Yazı hayatında ilerlememiz, özgün bir içerik ve üslup tutturmamız için özgür ve bağımsız olmamız, sınırları aşmamız, zihnimizdeki zincirleri kırmamız gerekitiği söyleniyor. Ama dinin bizim için koyduğu ölçüler ve sınırlar var; haramlar ve helâller var. İyi bir yazar olmak için bu ölçüleri ve sınırları gözardı mı etmeliyiz?

Yazı hayatı ve edebiyat dahil, düşünce ve sanata dair bütün alanlar için sıkça karşımıza çıkan bir söylemdir bu. Sıkça vurgulanan bu söylemin sanatta ve düşüncede ilerlemek isteyen özellikle genç isimleri etkilemediğini söylemek mümkün değil. Nitekim, daha mazbut, daha dindarâne bir hayat yaşarken, bu söylemin etkisinde zaman içerisinde sanatta, düşüncede, edebiyatta ‘özgürlük ve özgünlük’ adına değerlerde bir gevşeme, haram-helâl sınırları konusunda bir aşınma yaşayan epeyce isme de rastlayabiliyoruz.

En başta şunu söyleyelim: Özgürlük ayrı şey, serbestlik ayrı şey. Ama bu yaklaşımda serbestliğin özgürlük olarak tanımlandığını görüyoruz. Aradaki farkı açıklamak gerekirse, canının her çektiği tarafa çekilmek, keyfinin her istediği şeyi yapmak insanın ‘özgür’ olduğunu göstermez, bilakis o insanın keyfinin ve nefsinin esiri olduğunu gösterir. Özgürlük iradî bir çabayla gerçekleşir, dolayısıyla ‘hayır’ diyebilme gücünü de gerektirir. Rüzgârın önündeki bir yaprak veya tüy, baksak, serbestçe dolaşıyor gibidir, ama o yaprağın özgür olduğunu söyleyemeyiz. Veya rüzgârın etkisiyle oraya buraya savrulan bir tohum, nerede kök salıp filizlenerek çiçek verir hale gelebilir ki? Sözün kısası, özgürlük, hiçbir ölçüsü ve sınırı olmamak değildir; bilakis özgürlük bir değerler ölçeğine sahip olup, bizi o değerlerin dışına sürükleyen içten veya dıştan bir etkiye direnebilmeyi gerektirir.

Bu açıdan baktığımızda ise, dinin değerlerinin, bizim özgürlüğümüz ve dolayısıyla özgünlüğümüz için bir engel değil; bilakis dıştan ve içten gelen, irademize ket vuran etkilere karşı özgürlüğümüzü ve sınırlarımızı koruyan bir kalkan olduğunu anlarız.

Bunun böyle olduğunun en büyük delili ise, bütünüyle İslâm sanatları ile düşünce ve edebiyat alanında Müslüman isimlerce yazılmış şaheserlerdir. Sözkonusu iddia eğer doğru ise, Hâfız-ı Şirazî’den Sâdî-i Şirazî’ye, Attar’dan Mevlânâ’ya, Câmî’den Nâbî’ye, İslâm’ın haram ve helâl ölçüleri içinde eser vermiş bütün o büyük isimleri nasıl açıklayabiliriz?

Demek ki, dinin ölçüleri, kişinin sanatta ve düşüncede ilerlemesinin önünde bir engel değil. Bilakis, Şuarâ sûresinde belirtildiği üzere boş, anlamsız veya saptırıcı yollara düşmeden sanatını ve düşüncesini geliştirme yolunda bir imkân sağlıyor.

Sözün kısası, iyi bir yazar olmanın yolu, dinin değerlerini gözardı etmekten geçmiyor. Bilakis dinin değerleri yeteneğini yıkıcı değil yapıcı biçimde kullanmanın yolunu bize hazırlıyor.

Hem, fıkıh âlimlerinin “Eşyada aslolan ibahadır” diye fıkhın bir temel ilkesi olarak belirledikleri üzere, helâlin dairesi o kadar geniş ki, niyeti sahih olana sanatını ve düşüncesini geliştirmek için haydi haydi yetiyor…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.