Mâsivâdan Tahâret
Ellerini, ayaklarını, tüm bedenini yıka. Kömür ocağından çıkıp gelen bir madencinin, yıkanırken bedeninden sıyrılıp giden isler gibi akıp gitsin günahların, tepeden tırnağa.
Ortalama 60 sene oruç tutma yükümlülüğünde olan bir insan için, 5 yıl Ramazan ayında geçiyor. Ne büyük imkân, ne büyük nasip...
Yüceler Yücesi Rabbimiz verdiği onca nimet ile beraber adeta bizleri, “Kulum!... Kopma benden. İnsanlığını unutma; kulluğunu unutma. Rahmetim senin üzerine olsun.” diye ısrarla kendine dostluğa davet ediyor.
Akıp giden zaman içerisinde, hızlandıkça hızlanıyor insan. Kendisiyle beraber, etrafındaki her şey hızlanıyor.
Yeme-içmeler hızlanıyor, vücut neye uğradığını şaşırıyor. Konuşmalar hızlanıyor, anlam, yitiriyor öz değerini. İşler hızlanıyor, bereket ortadan kalkıyor. Sevgiler bile hızlanıyor; buharlaşıp kayboluyor sonra gerçek tebessüm, vefa, muhabbet...
Artık dünyanızı, anlık hazlarla tekerini döndürmeye çalıştığınız bir hayat sarıyor. Mânâ denkleminde hiçbir değeri olmayan heves ve ideallerle gelecek zaman kurgularının peşine düşmek, zaten bataklığa dönmüş alemin içinde insanlığı karanlık girdaplara çekiyor.
İşte her zaman ve mekanın hükümranı olan Hazret-i Allah, ahir zamanın bu girift döneminde de kullarına, tahsis ettiği mübarek zamanlar vesilesiyle kapılar açıyor.
Önce mübarek Recep ve Şaban aylarıyla içerisine girilen bu müstesnâ zamanlar, Ramazan ayı ile yoğunlaştırılmış bir “içerisine sevgi konulunca yürek hâlini alan kalp” rektefesi hüviyetine bürünüyor.
“Yıkan!...” diyor Rabbimiz. “Al sana mekan, arzım; al sana imkan, Ramazan... Pâk ol. Seni yarattığım ilk zamâna rücû et. Arın ve rahmetimi kazan..” diyor ve devam ediyor:
“Kalbini yıka. Benim sevgi ve muhabbetimden gayri orada ne varsa sil, süpür. İnsanları ve senin için yarattığım mahlûkâtı topyekûn sev ve oraya bir daha necis olan hiçbir şeyi koyma.
Dilini yıka. Gıybet, dedikodu, boş laf ne varsa, seni en çok azaba dûçâr edecek o et parçasından müstağni kıl. Her söylediğini tart. İki düşün, bir konuş. Kırma, kırıcı olma, kimseyi onunla incitme.
Gözlerini yıka. Her bir bakışının hesabını vereceğin anlar için dikkatli ol. Benim rızamın gayrısına yönelme; azabımı celbedecek her manzaradan uzak dur. Namazdayken secde yerinden sapma; en kıymetli mekân ve zamanlarda ağlayarak onları, bilvesîle gönlünü mâsivâdan arındır.
Kulaklarını yıka. Şeytânî, nefsânî şeyleri duyma. Mü’min kardeşinin çekiştirildiği, seni günaha gark edecek, gönlünü fesada sürükleyecek her türlü sözden, sesten uzak ol. Ezana, Kur’an’a, kâinat kitabının hakikatlerine ver onları...
Ellerini, ayaklarını, tüm bedenini yıka. Kömür ocağından çıkıp gelen bir madencinin, yıkanırken bedeninden sıyrılıp giden isler gibi akıp gitsin günahların, tepeden tırnağa.”
Kulunun, kendisine daha yakın olması için devamlı rahmet tecellilerini bahşeden Rabbimiz bir de:
“Ey kulum!... Defterini de yıka.” buyuruyor.
“Dünyadayken amelin ve niyetlerinle doldurduğun ve huzuruma geldiğinde açılıp senin yüzünü ak ya da kara edecek o defterinin sayfalarını, satırlarını güzelliklerle dolu olarak tanzim et; onu içerisindeki necâset mürekkebi lekelerinden arındır.
Bunun için de emirlerimin dışına çıkma: Benim sana verdiğim nîmetlerden, o nîmetlere kavuşamamış olanlara ikramda bulunarak, şükür îfâsıyla affıma mazhar ol.”
Hâlık-ı Zülcelâl, “Ben her an senin iyiliğinin murâdı üzereyim. Temizlen ey kulum, yıkan, dup duru ol. İşte sana su, işte sana sabun, işte havlu, işte mekân, işte Ramazan!...” buyuruyor.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.