Ruh İkizimizi Bulmak
Ulvî duygu ve düşüncelere sahip olan ve hedeflediği yaşta evlenememiş olan kıymetli dostlarımız; müstakbel eşe ve huzurlu bir yuva kurmaya dair umutlarını, kavli ve fiili dualarıyla sarıp sarmalayarak özlemle büyütmeye devam etmelidir.
Gerçekten Evlilik Gecikiyor mu, Yoksa Bize mi Öyle Geliyor?
TÜİK verilerine göre ülkemizde 2017 yılında 570 bin kişi evlendi ve 130 bin kişi boşandı. Buna göre, her yıl ne yazık ki dört aileden birinin yıkıldığı ifade edilebilir.
Ülkemizde gençlerin ilk evlilik yaşı yükselmekte ve evlilikten uzak duran gençlerin sayısı artmaktadır. Yine TÜİK tarafından 2017 yılında ilk evlenme yaşı erkekler için 27.7 ve kadınlar için 24.6 olarak açıklandı. Doğu illerimizde gerçekleşen küçük yaştaki evliliklerin, genel ortalamayı düşürdüğünü ve Batı illerimizdeki ilk evlilik yaşının, istatistiklerden daha yüksek olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. Batı illerimizde ilk evlilik yaşı erkekler için 29-30’a ve kadınlar için 26-27’ye yükselmiş durumdadır.
Türkiye’deki evlenme ve boşanma oranları, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında iyi düzeyde olmasına rağmen, kendi geçmişimizle ve toplumsal yapımızla kıyasladığımızda tehlikeli bir duruma işaret etmektedir. Çünkü milli varlığı, coğrafi bekâyı ve vatan müdafaasını sağlayacak en önemli cephelerinden birisi de aile kurumudur.
Hiç Evlenmemenin veya Evliliği Ertelemenin/Geciktirmenin Nedenleri
Evlenmeyi istediği ve münasip olacağını düşündüğü adaylarla görüştüğü halde evlenmenin nasip olmaması, insanın elinde olan bir durum değildir. Ancak bahsettiğimiz durum bu değildir ve gençler artık “Evlenmek mi, aman kalsın!” düşüncesine sahip olmaya başlamıştır. Karmaşık bir konu olan “Gençlerin neden evlenmekten kaçındığı veya çok geç yaşlarda evlendiği” meselesi, aşağıdaki faktörlere bağlı olarak ele alınabilir:
1) Üniversite, İş ve Kariyer Süreçlerinin Engel Olarak Görülmesi
Yüksek lisans başta olmak üzere birçok kariyer süreci, çoğunlukla evlendikten sonra daha hızlı ilerlemektedir fakat buna rağmen evlenmek durumunda mesleki gelişimin yarıda kalacağı düşünülmektedir.
Diğer yandan iş sahibi olmak da (çoğu zaman haklı gerekçelerle) evliliği geciktiren etmenlerden biridir. Bu konuda iş adamlarının, bürokratların ve siyasilerin gençlere yol açması gerekirken; “Ya işini ya eşini tercih etmesi gerekir” boyutunda düşünülmesi gerçekten üzücüdür.
2) Gençlerin ve Ailelerin Sırtına Yüklenen 80-100 Bin Liralık Maddi Külfet
Ele güne karşı dik durmak, falancalardan altta kalmamak veya her şeyin en iyisini almak gibi amaçlarla iyice rayından çıkan, altından kalkılması güç bir hale gelen “ev dizme” konusu evliliği geciktiren önemli bir faktördür. Birçok genç, düğün hazırlıkları yapabilmek için birkaç yıl çalışmak ve para biriktirmek ya da evlendikten sonra yıllarca borç ödemek durumunda kalmaktadır.
3) Yasal Düzenlemelerin Önemli Hatalar ve Boşluklar İçeriyor Olması
Evlilik oranlarının düşmesi, boşanmaların artması, kadına yönelik suçların ve kadın cinayetlerinin bitmemesi çok büyük oranda hukuki/kanuni hatalardan veya eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Nasıl ki bir dönemin kâbusu olan kapkaç ve gasp olayları, yerinde bir hukuki düzenlemeyle bıçak gibi kesildiyse; kadın, çocuk ve aileyle ilgili problemler de hukuki ve sosyal düzenlemelerle çözüme kavuşturulabilir.
Mevcut yasalara göre erkeğin, bir gün bile evli kalmışsa boşandıktan sonra ömür boyu (süresiz) nafaka ödemek zorunda kalması, kadının şikayeti durumunda şahit aranmadan erkeğin evden uzaklaştırılması, mahkeme kararına rağmen çocuğu göstermeyen kişiye ceza uygulanmaması ve bir meta gibi haczedilmesi sonucunda çocuğun yaşadığı travmanın gözden kaçırılması gibi onlarca konuda, ciddi anlamda yasal düzenleme eksiklikleri vardır. Yapılan bazı kanunların bilinçaltında, erkekleri potansiyel suçlu olarak gören bir yaklaşım vardır.
Oysa erkeklere kıyasla daha fazla sayıda kadının mağduriyet yaşadığı gerçeğini kabul etmekle birlikte, kadını koruyayım derken erkeğe zulmetmemek gerektiğini de savunmaktayız. Örneğin Anadolu’daki bir şehrimizde yaşanan vakada; çok mülayim bir insan olan ve bırakın şiddet uygulamayı sesini bile yükseltemeyecek kadar sessiz olan eşini “bana şiddet uyguladı” diyerek evden uzaklaştıran bir kadın, eşinin girmesinin yasak olduğu eve başka adamları alabilmekte ve gayri ahlaki davranışlar sergileyebilmektedir.
