Türk tarihinin her manada kemalat noktasını temsil eden siyasi teşekkülü Osmanlılar’dır. İslam ile şereflenilmesinin ardından Selçukluları takiben İslam sancaktarlığını, ilay-ı kelimetullah ve nizam-ı alem davasını, Osmanlılar en batıya doğru taşırlar.

Söğüt’te dört yüz çadırdan mülhem bir beylikten büyüyerek genişleyen ve üç kıta yedi iklime hükmeden Osmanlı’nın padişahları arasında I. Beyazıt nam-ı diğer Yıldırım, müstesna bir yere sahiptir. Hayat tarzıyla, ateşli cihat aşkıyla, yönetimdeki farklı yaklaşımıyla, alimlere hürmeti ve hayırlarıyla en önemlisi de mağrur oluşuyla maruf olan Yıldırım Beyazıt Han, 36 Osmanlı padişahı arasında belki de en nev-i şahsına münhasır olanların başında gelir. Babası Kosova Fatihi I. Murat’ın ikinci oğlu olan Beyazıt, sarayda iyi bir eğitim alır. Annesi Germiyanoğulları’ndan Gülçiçek Hanım’dır. Annesinin çeyizi olarak verilen Kütahya bölgesinde sancak beyliği yaparak tahta hazırlanır. Akıllı, hamlelerini hesaplayan ama bunların karşısında aceleci ve gururlu bir yapıya sahiptir. Birçok savaşta yararlılık gösterir. Bilhassa Kosova Savaşı’nın kazanılıp Haçlıların mağlup edilmesinde henüz daha şehzadeyken büyük bir fayda göstererek savaştan galip çıkılmasında maharetini kanıtlar. Babası I. Murat’ın savaş sonrası alanı gezerken bir yaralıya yardım etme niyetindeyken şehit edilmesi sonucunda tahta geçer. Yıldırım’dan evvel ağabeyi Yakup Çelebi vardır. Ancak erkan-ı devlet, taht için Beyazıt’ın daha uygun olduğunda ittifak ederek onu tahta davet ederler ve Yıldırım Osmanlı’nın dördüncü hükümdarı olarak tahta çıkar.

Anadolu’da Siyasi Birliği Sağlar

Yıldırım tahta çıktığında Balkanlar’da Haçlılar ile Boğazlar’da Bizans ile ve Anadolu’da da beyliklerle mücadele etmek zorunda kalır. Anadolu’da siyasi atmosfer bir hayli karışıktır. Beylikler topraklarını genişletmeye ve Osmanlı aleyhine büyümeye devam ederler. Yıldırım, ismine yakışır bir şekilde orta Anadolu’ya kadar uzanan bölgeye seferler düzenler. İrili ufaklı beylikleri itaat altına alırken, Karamanlılar’dan da Beyşehir ve civarını alarak Osmanlı’nın bölgedeki en güçlü devlet olduğunu bir kez daha ispat eder. Ardından Balkanlara seferler düzenler. Fethedilmiş olmasına rağmen daha evvel elden çıkmış olan Selanik’i yeniden Devlet-i Aliyye’nin toprakları arasına dahil eder. Bundan rahatsız olan Haçlılar, yeni bir sefer ile Osmanlı’yı Balkanlardan atmanın hayalinin peşine bir kez daha düşerler. Bu hayal onları Niğbolu’da bir kez daha kanlı bir bozguna götürecek olan savaşa sürükler.

