Neden Kur`an Okumalıyız?
Yunus Emre Tozal
İyi olacağız, iyi olmak zorundayız, kötülüğe karşı direneceğiz, kötülük karşısında susmak, hareket etmemek, aktif iyi olmamak, kötülüğe yardım etmektir.
Kursta dönem sonu yaklaştıkça hocaların çeşitli yerlerde söylediği küçük hatırlatmalardan oluşturduğum ve unutmamak için de ajandama yazdığım notlar birikmeye başlamıştı. Bir akşam ezberimi erken yapıp ajandamı düzenlemeye ve notları toparlamaya başladığımda, notlardan genel olarak şöyle bir başlık çıkardım: İmtihan ve Yolculuk. Bu iki kavram üzerinde çokça durmaya çalışan hocalarımız, bir Müslümanın hayatını bu iki kavramın, yani imtihanın ve yolculuğun ifade edeceğini söylüyorlardı. Sonradan bu iki kavram üzerinden aslında neden Kur’an okuyoruz, neden biz burada hafızlık yapıyoruz, neden Kur’an’ı öğrenmeliyiz gibi soruların cevapları üzerinde durduklarını fark ettim.
“Neden Kur’an okumalıyız?” sorusu bir Müslümanın dünyaya bakışını ve hayata dair algısını değiştirebilecek kadar zor bir soru. Gençken belki basit bir cevabı varmış gibi görünse de, insanın omzuna binen yükler ve hayat meşgalesi arttıkça bu sorunun ağırlığı artıyor. İman arttıkça her şey daha lezzetli geliyor. Yük arttıkça bir yandan sevinç artarken, diğer yandan “Acaba bu yükü kaldırabilecek miyim?” endişesini taşıyabilmek, yolculuk içerisinde olmanın verdiği bir bilinçle mümkün. Hani büyüklerimiz hep anlatırlar; sahabenin çok hassas olduklarını, sahabeden Hanzala’nın Peygamber Efendimiz’in (sav) huzurundan ayrılınca kendisini bir münafık gibi görmesi ve ardından Peygamber Efendimiz’in (sav) yanına gelip “Ey Allah’ın Elçisi, yanında bulunduğumuzda bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun; biz de onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Senin huzurundan çıkıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce bunların çoğunu unutuyoruz.” deyişindeki sırda gizli iman hakikatleri… O kadarki bir an olsun bile ayrılmak istemiyor hakikatten; bir an bile olsa dünyaya neden geldiğini, ne yapması gerektiğini unutmak istemiyor.
Kitapların meşhur bir girişi vardır, “Dünya ikiye ayrılmıştır, bu kitabı okumuş olanlar ve okuyacak olanlar…” Bu giriş cümlesi, yayınladığından beridir fantastik film listelerinin başında gelen filmlerden, Yüzüklerin Efendisi kitabının yazarı J.R.R. Tolkien’in adeta hayat verdiği cümlelerden biridir. Tolkien, yazdığı hikâyede Orta Dünya’yı bir insanın kalbi gibi tasarlayıp, insanın iç dünyasındaki duyguları Orta Dünya’da oluşturmuş ve böylece iyilikle kötülük arasındaki savaşı adeta hikâyesinde temsil etmiştir. Tolkien’in Orta Dünya’sı bizim dünyamızın hemen hemen aynısıdır. Kötülükle iyiliğin, karanlıkla aydınlığın birbiriyle mücadele ettiği; bir insanın kalbindeki tüm duyguları barındıran bir dünyadır. Orta Dünya’da, insanda bulunan tüm duygular cismanileşmiştir; Tolkien gibi orada biraz uzun süre kalındığında fark edilecektir ki haksızlık, nefret, aşk, intikam, bilgelik gibi insana özgü özellikler, Orta Dünya’da birer ırk gibi sürekli savaş halindedir. Orta Dünya’da iyiliğin kazanması için ise tek bir şart vardır: İnsanların tüm ırkları bir aşk etrafında toplayabilmek ve kötülüğe karşı tek bir ordu meydana getirebilmek. Kötülük, kendisine karşı tüm ırkların, tarihe iyi bir dünya bırakmak uğruna, aşkla birleşmesiyle ancak alt edilebilir. İşte bu iyilik ve kötülük sahnesi, Kur’an’ın bir Müslümana yüklediği en temel görevlerden biri. İyi olacağız, iyi olmak zorundayız, kötülüğe karşı direneceğiz, kötülük karşısında susmak, hareket etmemek, aktif iyi olmamak, kötülüğe yardım etmektir. Kur’an’da birçok ayet sonu “Hâlâ düşünmez misiniz, hâlâ akletmeyecek misiniz?” gibi soru cümleleriyle biter. İnsana “kendine gel” uyarılarıdır bu sorular. Çünkü düşünmek, değişime dâhil olmaktır. Bir şeyleri değiştirmek için düşünmek, bir adım sonrasının bir adım öncekiyle aynı olmaması için mücadele etmektir. Yürekle iletişim kurarak, yürekle birlikte kendinin dışında hakikat ırmağına akmaya çabalamak, varolan tüm soruları karşına alarak bilgiye ulaşacak her türlü yolu denemeyle mümkün olacaktır. Dolayısıyla Ku’ran’ı iyilik ve kötülük arasındaki tercihimizi doğru yapabilmek için okumalıyız.
