Bülent Ata

Senaryo yapısı bir bardak gibidir. Biçimsel özelliği değişmez. Ancak içine konulan içerikler değişir. Su, çay, gazoz, tuz, şeker. Bardağın hacmi değişmez ve içindekileri bir arada tutar. Tıpkı yapının sahneleri, olayları, karakterleri ve durumları bir arada tutması gibi.

Bir senaryo yazarken yolun başında kafanızda bir hikaye ve karakterler vardır diyelim. Bir film senaryosu yazmaya başlarken sadece güzel bir hikayenizin olması yetmez. Karakterinizin, amacı/engeli/eylemi, dramatik önermesi de olmalı elbette. Yapıyı kurarken olması gereken şeylerden bir diğeri de olay örgüsüdür.

Hikaye ile olay örgüsü arasında ne fark var? “Baba öldü, anne öldü.” Bu iki olayın anlatılması bir hikayedir. Ancak bu iki olayı birbiri ile bağlantılarsanız ve birini diğerinin sonucu haline getirirseniz bu bir olay örgüsüdür. “Kocası ölen kadın bir süre sonra üzüntüden öldü.” Bunu biraz daha gizemli bir hale getirebiliriz. “Kocasının ardından eşinin de ölümü yakınlarını şaşırttı, ancak kadının bloğuna yazdıklarından kocasının ölümünün ona çok zor geldiği ve üzüntüsünden öldüğü anlaşıldı.”

Buradaki temel mantık olaylar arasında ilişki kurabilmektir. Bir başka deyişle hikayedeki olayların akışında izleyici bir sonraki adımı bilmek ister. Olay örgüsünde ise izleyicinin şu beklentisine, merakına cevap vardır; “Bu neden oluyor?” İzleyicinin bir filmi izlerken sorduğu sorulara senaryonun cevap verebilmesi, senaristin ustalığı ile ilgilidir. Olayların sadece sebep sonuç ilişkisini vermek kafi değildir, yeri geldiğinde ve tadında verebilmek de önemlidir. Senaristin izleyicide merak yaratması istenilen bir şeydir. Olay örgüsü bu merakı giderecek şekilde bir kurgu tasarımıdır.

Senaryo kuramının temelleri çok eskilere, Aristo’ya kadar gider. Aristo der ki: “Tragedya, dolu ve bütüncül bir olayın taklidi olduğu için, bölümleri birbirine öyle bağlı olmalıdır ki, aralarına yeni birini eklediğimizde ya da çıkarttığımızda oyunun tümü sarsılmalı ya da alt üst olmalıdır. Çünkü oyuna eklenebilecek ya da eklenemeyecek ögeler belirgin bir sonuç doğurmuyorsa bir bütünün parçası olamaz.”

Aristo’nun söylediği dram birliği, sahnede sergilenen bir temsilin tek bir dramaturjik vurgu içermesidir. Aristo için bir olayın/eylemin kendinden önce gelen bir başka olayın/eylemin sonucu olması gerekir. Yani olaylar birbirleri ile bir sebep sonuç ilişkisi içinde olmalıdır. Aristo bir karakterin üzüntü ya da mutluluk istediğini söyler. Bakın bakalım sizin yazdığınız karakter ne istiyor? Karakterin motivasyon sebebini bulmak iyi bir başlangıçtır.

Bir senaryoya başlarken edineceğiniz en önemli kazanım buraya kadar bahsettiğimiz dramatik yapıyı kurabilmektir. Bilinen en eski dramatik yapı “Üç Perdeli” yapıdır. Üç perdeli yapının özü şudur; Önce onlara ne yapacağını anlat. Sonra onu yap. Sonra da onlara ne yaptığını anlat.

Bir başka yaklaşım da şudur; Birinci perdede bir düğüm at, ikinci perdede düğümü sıkılaştır, üçüncü perdede düğümü çöz.

Bir yaklaşım daha; ilk perde ilham, ikinci perde zanaat, üçüncü perde felsefedir.