Diğer yandan eski kocasından gelen nafaka kesilmesin diye çalışabilecek durumdayken yaşam boyu çalışmayan ya da boşandıktan sonra başka bir kişiyle evlilik ilişkisi yaşayan fakat eski kocasından gelen nafaka kesilmesin diye resmi nikah kıymayan çok sayıda insan vardır. Bu kapsamda kadın veya erkek cinsiyetine sahip olmak, bireyin masumiyetine yönelik yeterli bir karine değildir. Karısına zarar veren psikopat bir adam, trafikte tartıştığı erkeği de öldürmektedir ve aslında cinsiyet ayrımı yapmamaktadır. Bu anlamda karısını öldüren bir erkek, insanlıktan ne kadar nasibini almamışsa; çocuğunu öldüren bir kadın da en az onun kadar insanlıktan nasibini almamıştır. Mesele cinsiyet değil şahsiyet meselesidir.
Kişinin cinsel kimliği değil, katil ruhlu olması problem teşkil eder. Suçluyu ıslah edemez ve caydırıcı tedbirler alamazsanız, cinsiyeti fark etmeksizin işlediği suçları arttırarak yoluna devam eder. Nitekim çocuğunu akıl almaz ve kalp dayanmaz işkencelerle öldüren annelerin suçlu olması, kadın olmanın kendisini veya annelik kavramını mahkum durumuna düşüremez. “Kadın her zaman mağdur olan taraftır” yaklaşımı, kadını korumaktan ziyade aile kurumunu çökertmektedir. Çünkü kadına yönelik suçlarda failin davranışı, erkek olmasından değil insan olamamasından kaynaklanmaktadır ve dolayısıyla diğer erkekleri olası suçlu yapmaz. Ailenin bütünlüğü çiftlerden birinin başını ezerek değil, kadın ve erkek arasındaki muhabbeti büyüterek sağlanabilir.
Aileyi ilgilendiren yasaların ve düzenlemelerin, sadece hukukçulardan oluşan bir kurul tarafından ya da sözüm ona kadın haklarını savunduğunu iddia eden fakat nikahsız birlikteliği savunmaktan başka bir iş yapmayan erkek düşmanı dernek temsilcileriyle birlikte değil; psikolojik danışmanlardan, çocuk gelişimi uzmanlarından, aile danışmanlarından, psikiyatristlerden ve sosyal çalışmacılardan oluşan uzman heyetlerden yardım alınarak yapılması gerekir.
4) Bilinçli STK’ların Olmaması, Var Olanların Problemi Çözmek Yerine Daha Fazla Sorun Üretmesi
Annelerimizin, kız kardeşlerimizin, eşlerimizin haklarını savunsun diye “bizim” kurduğumuz kadın derneklerinin bile, profesyonel seküler reklamcılara erkekleri ayı olarak tasvir eden kamu spotları hazırlatması ve billboardlara “örnek alınası erkek ayı görselleri” yerleştirmesi kelimelerin tükendiği bir noktadır.
“Kadına şiddete karşıyız” kamuflajı altında, kadın ve erkeğin birbirine velî olmasını engelleyecek düşmanca duyguların beslenmesi anlamakta zorlandığımız bir durumdur. Sonuçta her kadının bir babası, her erkeğin bir annesi vardır. Cinsiyet, sipariş vererek almadığımız ve seçme şansımızın olmadığı bir durumdur. Dolayısıyla övünülecek veya yerinilecek bir durum olmadığı gibi; artistlik taslamamıza veya ajitasyon yapmamıza neden olan bir mesele de değildir.
5) Gençlerin Enerjilerini Doğru Yöne Kanalize Edememesi
Evlilik ve cinsellik konusu gençlerin ana gündem maddesi olmaktan çıkıp, yaşamın olağan durumlarından biri haline geldiğinde birçok sorun kendiliğinden çözülmekte ve üretkenlik artmaktadır. Başıboş, sorumluluk almamış ve avare gençlerin; köşe başlarında veya stadyumlarda “Yan baktın, omuz attın” muhabbetiyle büyük olaylar çıkarması, amaç ve ideal eksikliğinden kaynaklanmaktadır ve mevcut işleyişin doğurduğu bir problemdir.
6) Kültürel ve Manevi Değerlerimizin Yavaş Yavaş Aşınıyor Olması
Evliliği ertelemeye neden olan durum, dini bütün bir insanla henüz karşılaşmamış olmaksa, bu durum takdire şâyân ve kıymetli bir gecikme sebebidir. Zira evliliği, Efendimiz’in tavsiyesi olarak ve “dini tamamlamak” şeklinde görme hassasiyetimizin kaybolmaması önemlidir. Ekonomik göstergelerden önce “Damat/gelin adayımız namaz kılar mı, kötü bir alışkanlığı var mı?” gibi sorular yöneltilmeli, bu konular “Sormanın ayıp olacağı sorular” kategorisinde değerlendirilmemelidir.
Ulvî duygu ve düşüncelere sahip olan ve hedeflediği yaşta evlenememiş olan kıymetli dostlarımız; müstakbel eşe ve huzurlu bir yuva kurmaya dair umutlarını, kavli ve fiili dualarıyla sarıp sarmalayarak özlemle büyütmeye devam etmelidir.
Abdullah Yalnız'ın Yazısı.