Yitirdiğimiz Güzellikleri Hatırlatmak İstedim
Merve Kurtoğlu
Ali Sürmelioğlu’nun, 19. yüzyılın sonunda geçen, polisiye unsurlar içeren ve arkasında 5 yıllık ciddi bir hazırlık olan “Yer Kızıl” isimli romanı raflarda yerini aldı. Şule Yayınları’ndan çıkan bu ilginç eseri konuşmak üzere kendisi ile bir araya geldik.
Sizleri Karabatak Dergisi’ndeki denemelerinizden biliyorduk fakat 400 sayfalık hacimli bir romanla karşımıza çıkmanız sürpriz oldu açıkçası. “Yer Kızıl” isimli kitabınızın hem isim hem de fikir olarak hikâyesini dinlemek isteriz.
Edebiyat tarihimizde mektep özelliği taşıyan birçok dergi yayımlanmıştır. Karabatak Dergisi de bu düsturu şiar edinmiş dergilerimizden. A. Ali Ural Hocam benim gibi genç yazar ve şairleri edebi yetkinlikleri neşet etsin diye teşvik etmekte sağ olsun. Bu vesileyle derginin mutfağında bulunmak, deneme ve röportajlarla katkı sağlamak nasip oldu.
A. Ali Ural Hocam yıllardır birçok yerde yazarlık atölyesi yapmakta. 8 yıl önce kendisiyle yollarımızın kesişmesi de bu minvalde oldu. Hocam nitelikli okuma yapma, doğu-batı klasiklerini irdeleme, yeni edebi eserlerle tanışma, yazının teknik özelliklerini öğrenme, nihayetinde “talip olanın” kendi yolunu bulması diye özetleyebileceğimiz bir süreçten geçiriyor öğrencilerini. “Yer Kızıl”, benim maceramda hasıl olan ilk meyve.
Karakoç, “Çocukluğumuz” şiirinde “Uzun kış geceleri babamın hazırladığı cenklerde” der. Dönüp baktığımda geriye karşılaştığım manzara benzer: Tasavvufî sohbet meclisleri, gazavatnameler, tarihi eserler... Gençlik yıllarıma damga vuran: Üsküdar. Yahya Kemal’in “Bir ulu rüyayı görenler şehri.” Boğaz’ın üç selam makamından biri olan Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi’nin civarında ikamet ediyorsunuz. Tarihle kuşatılmak algınızı, zihninizi, kaleminizi buna yöneltiyor.
“Yer Kızıl” ismi Nasreddin Hoca fıkrasından mülhem. “Hoca bir gece hanımını sarsarak uyandırır ve şöyle der: Yer kızıl, gök mavi, haydi uyu uyuyabilirsen!” Genel kanaat; Hoca güldürürken düşündürür. Oysa bu fıkrada gülünecek bir nokta yok! Araştırınca, Orta Asya’dan itibaren geleneğimizde yer-kızıl-cehennem, gök-mavi-cennet ilişkilendirmesiyle karşılaştım. Bu beni çok sarstı. Konuyla da münasip düşünce isim tercihimiz böyle oldu.
Romanın konusu nedir, nelerden bahsediliyor? Sizin ifadelerinizle öğrensek?
İsim tercihinin “Yer Kızıl” olmasının diğer saiki konunun yangın ve tulumbacılarla alakalı olması. Hikâyemiz 1895 İstanbul’unda, bugün Beyoğlu diye nitelenen, Pera’da geçiyor. Şehirde işlenen fail-i meçhul cinayetlerin tahkikatı için Zaptiye Nezareti yeterli olmayınca duruma Yıldız Teşkilatı el koyar. Çakaldağlı Rüstem ve Yaman’ın macerasında bizi şehrin efsaneleri, bugün yitirdiğimiz tarihi binaları, gelenekleri, hayatı, ticareti, kaideleri bekliyor. Ramazan eğlencesi olarak Arif Bey’in Kıraathanesi’nde setüstüne çıkan Meddah Eflatun, bir ay boyunca dinleyicilerine şehri saran bir korkuyu fısıldamak için haykırır: Hak dostum Hak!
Kitabın hazırlanış süreci neden 5 yıl sürdü, hangi aşamalardan geçti?
21. yüzyılda yaşayıp 19. yüzyıla dair bir hikâye anlatmak takdir edersiniz zordur. Rejimden sokağına, kurumlardan kıyafetlere, ünvanlardan lakaplara, araçlardan silahlara kadar birçok şey değişmiştir. Tarihi; eserinizde sadece bir sos olarak kullanmak niyetinde değilseniz, ciddi malumatınızın olması gerekir. Misal, ortada cinai bir mesele var. Bu suçun cezası nedir? Kadı kayıtlarına inip benzer vakalardan emsal cezaları çıkarmanız gerekmektedir. Bu ve benzeri okumalar 3 senemizi aldı. Ondan sonraki süreç ise kitabın yazılması. Tamamlandığında A. Ali Ural Hocamın onayı ve Naime Erkovan’ın titiz editasyonundan geçerek kitap yayımlandı.
