Beni çok sevdiklerinden ve üstüme çok düştüklerinden, küçüklük yaşlarımdan itibaren zamanımın çoğunu babaannem ve dedemle geçirdim. Üzerimde ikisinin, hele de gerçek bir bilge olan babaannemin büyük etkisi oldu. Bugün, pratik alışkanlıklarımdan hayata dair algılarıma kadar, karakterim tamamen babaannemin tesiri altında hâlâ. Ve bu benim hep hamd ettiğim bir şey.

Çocukluğumun en eğlenceli hatıralarındandır:

Rahmetli Halil Dedem, babamın babası, bir gün ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Yine her yaz olduğu gibi babaannem, dedem ve ben, üçümüz yayladaydık. 70’lerini aşmış iki ihtiyar ve henüz 10 yaşına gelmemiş bir çocuk. Toroslarda, elektriğin ve suyun bile olmadığı Tersakan yaylasında, üçümüz bir aradaydık. İletişim imkânları da elbette iptidai seviyedeydi.

Dedem o sabah yatağından kalkamayınca ve gözlerini kapatıp adeta koma vaziyetine girince, babaannem beni yaylanın dört bir tarafına koşturdu: Yakından başlayarak komşulara haber saldım. Yaylanın tek sabit telefonundan, sahilde yaşayan halamları arayıp durumu bildirdim. Son durak olarak da, cami hocasının kapısını çalıp, “Hocam, dedem ölüyor. Başında bir Yâsin okur musunuz?” dedim. Ölüme aşina olduğumdan değil, babaannem böyle direktif verdiğinden.

Yaklaşık bir saat sonra, zaten sadece iki odadan ibaret olan evin içi lebalep doldu. Komşu kadınlar, dedemin başında toplandılar. İmam efendi geldi, elindeki çiçekli Yâsin cüzünü açtı, sallana sallana okumaya başladı. Çıt çıkmıyor, herkes önüne bakıyordu. Benim için oldukça dikkat çekici bir sahneydi. Küçücük bir yaşımda, ilk kez birisinin ölüm anlarına şahitlik ediyordum.

Bu hüzün dolu, sessiz tören, ağır bir matem havasında devam ederken… Birden kapı açıldı, içeri büyük halam girdi. Babasına, dedeme şöyle bir baktı. “Yahu siz ne yapıyorsunuz?!” diye bağırdı, “Adamın şekeri düşmüş, kendinden geçmiş. Öldüreceksiniz göz göre göre! Şekerli su hazırlayın çabuk!” dedi. Hazırlanan şekerli suyu kendi elleriyle dedeme içirdi.

Birkaç dakika sonra dedem gözlerini açtı, kendine geldi. Hoca, Yâsin cüzünü koltuğunun altına kıstırıp evine döndü, komşu kadınlar da dağıldılar. Halil Dedem, bu olaydan sonra yaklaşık 7-8 yıl daha yaşadı.

Hep gülerek hatırladığımız o günü daha sonra anlatırken, babaannem benim için bir sıfat kullanmıştı: “El ulağı”. Toros Türkmenlerinin dilinde, “bir şeye ulaşmak için kullanılan aygıt” demekti bu. Komşuya Taha gitsin. Suyu kuyudan Taha çekip getirsin. Akşam olunca kümesin kapısını Taha kapatsın. Karşı tepedeki uzak akrabaya şu tencereyi Taha götürsün. Sofrayı Taha toplasın. Üstüne, ömürlerinin sonbaharını yaşayan iki ihtiyara yarenlik etsin, onlarla gece-gündüz bir arkadaş gibi vakit geçirsin, anlattıklarını dinlesin, okuduklarını dinletsin…

Beni çok sevdiklerinden ve üstüme çok düştüklerinden, küçüklük yaşlarımdan itibaren zamanımın çoğunu babaannem ve dedemle geçirdim. Üzerimde ikisinin, hele de gerçek bir bilge olan babaannemin büyük etkisi oldu. Bugün, pratik alışkanlıklarımdan hayata dair algılarıma kadar, karakterim tamamen babaannemin tesiri altında hâlâ. Ve bu benim hep hamd ettiğim bir şey.