Senaryo yazmaya başlayan pek çok kişi bu klasik yapıyı boş verip çok orijinal bir iş çıkarmaya çalışırlar ve savrulurlar. Bu yapı senaryonun adeta iskeletidir. Tıpkı bir binanın demir ve çimento ile oluşturulan betonarme yapısı gibi. Bu iskeleti oluşturup yapıyı ortaya çıkardıktan sonra yapılabilecek pek çok orjinallik, yenilik mümkündür. Ama bu kısmı iyi bilmek ve uygulamak işin temelidir.

Ünlü Senaryo eğitmeni Syd Field, Senaryo yapısını izah ederken paradigma kavramını kullanır ve şu soruyu sorar; “Senaryo somut bir madde olsaydı, onun neye benzediğini görebilseydik ya da onu bir tablo gibi duvara asabilseydik nasıl bir şekilde olurdu? Muhtemelen bir biçimi olurdu. Mesela bir masanın paradigması, bir yüzey ve dört ayaktır.” Bu paradigma içinde masanın ebatı; uzunluğu, kısalığı, kullanılan malzemenin menşei; ahşap, metal olması, şekli; kare, daire olabilir, değişebilir, eğilip bükülebilir. Ama bir yüzey ve dört ayak sabit kalacaktır. Bu biçim asla değişmez. Paradigma senaryo için örnek bir model, kurgusal bir tasarımdır.

Senaryo yapısı bir bardak gibidir. Biçimsel özelliği değişmez. Ancak içine konulan içerikler değişir. Su, çay, gazoz, tuz, şeker. Bardağın hacmi değişmez ve içindekileri bir arada tutar. Tıpkı yapının sahneleri, olayları, karakterleri ve durumları bir arada tutması gibi.

Bir hikayenin giriş/serim, gelişme/düğüm, sonuç/çözüm kısmı gibi senaryoların pek çoğu bu üçlü perde yapısı ile hikayesini anlatmaktadır. Ancak senarist bu anlatının zamansal ilerleyişini, kronolojik bir şekilde vermek zorunda değildir. Hikayenin sonundan başlayıp, başını ortada verip zamansal olarak ortası olan bir yerde de filmi bitirebilir. Bunun en bilinen örneği Pulp Fiction’dır. Senaryonun zamansal ilerleyişinin sıçramalı olması üçlü perde dışında olduğu anlamına gelmez. Yine düğümü başta atıp, ortalarda düğümü sıklaştırıp, sonunda düğümü çözecektir bu senaryoda da. Burada sadece zamansal sıralamada bir değişiklik yapılmıştır.

Yapımız eninde sonunda şu şekilde olacaktır;

1. Perde: Kuruluş.

2. Perde: Yüzleşme ve engeller.

3. Perde: Çözülme.

Genellikle 120 dakikalık bir sinema filminin 1. ve 3. perdeleri 30 dk. sürer. 2. perde ise 60 dk. civarıdır. Bu A4 sayfası ile yaklaşık olarak 90-120 arası sayfa demektir.

1. Perdede neler olur? Burada hikayemizin kurulumu gerçekleşir, karakterlerimizi tanırız. Filmin geçtiği mekan ve zamanla ilgili atmosferi izleyiciye veririz. İşte bu bölümde ana karakterimizin amacını ve engelini ortaya koyarız ve bunu aşmak için ortaya koyacağı eylemin işaretlerini okuruz.

Seyirci bu ilk 30 dakika içinde filmin neyle ilgili olduğunu anlamalıdır. Senarist bunu bir an önce yapmalıdır yoksa izleyici filme olan ilgisini kaybedecektir. Burada kendinize şunu sorun. Neden karakteriniz bugün bu olayları yaşayacak? Bugün neden diğer günlerden farklı onun için? Böylece karakteriniz için bir yolculuk, bir tanışma, bir farklılık başlatabilirsiniz. Bir ölüm, bir doğum, bir boşanma, işten atılma ya da hayalindeki insanla tanışma…


GENÇ'ın Yazısı.