamak ile değil, Vestel Venüs’ü tercih etmeyi artıracak üretim ve tüketim sebeplerini, çok iyi ortaya koyma ve sunmayla olacağı kanaatindeyim.


Yerli Üretim ve Sanayileşme Hamleleri Şart

Furkan Özkul / Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Yüksek Lisans

Boykotu ekonomik değil siyasi bir eylem olarak görüyorum. Elbette ekonomik boyutları da mevcut ancak daha ziyade politik husumetin ekonomideki karşılığı olarak anlamak mümkün. Diğer taraftan boykotun taraftarları toplayıcı ve düşman olarak ilan edilen kesimden ise ayrıştırıcı bir tarafı da var.

Toplumsal anlamda hükümeti destekleyen kesimin boykota katıldığını görüyoruz. Ancak boykot faaliyetlerinin etki edebilmesi için sizin de ciddi bir kesime etki edebilmeniz gerekiyor. Türkiye 80 milyonluk bir ülke. Ama örneğin iPhone milyarlık bir pazara sahip. Dolayısıyla Türkiye’de herkes boykot etse dahi bu durumun iPhone’u çok da etkileyeceğini düşünmüyorum. Başta da söylediğim gibi ben boykotu ekonomik kısmından ziyade siyasi boyutunu önemsiyorum.

Hayati öneme sahip malzemeleri sadece ABD üretiyorsa, bu malzemeleri de boykot edelim diyemezsiniz. Diğer taraftan alternatifsiz bir dünyada da yaşamıyoruz aslında. Her şeyin iyi kötü alternatifi var. Dünyanın her yerinde benzer ürünler üretiliyor.

Dikkat çekilmesi gereken en önemli hususun, yerli üretim olduğunu düşünüyorum. Biz ürettiğimizde hem alternatifler oluşacak hem de boykot ettiğimizde ya da yaptırım uyguladığımızda karşılığı olacak. Aksi halde güçlü ve haklı söylemlerin de bir müddet sonra zayıflama durumu söz konusu oluyor. O nedenle yerli üretim ve sanayileşme hamleleri şart.


Beyin Göçünü Ortadan Kaldırmalıyız

Muhammed Fatih Eren / İstanbul Üniversitesi Kelam Bölümü Yüksek Lisans

Kullandığım taktirde beni vicdanen rahatsız edecek ve İslam alemine dolaylı yoldan dahi olsa zararı dokunacak hiçbir ürünü almamaya çalışıyorum. Her ürünü olmasa da bazılarını kesinlikle almıyorum ve aldırmıyorum diyebilirim.

Bilinçli boykot doğru bir tavır kesinlikle. Fakat öncelikle o ürünün veya firmanın gelirlerinin bizi nasıl ve ne derece etkilediğini iyi tespit etmek gerek.

Öncelikli olarak beyin göçüne sebebiyet veren unsurları ortadan kaldırmalı ve üretimde yerli kaynaklar kullanmalıyız. Akabinde yoğun bir ARGE çalışması ile kendi ürünlerimizde belirli bir kaliteye erişebilir, iç ve dış pazarda rekabet edebilecek bir konuma gelebiliriz.


Ali Can'ın Yazısı.