Korkunç muyuz? Artist miyiz?
Aslı Toprak
Birilerinin hala bizden korkuyor olması ne garip. ABD’li din uzmanı bilmem kim bir ara başörtülüleri holivud artistlerine benzetmişti. Korkunç muyuz artist miyiz bilmiyorum ama elektrik kaçağı gibiyiz. Hala çarpıyoruz birilerini. Voltajımız düşse de, kendimizi topraklasak da…
Bu bir ömür sürmez demiştim; öyle ya, sonsuza kadar bir yara kanamaz.. Bir matematik dersi tüm gün sürmez. Sezen Aksu bir kaseti aynı hüzünlü şarkıyla doldurmaz. Bu bir kural; değişim kuralı. Düştükten sonra kalkmak, ağladıktan sonra gülmek, öldükten sonra dirilmek gibi…
Ne güzel söylemiştim; hiçbir acı ömür boyu sürmez, hayatın maksimuma vuran noktaları olsa da her duygu zamanla kendine basit koordinatlar belirler. Bir hamile kadının karnı sonsuza dek büyümez.
Bir zaman makinesinin ileri düğmesinin sadece geçmişi unutmak için icat edilmesi gerektiğini söylemiştim; uzayda yaşayan astronotların daha geç yaşlanmasına benzetmiştim bunu. Bu yoğun “an”dan çıkıp geleceğe gitmek ve orada daha seyreltilmiş daha hafif duygulara bürünmek. Evet, istediğim buydu. Acının seyreltilmişi…
Değişimin ve başka anlara gidişin kafamızı bozmayacağını sanıyordum. Değişeceğimizi ama dönüşmeyeceğimizi. Yanıldım. Ben de bal gibi dönüştüm işte (modern çağ tanrılarına selam olsun, iyi iş çıkardılar) Artık sadece; otobüslerde yalnızsam, mevsimlerden sonbaharsa ve akşamüstüyse, yağmur camı dışarıdan soğuturken içerideki insanlar onu ısıtmak için nefes alıp veriyorsa işte ancak o zamanlar aklıma “sen” diye bir şey geliyor. Tüm bunların bir araya gelmesi de uzak ihtimal çoğu kez.
Eskisi gibi türkülere de yaslanmıyorum artık. Popçular neden bahseder hiç bilmiyorum.
Bak geçenlerde bir bebeği, annesinin erkek arkadaşları öldüresiye dövüp üzerinde sigara söndürmüşler. Ülkemde bebekler kül tablası olarak kullanıldığından beri “sarı gelin” türküsünün “gaydırı goppak cemile” den pek bir farkı yok benim için.
Hem biliyor musun devrimin diğer adı Küba’da, yaptırılan bir camiye İslam’ı seçenler sığmıyormuş artık. Sosyalist ütopyaların hayal kırıklıkları hep böyle sonuçlar verse keşke değil mi? Farkındayım seninle alakasız bir çıkış bu. Ama artık hangimiz seninle alakalıyız ki?
Geçen gün bir teyze onca sene okuyup neden çalışmadığımı sordu. İçimdeki kelimelerin boğulduğunu hissettim. Biliyor musun insanın cevapları bile ölüyor zamanla ve “canım çalışmak istemedi” cümlesinden bir kefene sarılıyor.
Biz değişimle meşgulken sen, dünyada bir tur daha atıp vicdanlarımızda kaybolmak için atak geliştirdin geçenlerde..
Avrupa Parlamentosu`ndan Silvana Koch-Mehri: “Kadınları örtenler, onların kimliklerini ellerinden alıyor...” diye yazmış. “Korkuyorum kapalı kadınlardan” diye de eklemiş. Güldüm okuyunca. Sen de gülmüşsündür muhakkak. Birilerinin hala bizden korkuyor olması ne garip. ABD’li din uzmanı bilmem kim bir ara başörtülüleri holivud artistlerine benzetmişti. Korkunç muyuz artist miyiz bilmiyorum ama elektirk kaçağı gibiyiz. Hala çarpıyoruz birilerini. Voltajımız düşse de, kendimizi topraklasak da…
Gerçi ben başörtüsü yasağı yazısı yazmak istemiyordum, sen de artık okumak istemiyorsun, o ayrı. Ama bak hala birileri zorla yazdırıyor insana… “Burkalı kadınları odaya kapatalım, sokağa çıkmasınlar” diyor Fransa, Belçika reklam panolarından “örtüye hayır” diye bağırıyor. Almanya da bir Türk bakan okullarda dini semboller yasaklanmalı diyerek haç ve başörtüsünü hedef gösteriyor, Cezayir pasaportlarda başörtülü fotograf istemiyor…
İşin ilginç tarafı dünyada bunlar olurken bizim yaralarımız iyileşme belirtisi gösteriyor. Biz düşmemişiz, biz ölmemişiz, biz sürünmemişiz gibi! Bilal Habeş’in; Selman Fars’ın, Süheyb Rum’un efendisiydi, biz kendi öykümüzün efendisi bile olamıyoruz. Olmayıverelim değil mi? Zaten okul kapılarından dönen kızların sayısı da azaldı. Sahi eylem yapan arkadaşların var mı hala? Onlara destek olan erkekler falan? Misal Resullullah üzülüyor mudur tüm bu olanlara. Mübarek gözleri buğulanıyor mudur? Ya da biz onu üzdük diye bağrımızın kırk yerinden yara alıyor muyuzdur? (Şu an ayağıma taş bağlayıp gözyaşına atlamak istiyorum.)
Artık başörtülü kadının modern dünyaya uyumunu konuşuyoruz biz. Erkek arkadaşı olabilir mi, eteğini kısaltabilir mi, bir başına Çinü Maçine kadar gidip geri gelebilir mi gibi daha mühim(!) mevzular var gündemimizde. Sosyolojik tespit rendesine döndük. Maşallahımız var. Aslında ara sıra içimizde arsızca eşinen bir horoz beliriyor ve bağırıyor “hani sabredenlerden olacaktınız” diye. Karşısına alışkanlık horozunu çıkarıp dövüştürüyoruz. Sabır mı galip gelir, alışkanlık mı emin değilim. Cevabını bulunca başım göğe erecek!
Dağda doğan adam, inişin ve çıkışın neresi olduğunu iyi bilirmiş. Ben de dağ gibi hüzünlerin ortasında doğdum inişi çıkışı iyi bilirim ama yine de tuhafım bugün. Misal çıkışlarda hava çarpıyor, inişlerde frenler tutmuyor. Düzen tutturamıyorum. (Söz toparlıyacağım kendimi)
Eskiden geceleri ne çok uyanırdım. İçimde panik-atak bir mümin vardı; kapıya pencereye koşan, elleriyle kendini yoklayan, uyursa gece bitecek ve ben uyuyanlardan olacağım diye endişelenen. Şimdilerde deliksiz uyuyorum. Stres uyku yapıyormuş. – Sence doğru mu?-
Niye yazdım ki şimdi bu yazıyı. Hüzün eskisi gibi yaralarıma iyi gelmiyor!
Zaten artık gastritim var, biraz fazla düşününce başım da ağrıyor.
Hem ben artık eskisi gibi küsmüyorum kimseye...
Açıp bir gazete okuyorum. Yozlaşıyorum!
- Affet beni -
GENÇ'ın Yazısı.