Futbol mu Siyaset mi Gençliğim mi Daha Güzel?
Futbolun gençlik için siyasetten daha merkezi bir yerde durmasının olumsuz yanları yok mu? Futbol, fiesta ve flemengoyla uyutulmamış mıydı İspanyol halkı? Açıkçası, Türkiye’de futbolla uyutulabilecek insanlar zaten uyku halinde yaşayan insanlardır. Futbol siyasileşmemesi gereken adamı siyasetten alıkoyabilir; fakat ille de siyasileşecek adamın da siyasetini engellemez.
Futbol, her yıl olduğu gibi 2009-2010 sezonunda da bir sürü güzellik, coşku, umut veren haber ve yine bir sürü şike söylentisi ve çatışma getirdi. Futbol öyle bir şey ki, en alt sınıftan en üst sınıfa kadar Türkiye’de cereyan eden bir çok olayı içinde barındırıyor ve en alt hatta sınıf-altı kesimden en aydın ve birikimli insanlara kadar herkesi kendine bağlıyor. Futbola olan ilgimin ve sevgimin bir sebebi de budur. Türkiye manzarasının özeti futbolun içinde var.
Futbolun manzarası Türkiye’nin manzarasıdır
Türkiye’de bir iktidar varsa Türk futbolunda da var, bir Ergenekon varsa, evet Hakan Şükür’ün kelimeleriyle söyleyelim “Futbolun da Ergenekon’u var”, Türkiye’nin teröristleri varsa, tribünlerin de tam anlamıyla teröristleri var, Türkiye’nin peygamber ocağında askerler ölürken golf sahasında sopa sallayan burjuva paşaları varsa, futbolun da Galatasaray Üniversitesi’nden mezun olup takımların yönetimine zıplayan ve kulüp tesislerinde namaz kılan milli bir futbolcuyu takımdan kovabilen yöneticileri var. Veya, hayatı Kadıköy-Moda-Bağdat Caddesi ekseninde geçen ve maçtan 3 dakika önce pijamasıyla stada giren ve film izler gibi maç izleyen burjuva taraftarları var. Fakat bu futbolun, Gebze’den son parasıyla banliyö trenine binip sadece stadın etrafındaki coşkuyu yaşamak için Kadıköy’e gelen insanları da var. Şiddetsiz, küfürsüz, terörsüz bir futbolu yaşayan futbol tutkunları da var bu memlekette. Türkiye’de nasıl muhafazakâr kesimin ekonomik yükselişinden söz ediliyorsa, Türk futbolunda da İslami değerlerini önemseyen insanların merkeze müdahalesi var. Ve Türkiye’de özellikle Doğu ve Güneydoğu’da yoksulluğun, şiddetin, çeteciliğin, çatışmanın altında kalan ve nihai noktada hayatı terörde ve dağlarda son bulan bir sürü genç varsa, aynı coğrafyada tüm bu siyasi kirliliklerin yerine futbolu koyarak başka bir ihtimalin, çabanın peşinden koşan gençlerde var. Hakkari’de adı Bahoz, Reber, Rojhat olan çocuklar siyasi olaylarda kullanılmamaları için açılan futbol akademilerinde yetişiyorlar. Bunları zaman zaman gazeteler yazıyor. 14 yaşında çocuk miting meydanında bayrak yakarken jop yerken değil, çim sahada topun peşinden koşarken hayat buluyor. Türk futboluna önümüzdeki yıllarda doğudan esen bir rüzgar ciddi oranda etki edebilir. Siyaset arenası tüm belirsizlikleriyle, dönen dolaplarıyla, kapalı kapılar ardında yapılan hesapları ve kurgularıyla ortalama bir genç için fazla soyut bir alan. Hayat vermeyen, komplolarla dolu bir alan, her zaman pastanın peşinde koşan, güven vermeyen insanların alanı. Futbolsa kuralları kitapta yazan, sahada oynanan, terle yetenekle ve takım ruhuyla oynanan bir şey. Futbol işte bu açıklığı, ferahlığı, dokunulabilir mesafede oluşu, ve dahil olunabilirliğiyle genç insanın tercihi oluyor. Siyasette düne kadar halk lafını ağzına almayan CHP, genel başkanları değişince hep birden akşama kadar halktan, işsizlikten, yoksulluktan söz ediyor. Futbolda ise, 20 sene önceki Rıdvan Dilmen Ertuğrul Sağlam neyse bugün de o. Aynı yeteneğin, zekanın ve ahlakın dersini veriyor Rıdvan. Aynı efendiliği ve başarıyı sürdürüyor Ertuğrul. İnsanlar bunu seyrediyor.
