Ceketinin iç cebinde, camdan pipetleri vardı. Suyu, gazozu, çayı, kendisine, o an yakınında bulunan dostları, o pipetlerle içirirdi. