Ahmet Musa Bala

İstanbul`un tarihsel süreci içerisinde kıdemli camilerine baktığımızda yakın zaman öncesine kadar tartışmalara konu olmuş Rumeli Hisarı Cami bir diğer adıyla da Fetih Cami iyi bir örnek teşkil eder. 1452 Senesinde Fatih Sultan Mehmet Han tarafından inşa ettirilen bu cami, zaman içinde tahrip olmuş ve sadece minaresi günümüze kadar ulaşmıştı. İlerleyen zamanlarda bu alan açık hava konserleri yapılabilecek teknik bir alt yapı ile donatıldı. Bu süreçte minaresi de birçok sefer kulis olarak kullanıldı. Şayet caminin zaman içerisinde yıkıldığı dolayısıyla bu alanında işlevsel halinin değiştirilerek, başka bir boyuta getirilip, insanlığın hizmetinde kullanılmaya devam edildiği savıyla temellendirilirse bu kez ortaya başka sorunlar çıkacaktır. Bu sorunlardan en başatı "vakıf kültürü, vakıf duası ve vakıf bedduası"nı ilgilendiren sorunlardır. Bu sorunlar, içeriksel olarak bazı şartları ve yükümlülükleri zorunlu kılar. Zira Fatih Sultan Mehmet Han bu araziyi cami olarak vakfetmiştir. Bu hususla arazi tahsil edilmiş ve gerekli şartlar konmuştur. Vakfettiği şartların aksi durumunda ise vakıf kültürünün tarihsel belirleyiciliği akla gelir. Kanuni Sultan Süleyman`ın Vakıf Bedduası`nı da bu noktada hatırlayabiliriz:

“Allah’a ve Ahiret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hazreti Peygamberi tasdik eden, Sultan, Emir, Bakan, küçük veya büyük herhangi bir kimseye, bu vakfı değiştirmek, bozmak, nakletmek, eksiltmek, başka bir hale getirmek, iptal etmek, işlemez hale getirmek, ihmal etmek ve tebdil etmek helal olmaz. Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kaidelerinden herhangi bir kaideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, fesh edilmesine veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse, haramı üstlenmiş, günaha girmiş ve masiyetleri irtikap etmiş olur. Böylece günahkarlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Mâlik (Cehennem Meleği) onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah’ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez..."

Bu arazi, 2016 yılında 5357 sayılı Vakıflar Kanunu sebebiyle vakıflara geçmiş ve Rumeli Hisarı Cami tekrar ihya edilmişti. Konuyla ile ilgili tartışmaları hatırlayacak olursak eğer, caminin ihyasına yönelik karşıt basit eleştiriler hatta yer yer alay etmeler gözümüze çarpar. Konu ile ilgili öne sürülen Rumeli Hisarı`na "Mescid olur mu?", “Konser alanımıza mescid yaptırmayacağız, tarihimize sahip çıkacağız” , “Rumeli Hisarına Mescid! İstanbul’un tek eksiği giderildi(!)” vb. alay ve eleştirilerle karşılaşıldı.

Oysaki tekrar tekrar hatırlatmakta fayda görülen husus şudur ki; bu  ihya çalışması, tarihin kendisini korumak ve Fatih`in emanetine sahip çıkmaktır. Fatih Vakfiyesi(vakıf senedi) bize bunu açıkça göstermektedir. Kaynak olarak Fatih`in Vakfiyesi`nde geçen Rumeli Hisarı Cami bahsini burada aktaralım:

“…himmetlerine yaraşır bir şekilde, Hazret-i Halil İbrahim aleyhisselam’ın sünnetine uyarak “kendileri aç oldukları halde elden ayaktan düşmüşleri, yetim ve esirleri doyururlar” ayet-i kerimesinde işaret buyurulan ebrar (iyiler) ipine dizilenlerden olmak için camii şerif civarında iki yüce imaret yaptırdılar ki, “Baktığın zaman orada büyük bir nimet ve mülk görürsün” akla getirirler ki, her biri yegane müsafirhanedir, cennet nimetleri gibi kesintisiz olup Allah’ın rahmeti gibi vermekle eksilmez. Bunlardan birine Daruşşifa, diğerine İmaret adını verdiler ki, tarifi imkansızdır. Bu hayrat binaları ki, her biri ehl-i taatin mabedidir. Yer yüzünde Allah’ın gölgesi, zengin fakir herkesin sığınağı Yüce Hünkar, yukarıda anılan Ayasofya Camii, Molla Zeyrek Camii, Galata Camii, Silivri camii, kendisi için saadetle yaptırdığı Yeni Camii (Fatih Camii), Şeyh Vefa Camii ve Rumeli Hisarı Camii, bu yedi cami ve mescid ve bunların dışındaki kilise ve havraları “Allah rızası için ve onun azabından korkarak malın ve oğulların fayda vermediği, ancak ter temiz bir kalb getirenlerin kurtulacağı günde, elem veren cezasından kaçmak için “Ayakta ve otururken Allah’ı anarlar, rüku ve secde ederek mescidlerde itikaf ederler” ayet-i kerimesi doğrultusunda, cemaat olmaları, farz, vacib ve sünnetleri eda etmeleri için ehl-i İslam ve Allah’ın bütün kullarına vakfettim.” 

İstanbul'un fethinde sembol bir yer teşkil eden Rumeli Hisarı ve Rumeli Hisarı Camii`nin aslına uygun bir şekilde yaşatılıyor olması oldukça önemlidir. Bu türlü eserlerin aslına uygun yaşatılıyor olması, Nurettin Topçu'nun da bir hayalini dillendirir: “Bu şehri bir kere daha fethetmemiz lâzım. Beş yüz yıllık vücuduna sahip olduğumuz bu şehir şimdi şaşkındır. Onu ve onunla birlikte Anadolu’yu kurtaracak hamle nereden gelecek?" ( Nurettin Topçu; Büyük Fetih (Bütün Eserleri 11), Dergah Yayınları, İst. ,s. 39.)

Aynı bakış açısından devam edersek, Ayasofya Camii için de şunları söyleyebiliriz:

Rumeli Hisarı Camii, İstanbul fethinin hazırlık evresi, tabiri caizse ilk cümledir. Ayasofya Camii ise bütün hazırlıkların bittiği, artık sonucun ortaya çıktığı tabiri caizse son cümledir. Ayasofya Camii’nin açılmasını talep eden kimseler, hazırlık evresinin uzun cümlelerini kurmak zorundadırlar. Bir sözün girişi olmadan sonucunu beklemek boş bir beklentiden ibaret olabilir. Bu talep çok ciddi bir yükümlülüğü de sırtlanmayı gerektirir.

Rumeli Hisarı Camii’nin ‘orijinal’ halinin ve işlevselliğinin sürdürülmesi, gelecek için bir umut teşkil etmekle beraber yükümlülüklerimizi ve olabileceklere karşı maddi, manevi hazırlıklarımızı tamamlamamızı bizlere hatırlatır. İşte tam bu noktada Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in Ayasofya Camii için söyledikleri adeta bir ders niteliğindedir: "Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem: Ayasofya açılacak! Türk`ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar Ayasofya`nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.”


GENÇ'ın Yazısı.