Siyasetin futbolu, futbolun siyaseti
Futbolun gençlik için siyasetten daha merkezi bir yerde durmasının olumsuz yanları yok mu? Futbol, fiesta ve flemengoyla uyutulmamış mıydı İspanyol halkı? Açıkçası, Türkiye’de futbolla uyutulabilecek insanlar zaten uyku halinde yaşayan insanlardır. Belki derbi günleri benzine zam yapmak türünden şeylerle insanların sandığa yansıyacak tepkilerini seyreltmeye çalışıyorlar falan ama bu tür şeylerin siyasi belirleyiciliği çok az. Adam hangi partiye oy atacaksa gidiyor ona atıyor zaten. Siyasetle olan ilişkisi sadece oy vermek seviyesinde olan adama futbolla yapılan müdahale karar değiştirici bir müdahale olamaz ki zaten. Fakat, siyasi bilincini geliştirmiş, okuyan ve anlamlandıran insanda ise futbol zaten siyasetin önüne geçmez. İşini de yapar, kitabını da okur, futbolunu da oynar adam. Ya da futbolun kendisi bizzat siyaset olur. Kurtarıcı siyaset. Bataklıktan ve hastalıklardan kurtaran sahalara süren ve bedene sağlık pompalayan siyaset. Bu yazıyla da katkıda bulunmaya çalıştığımız siyaset… Yani, çerçeveyi genişletirsek; futbol siyasileşmemesi gereken adamı siyasetten alıkoyabilir; fakat ille de siyasileşecek adamın da siyasetini engellemez.
Ayrıca, zaten tarafsızlık dahil her şey siyasetin içindedir. Ya kendi siyasetimizin içindeyizdir ya da başkalarının siyasetinin. O başkalarının siyaseti futbola, David Beckham’ın malikanesi, C.Ronaldo’nun arabaları, İbrahimoviç’in serveti, Messi’nin transfer bedeli, İlhan Mansız’ın şöhretiyle bakıyor. Onları futbolda tutan güç paradan, şöhretten, magazinden geliyor. Bizim siyasetimizse futbola, Hakkarili çocukları molotof kokteyllerinin, esrarın, uyuşturucunun, çatışmanın içinden çekip alan zaviyeden bakıyor. Futbola bedensel bir yetenek, kurgusal bir estetik ve birliktelik ruhu olarak bakıyoruz. Bireysel yaşama biçiminin ve post modernitenin gün be gün derinleştiği ortamda, futbolun getirdiği taraftarlık nabzından, takım gücünden, birliktelik ruhundan, aynı şey için üzülüp sevinmenin kardeşliğinden söz ediyoruz. Muhammed Ali’nin boksu neyse, bizim sevdiğimiz önemsediğimiz ve varlığına şahit olduğumuz futbol da odur.
Velhasıl, sözümüzün çıktığı ve varacağı nokta şudur; Türk futbolunun manzarası Türkiye’nin manzarasını verir.
