+1 olmayı anlamak önemli bir adımdır, yol bu soru ile açılır. Ama biraz mesafe alırsan şunu anlarsın ki mesele varlık iddiasında bulunmak değildir; mesele, sahip olduğunu düşündüğün şeyi engel olmaktan çıkartmaktır.

Gözleri gök kadar derin Genç, Burhan’la mutat buluşmasına geç kaldığı için mahcuptu. Herhangi bir mazereti yoktu, zamanında haber de vermemişti. Yol boyunca ne anlatacağını düşünmüş, sonra doğru söylememekten başka bir seçeneği kalmadığını görünce susmaya karar vermişti.

Burhan onu beşuş bir çehre ile karşıladı. Genç, en azından çatık bir kaş, bir imalı soru ya da ilgisizlik beklerken tam tersi insanı rahatlatan, tabii ve dingin bir atmosfere girdiğini görünce önce şaşırdı, akabinde üzerindeki yükün hafifleyiverdiğini hissetti.

Susuyorlardı. Genç, bu sessiz ve sözsüz ortamdan aslında çok şey dinlemesini öğrenmişti. Bu sefer zihni, bu rahatlığın nasıl bir anda içini sıkan cendere ile yer değiştirdiği ile meşguldü. Pişmanlık ne ilginç bir duyguydu? Bir eserde, insana en çok mesafe aldıran halin pişmanlık olduğunu okumuştu. Ama pişmanlığın insanın dengesini bozan bir tarafı da vardı. Karanlık tarafımızı baskılayan, bir nevi haddini bildiren bu his, tövbenin ta kendisi miydi? Peki ya kapıdan içeri girdiği anda umduğu değil bulduğu neydi?

“Herhalde af ve merhamet de böyle bir şeydir.”

Sessizliği Burhan bozdu:

- Bir sorun yok mu bugün?

Genç gülümsedi:

- Benim her güne şamil bir sorum var zaten.

Burhan meraklı bakışlarını Genç’e çevirdi. Genç ilk kez Hakîm’den işittiği ve hayatının sorusu olarak gördüğü o ifadeyi kendinden emin bir tavırla söyledi:

- Neden +1’im acaba?

Yıllardır hem zihnini hem de gönlünü beslediği bu sorunun Burhan’da nasıl bir tesir meydana getireceğini merak ediyordu, o yüzden sorusunu ilave bir izahla açmak istedi:

- Bu kadar insan içerisinde beni +1 olarak yaratanın muradı ne olabilir ki?

Burhan başını önüne eğdi. Onun sessizliği Genç’e bir şeyler daha söyleme ihtiyacı hissettirdi:

- Niye yaratıldığımızı herkes genel sözlerle bir şekilde anlatmaya çalışır da, özelde niye yaratıldığımızı, örneğin, benim niye bu şekilde, bu suretle, bu insanlar arasında ve bu zamanda yaratıldığımı herhalde ancak kendim cevaplayabilirim.

Daha söyleyecek sözü kalmamıştı, muhatabına baktı. Artık konuşsun, bir şeyler söylesin istiyordu. Burhan yüzündeki derin mana ile Genç’e baktı:

- Peki, buldun mu sorunun cevabını?

Genç, “arıyorum, zaten asıl olan aramaktır, bu arayış bir ömür boyu sürebilir, bulduğumu zannettiğim aradığım olmayabilir” şeklinde zihnine üşüşen cevapların hiçbirisini veremedi, çünkü Burhan’ın gözlerindeki o ifade sorusuna cevap aramıyordu. O derinlere dalmış gözlerde yatan maksadın başka bir şey olduğunu okuyabiliyordu.

“Herkesin özel olarak araması gereken bir sorunun cevabı özel kalmalı belki de...”

Burhan cevap beklemediğini ifade eden bir el hareketiyle devam etti:

- Sorular dilimizde, cevaplar fiilimizde. Herkes farkında olsun ya da olmasın sorusunu sormuş, cevabını bulmuş, ona göre yoluna koyulmuştur. Senin özel sorun hakkında vereceğin cevap çok önemli değil. Ne yaptığın, nasıl yaşadığın, bizatihi hayatın cevaptır. Sen sorunu aramıyorsun, cevabını yaşıyorsun.

Genç, aşina olduğu bir konuda yeni bir kapı açıldığını fark etmişti. Kendimiz kadar özel bir sorunun cevabı, son tahlilde bizi yaratanın hakkımızdaki muradını bulmak anlamına geliyordu, bunu biliyordu. Ama bu cevap bir zandan başka ne olabilirdi ki? Herkes bir zan üzere yaşıyor, dolayısıyla yapıp ettikleriyle aslında kendine ait o özel sorunun cevabını fiilen vermiş oluyordu. Hakkımızdaki zan bir çeşit mukaveleydi aslında. “Ben, kendimi çözdüm, benden ne istendiğini anladım, işte buna göre bir yol tutturdum.” Varlığımız soruydu, hayatımız ise cevap.

- Benim her günüme şamil sorumu öğrenmek ister misin?

Burhan’ın bu sorusuna Genç zihnindeki anafordan diyecek bir şey bulamadı, belli belirsiz bir tebessümle başını salladı.

- Benim sorum seninkinden biraz farklı.

Durdu, muhatabın sözü alabilecek yerde olduğunu anlamak ister gibi tekrar baktı:

- Benim derdim, nasıl -1 olurum, başka bir şey değil.