• • •

Okuma-yazması olmayan bir Yörük anasıydı babaannem. Kur’ân okumayı da bilmezdi. Ama dilinden hiç düşürmediği o duaları, tenhada döktüğü gözyaşlarını, sürekli istiğfarlarını, gece-gündüz devam ettiği tesbihatını ben bizim oralarda kimsede görmedim. Akdeniz insanının geneline has o “dinî gamsızlık” halinden eser yoktu kendisinde. Aklım ermeye başlar başlamaz, günahları için ağlayan bir kadın olarak gördüm onu, vefatına kadar da öyle kaldı.

1996’nın yazında, vefat ederken de başındaydık hep beraber. Son günlerinde, artık tamamen bilincini yitirmiş, uyur halindeydi. Söylenenleri duyup duymadığından emin değildik, konuşması da kesilmişti. Dünya ile irtibatı yok gibiydi. Bu halde bile, sağ el parmakları tespih ararcasına hareket ediyor, tespih çeker gibi kımıldıyordu. “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz” hikmeti gözlerimizin önünde tecelli ediyordu işte. 16 yaşında bir delikanlıyken şahit olduğum bu sahneyi ömrümün sonuna kadar unutamayacağım.

Babaannem aynı zamanda hayatın tam ortasında ve içinde, komik bir kadındı da. Birlikte gittiğimiz misafirliklerde yaptığı yorumlardan, dedemle ilişkisindeki dominant karakterine, onu sadece izlemek bile bana çok şey öğretirdi. Şimdi geriye doğru düşündükçe, ümmî bir kadının hayata karşı böylesine donanımlı oluşunun sebeplerini, hem yaşadığı tecrübelerde hem de karakterinde arıyorum. Onun en yakın arkadaşı bendim yıllar boyunca, o yaşlarımda ne alabildiysem, heybeme doldurmaya çalıştım.

Birlikte yaşadığımız bazı şeyleri o zaman algılayamadığımı, zaman içinde -tabir-i caizse- taşların yerine oturduğunu da söylemem lazım elbette. Büyüklerin çaldığı mayanın sırrı da burada zaten: Her şeyi o anda ve anında almıyorsunuz ama size bir formasyon kazandırıyorlar. O formasyon, elle tutulur-gözle görülür bir şey de olmuyor çoğu kez. İleride, hayatınızı yaşarken, yeri ve zamanı geldiğinde, usulca ortaya çıkıyor hepsi.

• • •

Bir çocuğun, yetişme çağındaki belki de en büyük şansı, gölgesinde soluklanabileceği bir çınarın olmasıdır. İllâ literal anlamda “bilgili” olmaları gerekmez bu çınarların. Hikmet dediğimiz o tılsım mevcutsa, çocuk bir yandan büyürken bir yandan da adeta kaliteli bir okulda eğitim görmüşçesine donanacaktır. Sevgi ve muhabbet dolu, doğal bir ortam oluşturulabilsin; büyüklerle küçükler, birbirleriyle iletişimde olsunlar, hayatın tabii akışı paylaşılsın, yeter.

Bugünün gençliğine, bizlere, kendi kuşağıma baktığımda, geleceğimiz adına ürkerek şu soruları soruyorum hep: Bizler nasıl dedeler, babaanneler, anneanneler olacağız? İleride kendi çocuklarımıza ve torunlarımıza ne vereceğiz? Bizden sonrakilerle hangi ortak zeminde buluşup, onlarla ne paylaşacağız?

Cevapları -şimdilik- pek iç açıcı olmayan bu soruların, hayatî önemde olduğuna inanıyorum şahsen. Aile yapılarının sarsıldığı, boşanmaların artık sıradanlaştığı, evlilikleri sürdürmek konusunda çiftlerin sabır göstermediği, teknolojik aletlerin mürebbiyeye dönüştüğü, tecrübe aktarımının artık kaybolduğu, yaşlıların ortak aile evlerinde kendilerine yer bulamadığı, huzur(!)evlerinin dolup taştığı bu çağda yetişen gençler, gölgesine sığınılacak çınarlar olabilecek mi? Bu, hepimizin geleceğini yakından ilgilendiren bir problem. Çözümüne de hep beraber kafa ve emek yormalı.


Taha Kılınç'ın Yazısı.