Romanın sonunda anlattığınız bayram alayı gözünüzün önünde canlansın diye saraydaki ilgili yeri özel olarak açtırmışsınız.
Bugün protokol diye nitelenen devlet erkanın merasimlerde pozisyonları, yükümlülükleri, vazifeleri, giyecekleri kıyafetlerden, takınacakları üsluba kadar Osmanlı’da yazılı olarak kayda alınmış ve Teşrifat Nezareti tarafından takibi yapılmıştır. Yer Kızıl’ın hikâyesi Ramazan’da başlar ve bayram sabahı Sultan’ın huzurunda son bulur. Bayram alayı, bayram selamlığı bugünün insanına uzak kavramlar. Ancak okuyunca diyorsunuz ki, bu nasıl bir haşmet! Hasta adam olarak nitelendirilen o devrin her şeyine “köhne” yaftasıyla yaklaşıyoruz bugün ama unutmamak lazım: Güneş batarken de güneştir.
Muayede Salonu, Dolmabahçe Sarayı’nda bayram selamlığının yapıldığı yer. Halihazırda ziyarete kısmen açık ancak Sultan’ın merasim arasında dinlendiği oda gibi hususi mekanlar tadilat vb. sebeplerle kapalıydı. Sağ olsunlar sarayda vazifeli bir dostumuzun himmetiyle bu imkana sahip olduk. Kitabi olarak bilmekle iktifa etmektense yerinde görmeyi tercih ettim çalışmam sırasında. Zira insan büyük oranda sudandır ve su girdiği kabın şeklini alır. Ben de bu vesileyle yazacağım mekanların ruhuma tesirini artırmak gayretinde oldum.
Kitap 1800’lerin sonunda II. Abdülhamid döneminde geçiyor. Polisiye unsurlar çok dikkat çekici. Dönemin dili neredeyse aynen kitapta yer alıyor. 40 yıl önce yazılan eserler bile sadeleştirirken sizin dönemin dilini kullanmanız riskli değil mi?
Kitap bayram selamlığı nihayetinde Sultan’a takdim edilen bir rapor mahiyetinde olduğundan başlangıçta mukaddimeyle selamlar okurunu. Besmele, hamdele, salveleyle girizgahını yapar. Gayret sizdendir lakin tevfik Rabb-i Rahîm’in inayetiyledir ancak.
Çağımız tüketim çağı. Gündelik kelime dağarcığımızın yüz elli civarına düştüğü bir devirde yaşıyoruz. Cemil Meriç “Kamus, namustur” der. Türkçe’nin yanında Farsça ve Arapça’yı potasında eriten, eskimeyen bir lisandır Osmanlıca. Kısmen terk edilmesi işlevini yitirdiği manasına gelmez. “Gelin tanış olalım” çağrısını tefekkür edersek, tanış olmak için münasebet kurmak gerekir. Münasebet nasıl tesis edilir peki? Hz. Ali’nin lisanıyla “Kişi dilinin altında gizlidir.” Çok fazla manayı bir kelimeye yüklerseniz, kastedilen ile anlaşılan aynı kapıya çıkmayabilir. Gök dese iki kişi, biri ufuktan biri arştan bahsediyor olabilir. Bugün sadeleştirme denilerek yapılan budamaları da göz ardı etmemek lazım.
Eskimeyen lisanımızın müzikalitesinden, estetiğinden, ufkundan mahrumuz. “Yer Kızıl”a dönecek olursak meddahın anlatım tarzından doğan yer yer ağdalı, kafiyeli dil metnin yekûnu açısından küçük bir hacim tutar. Kitap meddah anlatısından sıçrayarak üçüncü kişi gözüyle kaleme alındığı için metnin aksiyonu içerisinde “eskimeyen lisanımızdan” kitaba akseden kelimeler hem hacim olarak hafifler hem de akış içerisinde kendisini açıklar.
Yeni çalışmalarınız olacak mı?
Çakaldağlı Rüstem ve Yaman’ın baş kahramanları olduğu “Yer Kızıl”, yerli Sherlock Holmes denemesi değil, bizim insanımızın dinamikleri üzerinden yükselen bir serüven. Allah nasip eder ve ömrümüz yeterse Rüstem ve Yaman’ın başka maceralarını da kaleme almak niyetindeyim. Duam ve gayretim talip olmaktır.
GENÇ'ın Yazısı.