- Fenaya ermek mi, hiçlik makamı mı yani? Burhan güldü:

- O ne ki? Hiçsen zaten ne ismin ne cismin olur, seni kim bilecek? Değilsen lafını ettiğin şeyler imtihanın olur. O değil kastım. +1 olmayı anlamak önemli bir adımdır, yol bu soru ile açılır. Ama biraz mesafe alırsan şunu anlarsın ki mesele varlık iddiasında bulunmak değildir; mesele, sahip olduğunu düşündüğün şeyi engel olmaktan çıkartmaktır.

İşaret parmağını Genç’in sadrına doğru yöneltti:

- Varlığın, kendi hakikatine ermek yolundaki en büyük engelindir. Genç’in dudakları ve sol kaşı hareketlendi. Aklına yatmayan ya da sindiremeyeceği bir şey duyduğunda böyle olurdu. O an beden dilinin bu şekildeki ifşaatından Burhan’ın rahatsız olabileceğini düşündü ama Burhan’ın bakışları belli belirsiz bir yerdeydi. Adım adım gitmeliydi, aklındaki ilk soruyu sordu:

- Niye -1 olmamız gerekiyor ki?

- Asr Suresi gayet açık, hepimiz hüsrandayız.

Genç başını salladı:

- Hüsran, fabrika ayarımızdır, doğru.

- Herkesin kayıpta olduğu ve bunun akıp giden zamanla ilişkilendirildiği, her tik takta sermayemizin elinden kayıp gittiği bir vasatta -1 olmaktan başka kurtuluş yolu var mı? Ne yapıp edip, bize fabrika ayarı olarak yazılan hüsrandan kurtulmamız lazım. Kurtuluş nerede? Aynı sure, “illa” ile o kurtulanların kimler olduğunu söylüyor.

- İman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.

- Evet, inanacaksın, inancının gerektirdiği işi yapacaksın, bu gerçeği herkese anlatacak, dahası bu gerçek üzere yaşamanın yolunun, yine örnekliğini sergileyeceğin sabırdan geçtiğini unutmayacaksın.

Genç “makul” diye düşündü, şimdi sıra aklındaki ikinci sorudaydı:

- Sanırım, -1 olmanın cevabı en azından +1 olmanınki kadar özel değil, öyle midir? İmanın ne olduğu belli, amel-i sâlih belli, Hak belli, hak üzere sabır belli. Herkes dediğimiz sınıftan çıkmanın yolunun, bir başka genel sınıfa terfi etmek olduğunu anlıyorum, yanlış mı? Öznellik ya da özgünlük ortadan kalkıyor mu?

Burhan kastı meçhul bir şekilde başını salladı. Gözlerinde gidip gelen bir ışıltı vardı ama susuyordu.

“İşittiklerini takdir mi ediyor, yoksa yetersiz gördüğünü mü ima ediyor?”

Genç sorusunun cevabını beklerken, Burhan’ın susuşunun, vereceği cevapla ilgili olmadığını hissediyordu. O anki muhavereden kopmuş, başka bir yere mi gitmişti, emin değildi. Uyandırılmak istenen birisini dürter gibi konuştu:

- Bu kadar zor olduğunu bilseydim sormazdım.

Burhan belli belirsiz gülümsedi, ama yine bir şey söylemedi.

Genç muhatabının kayıtsızlığı olarak gördüğü, kendisini rahatsız eden o tutumla meşgulken, bir anda zihninde bir şimşeğin çaktığını fark etti. Kaygısı, derdi ve ne olduğu ya da olacağına dair o küçücük, evet küçücük sorusu şu akıp giden devranın, zamanın, tarihin ve kâinatın içinde ne kadar da önemsiz gözüküyordu. Ne ile meşguldü; kendisini, sorusunu ve derdini bu kadar önemsemesi normal miydi? Varoluşu ile ilgili kaygılar, içine düştüğü anafor acaba kendisini oyalayan ve esas yapması gerekeni perdeleyen bir aldatmacaya mı dönüşmüştü? Kapıdan içeri girerken nereye bıraktığını bilemediği pişmanlık hissi, bir anda bütün azalarını sardı. İçinde bir yer kanamaya başladı. Artık gözleri çaresizce bakıyordu.

Burhan o an başını kaldırıp baktı, buluşan gözlere değen şefkat nazarlarından sanki o pişmanlığı görmüş gibi bir merhamet ışığı geçti. Tane tane konuşuyor ama aslında kat kat merhamet sarıyordu:

- Zor bir soru sordun, doğrusu buna verecek bir cevabım olsa da kendi cevabını kendinin bulmanı isterim. Biz, özel soruların özel cevapları ile bir araya gelenlerin bütünleşip birleştikleri bir rahmet iklimine talibiz. Şu kadarını söyleyeyim; cehennem, tek başına azap görülen, cennet ise birlikte yaşanan bir yerdir.

Genç o gece günlüğüne şunları yazacaktı:

“Niye +1 olduğunu fark edemeyen, niye -1 olması gerektiğini de çözemez. Kendi özel cevaplarını bulma bahtiyarlığına erişenler, hüsrandan kurtulmanın yolunun birbirlerinden geçtiğini görürler. O yol birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmenin yoludur. Kurtuluşumuz yekdiğerimizin elinden tutmaktan geçiyor. Ferdî sorumluluklarını idrak edenlerin, kendi başlarına kalma lüksleri yoktur. Bunun afet olduğunu bilirler, o yüzden niye +1 olduğuna dair sorunun verdiği farkındalığı bir an evvel aslına tahvil etmenin çaresini ararlar. O çare “ben”lerin “biz” olduğu vasattır. Sorusu ile mağrur ve fakat cevabından mahrum olanların devası hakkın ve sabrın tavsiye edildiği muhitlerdir. Kendini bulana aşinasını, aşinasını bulana O’nu aramak yakışır.”


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.