Tilki dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına gidermiş ya, ben de dayanamaz, her hafta yolumu bir şekilde Üsküdar`daki Şeyh Mustafa Devati Camii`nin çevresine uğratırım. Oradaki çay ocağı varlık sevinci yaşadığım, huzur soluduğum, çok mutlu olduğum nadide yerlerden biridir. İmkan olursa, derneğe gelen misafirlerimi dahi oraya götürür, yanımızda götürdüğümüz ıslak kek eşliğinde çay içeriz, yaşlı amcaların yüksek sesli ve eğlenceli konuşmaları altında sohbet ederiz. Oradaki gürültüler bir çeşit ninni gibi gelir bana, simitçinin eve girercesine içeriye dalması, meczupların ansızın yanımıza oturması türündeki her kıpırdanış da büyüleyici bir film tadındadır. Burkina Fasolu Mahmud`la tefsir derslerini dahi orada yapıyoruz çoğu zaman, görenler bu manzarayı biraz garipsese de biz güzelce odaklanıyoruz, hiçbir sese ya da harekete takılmadan dersimizi tamamlıyoruz.

Geçtiğimiz cuma, yine duramadım ve o civarlara gittim. Eşref Abi çay ocağının kenarına sandalye çıkarmış, tonton hâli ve babacan gülümsemesiyle güneşlenircesine oturuyordu. Yanında birkaç kişi daha vardı. Selamlaştık. Daima kanı hayra kaynar, birkaç güzel söz eder, şiirler mırıldanır. Bu defa şöyle dedi:

- Bak bu İbrahim Abi, tanış, onu da videoya çek!

İbrahim Abiyle selamlaştık. Uzun senelerdir hâline gıpta ettiğim biriydi, gıyabında sever, uzaktan izlerdim onu. "Sizi tanıyorum ve zaten seviyorum efendim" dedim, gülümsedi. Vakurdu, sessizdi, sakindi. Birkaç dakika hiç kelam etmedi. Sonra bir ara başını kaldırdı, iyice süzdü beni. Bembeyaz saç ve sakalları sebebiyle, yüzündeki nur daha da çok belirgindi, varlığı huzur saçıyordu. Şanlıurfalı olduğunu, İbrahim Halil ismini taşıdığını, kırk senedir Üsküdar`da yaşadığını belirtti. "İnşallah bir gün oturur sohbet ederiz İbrahim Abi" deyince, başını salladı, ağır ağır şöyle dedi:

- Her şey nasip meselesi oğlum, Allah kısmet ederse o da olur.

Her zaman duyulabilecek cinsten sözlerdi bunlar, lakin İbrahim Abi kelimelere ruh üflemiş gibiydi, sözün ötesinde, hâliyle bir şeyler anlatır gibiydi. Daima teyakkuz hâlinde, hakiki sevgilisiyle gizliden görüşüyordu sanki. Beni de kendisini de var kılan zatı hesaba katmadan yaşayamam dercesine, mutmain bir kalbin teslimiyetiyle oturuyor gibiydi. O an niyetine girdim, "inşallah İbrahim Halil abiyle uzun uzun sohbet edeceğim" dedim içimden. Niyetim henüz bitmemişti ki Eşref Abi araya girdi: "Sen ne zaman dilersen söyle, ben ararım İbrahim Abiyi, evine gideriz ya da o gelir, sohbet ederiz." Niyetimiz hayatımız oluyor, çok aşikâr...

Sonra dergiye doğru yürümeye başladım. Balıkçılar Çarşısı`nın içinde, Devati civarında tanıştığım bir başka büyüğümle karşılaştım. Yüzü Üsküdar`daki birçok fazileti toplamışçasına berrak, hâli şefkatli insanlığın özeti gibiydi. Yaşı muhtemelen altmışı geçmişti, fakat hem deri ceketli, hem zayıf hem de daima traşlı olduğu için "Üsküdar`ın delikanlısı" gibi de görünüyordu gözüme. Edebî üslupta zengin bir zirve ve büyük bir usta olarak gördüğüm, Abdülkhak Şinasi Hisar`ı da andırmıyor değildi. O kısacık an, çarşının içinde, insan bu denli nasıl huzur bulur, böylesi bir insanlık sevgisiyle nasıl dolar, anlamış değilim, lakin ondaki pozitif hâl gerçekten öyleydi. Sağımızdan solumuzdan insanlar geçiyordu, "şöyle kenara çekilelim de kimseyi rahatsız etmeyelim" manasında işaret yapınca az öteye yürüdük. "Sizi özledim, inşallah afiyettesiniz" şeklinde birkaç kelam ettim, aynı şekilde karşılık verdi. Yalan yok, içimden ağlamak geldi, kendimi yaşlı bir Üsküdar amcası gibi hayal ettim, olabilirsem bu insanlar gibi iman dolu, merhametli, nazik, huzur verici olabilmeyi diledim. Gıyabında hiçbir varlığa kötülük etmeyeceğine dair kesin bir inanç taşıdığım bu değerli zatla muhabbetle kucaklaştık, güzel duygular içinde birbirimizden ayrıldık.

Ertesi gün Taha Kılınç Abim bir fotoğraf yolladı. Muhtemelen 1955 yılında, gazetelerden birinde yer alan, Abdülhak Şinasi Hisar`ın vefatıyla ilgili, hazin bir haberdi. Cümleleriyle mest olduğum, üslubunu başarıyla taklit edebilsem dahi kendimi bahtiyar addedeceğim bu kıymetli zatın, meğer herhangi bir geliri bulunmadığı ve vefatında üzerinden sadece birkaç lira çıktığı için, cenazesini belediye kaldırmış. Daha önceden, Aksaray Valide Camii`nde kılınan cenaze namazına yaklaşık 50 kişinin katıldığını biliyordum, lakin bu detay epey sarsıcıydı benim için..

Ahh, ah. Böyle işte. Bir yanda Devati isimli bereketli mekandaki yaşlı çiçeklerin gönül açan kokuları, kalp ferahlatan halleri, diğer yanda büyük edebiyatçımızın yapayalnız, varlıksız vefatı. Bir gün arayla, epey manidar geldi bana, hislendim, üzüldüm. Hoş, tam da burada rahmetlinin şu cümlesini hatırlama vaktidir: "... başkalarına acıdığımızı sanarken bile, içimizden mutlak biraz kendimize ağlarız." / (Abdülhak Şinasi Hisar - Fahim Bey ve Biz)

Yaşlılarımızın bereketi eksik olmasın üzerimizden, merhametli insanlıkları kaybolmasın hayatımızdan. Bizlere de salih insanlar arasında, iman dolu ve huzur verici simalarla yaşlanmayı nasip etsin Rabbimiz, amin..


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.