Tribünüyle, topçusuyla, yönetimiyle, kombineli taraftarıyla, kahvelerde toplanan lig tv seyircisiyle, minibüsçüsüyle, Hakkari’siyle İzmir’iyle, öğrenci evleriyle, nargile kafeleriyle, varoşlarıyla, kent merkezleriyle, Bağdat Caddesi’yle, Kurtköy’üyle Samandıra’sıyla, iddaa’sıyla, bahisiyle, Avrupası’yla Afrika’sıyla bir kere daha söyleyelim, evet, futbol sadece futbol değildir!
Futbolun adaleti, yeşil-beyaz Türkiye!
Futbolun adaleti bu yıl her şeyden önce, Bursaspor’u şampiyonluğa taşımıştır. Bir Fenerbahçeli olarak, Bursa’nın sonuna kadar hak edilmiş başarısından son derece memnunum. Bütün Türkiye sevindi bu sonuca. Bursaspor 9 milyon euro bütçeyle bütün İstanbul takımlarına diş geçirmiştir. Bütün Bursasporlu topçuları takdir ederiz, hepsinin akıttığı ter Anadolu kulüplerinin ve Türk futbolunun gelişimi için nimet olmuştur. Bursaspor’un şampiyonluğu Galatasaray’ın UEFA kupası kadar önemli bir başarıdır Türk futbolu için. Bu şampiyonluk, endüstriyel futbola da bir darbedir. Bir ironidir.
Futbolun Efendi Kralı: Ertuğrul Sağlam
Evet, medyanın bu ifadesi Ertuğrul Hoca’ya yakıştı. Başarılı bir futbol hayatı vardır Ertuğrul’un. Fakat o da başarılı ve inançlı birçok insan gibi bir takım ayak oyunlarına maruz kalmıştır. Beşiktaş’tan futbolculuk döneminde ağlayarak ayrılmış bir adamdır. Efendiliği ve delikanlılığıyla Beşiktaş takımının unutulmaz isimlerinden biri olmuştur. Kaderi onu Beşiktaş’a bu sefer teknik direktör olarak getirince, mevcut kadroyla elinden geleni yapmış, ama başarısız olmamasına rağmen o daha takımın başındayken başka hocalarla görüşme yapan yönetimin tavrına karşı Beşiktaş’tan istifa etmiştir. “Adam gibi geldim, adam gibi gidiyorum” diyerek... Herkesin saygısını ve sevgisini kazanmıştır. Sonra Kayseri’ye gitti ve takımı yukarı taşıdı. Şimdi de Ertuğrul Sağlam 2009-2010 sezonunun son maçında Beşiktaş’ı yenerek şampiyonluğunu ilan etti. Ve Türkselin fair play liginde de şampiyon oldu Bursa.
“9 milyon euroluk bir takımız, ama bu takımın 100-200 milyonluk ruhu var. Bundan sonra Türk futbolunda birçok şey değişecek”.
Bu sözlere inanıyoruz. Söyleyen adama inanıyoruz. Yönetim oyunlarıyla Beşiktaş’tan koparılan, eşinin başörtülü oluşu, kendisinin dindar biri oluşu, kimilerine göre “cemaat’in çocuğu” Ertuğrul Sağlam, tüm Türkiye’ye cevabını sahada vermiştir.
Ve daha önemlisi, bu, 200 milyon dolarları aşan bütçeleriyle 3 büyüklere kapak olmuştur. 12 senedir altyapısından futbolcu yetiştiremeyen Fenerbahçe’ye de selamdır bu. Altyapıları doğru düzgün çalışmayan, Anadolu kulüplerinin yıldızlarıyla takım kuran, yetenekleri öldüren, Anadolu kulüplerini de kurutan üç zengin büyüklere kapak olmuştur. İstanbul’da statların önündeki karaborsa terörüne müdahale etmeyen yöneticilere, Bursa’dan tüm şehrin kenetlenerek verdiği cevaptır. Anadolu şehirlerinde yaşayıp şehirlerinin takımını tutmayan yarım taraftarlara mesaj olmuştur. Eline sağlık Bursaspor!
Ali Düz'ın Yazısı.