Orhan Hoca’nın ders notlarından çıkardım: “Nerede olursak olalım ve her ne yapıyorsak yapalım, bu dünya içerisinde Allah bizlere çeşitli sorular gönderiyor. Arkadaşımızla, kardeşimizle, yarın bir gün evleneceksiniz inşallah eşinizle, çalışmaya başlayacaksınız makam ve mevki ile ya da işinizle sürekli bir soru alma halindeyiz; haliyle uzun bir imtihan süreci yaşıyoruz aslında. Arifler imtihan süresinin çok kısa olduğunu söylerler ve fakat bir ömür bize çok uzak gelir. Yirmili yaşlardayken otuz yaşına hiç gelmeyeceğimizi düşünürüz, otuz yaşına vardığımızda da kırklı yaşlar uzak gelir ve fakat yaşadıkça daha iyi anlarız aslında zamanın su gibi geçtiğini. Hatıralar birikir, anılar çoğaldıkça çoğalır; geçmişle daha çok vakit geçirmeye; o güzel günleri tekrar tekrar hatırlamaya gayret ederiz. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursak olalım ve her ne işle meşgul olursak olalım bir imtihan halindeyiz; bu imtihan bizi bir yolculuğa çıkarıyor. Yolda olduğumu unutabiliriz ama imtihanlarla tekrar hatırlamalı ve yolumuza devam etmeye çalışmalıyız.”
Bir başka sohbetinde Orhan Hoca: “Burada tüm Hocalarımızın sizin üzerinizde emekleri var. Sizlere sadece Kur’an ezberletmeye çalışmıyoruz, aynı zamanda Kur’an’ı niçin ezberlememiz gerektiğini ve neden okumamız gerektiği üzerinde de çokça durmaya gayret ediyoruz. Çünkü Kur’an, tüm insanlığa İstiklal Marşı’mızın şairi Akif’in de dediği gibi sadece yüzüne okumak, ya da sadece ezberlemek için gönderilmedi. Ne diyordu Akif:
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için
Dolayısıyla Kur’an’ı tane tane okuyacağız, ezberleyeceğiz ama daha da önemlisi Kur’an bizim hayatımızı aydınlatacak, ışık tutacak, yolumuzu gösterecek, göstermeli de, aydınlatmalı çünkü. Kur’an-ı Kerim, kâinat yaratıcısının bir halife olması için yarattığı ve dünyaya gönderdiği insana özel ve insanın anlayabileceği bir konuşmasıdır. Kur’an, insanı terbiye eder ve onu eşrefi-i mahlûkat yani yaratılmışların en şereflisi olarak en yüce, en ulvi dereceye çıkarır. Kur’an bize bu yönüyle bakıldığında, bize hem bu hayatın anlamını öğretir, hem bize bizi yoktan yaratan Allah’ı tanıtır. İnsan hem kendisini bilecek, hem yaratıcısını tanıyacak, ardından içinde bulunduğu dünyayı mamur edecek. O yüzden Kur’an’ın bir Müslümanın hayatında sadece hayat rehberliği ya da sadece Müslümanın bireysel hayatını nasıl yaşaması gerektiğini değil, aile, toplum, devlet ve tüm dünya bazında nasıl yaşaması gerektiğini de söyler.”
GENÇ'ın Yazısı.