Haçlıların Yere Serildiği Zafer

Papa’nın çağrısı ile toplanan Haçlılar kalabalık bir ordu teşkil ederler. Bu ordunun içerisinde Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika ve Eflak gibi pek çok Balkan ve Avrupalı devletten asker vardır. İngiltere ve Fransa arasında bitmek bilmeyen savaşlar olmasına rağmen Osmanlı’yı tehlike görerek aralarındaki mücadeleyi bırakıp Papa’nın çağrısı üzerine Osmanlı’ya karşı birleşerek Niğbolu’da birlikte saf tutarlar. Kaynaklara göre Haçlı ordusunun asgari miktarı 120 bin civarındadır. Macar Kralı Sigismund öncülüğünde ilerlemeye devam eden Haçlı orduları Tuna üzerinden giriş yaptıkları Osmanlı mülklerinin tamamında amansız bir yağma hareketine girişirler. Yağma ve çapulculukla nam salmış Haçlı ruhu 300 yıl sonra yeniden hortlar. Büyük bir azgınlıkla ilerleyen Haçlı ordularının ilk grubu Vidin, Ordava ve Rahova şehirlerini işgal ettikten sonra Niğbolu Kalesi’ni muhasara altına alır. İkinci grup ise Erdel üzerinden voyvoda ile birleşerek Niğbolu önlerine gelir. Gittikleri her yerde Müslüman ahali şöyle dursun kendi mezheplerine ve meşreplerine karşı gelen tüm Hristiyanları ve insanları dahi katlederler. Osmanlı’nın getirdiği barış ve hoşgörünün ardından bölgede böylesi zulümler Haçlılara olan nefreti artırırken Osmanlı’ya duyulan sempatiyi daha da olumlu bir hale getirecektir. Niğbolu’yu Doğan Bey komutasındaki Haçlılara karşı sayıca az bir birlik muhafaza etmekteydi. Bu sırada Yıldırım ise seferden habersiz İstanbul’u kuşatma altına almıştı. Haçlıların Niğbolu’ya kadar ulaştığı haberini alınca kuşatmayı kaldırarak hızlı bir şekilde ordusunu Edirne’de toplar. Filibe-Şıpka geçidinden Niğbolu civarına adeta sel gibi akan Beyazıt Han öncülüğündeki Osmanlı ordusu, bölgeye girişinde karşılaştığı bazı Haçlı askerlerini esir alır. Ardından iki ordu harp etmek üzere Niğbolu üzerine yayılır. Osmanlı ordusu, Haçlı ordusunun yarısından daha az bir sayıya tekabül etmektedir. 25 Eylül günü Haçlıların hücumu ile harp başlar. Merkezden saldırmayı düşünen Haçlı orduları bozguna uğrayan Osmanlı birlikleri üzerine saldırır. Büyük bir süvari birliği zafer naralarıyla hücum etse de bir süre sonra hüsrana uğrar. Osmanlı Hilal nam-ı diğer Bozkır-Turan taktiğini uygular. Merkezdeki birlikler bozgun edasıyla ricat ederken sağ ve sol kanattaki askerler ortada kalan düşman askerlerini çevreler ve hilali kapatarak Haçlıları adeta bozguna uğratırlar.

Osmanlı’nın Kaderi Değişir

Niğbolu’da kazanılan zafer yalnızca bir galebe çalma olarak değerlendirilemez. Başta Türk ve Avrupa tarihini ve geleceğini derinden etkiler. Niğbolu’da iki taraf da büyük sayıda asker kaybetse de mutlak galip Osmanlı olur. Bu mutlak galibiyet neticesinde Bulgar krallığı ortadan kalkar. Macar toprakları yağmalanır ve Osmanlı artık tam manasıyla bir Balkan imparatorluğu olur. Haçlıların Niğbolu’ya gelirken yaptıkları zulümler ve kıyımlar neticesinde her ne kadar dindaşları olsalar da bölge halkı Haçlılara karşı kesin ve keskin bir nefrete bürünür. Bunun aksine Osmanlı’dan daha evvel sadece adalet ve hakkaniyet gördükleri için Osmanlı idaresine olan sıcaklık ve yaklaşımları daha da artar. Pax Ottomana tam anlamıyla Balkanlarda hayat bulur. Hatta o kadar ki; Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı bir Fetret Devri geçirir. Anadolu’da kurulmuş olan Osmanlı’yı ayakta tutan ve yeniden ayağa kaldıracak olan maddi güç ve insan kaynağı Balkanlardan sağlanacaktır. Bu bir anlamda Niğbolu zaferini takiben yaşanan gelişmelerin Osmanlı’yı bir Balkan devleti kılmasına vesile olur.


Gökhan Gökçek'ın Yazısı.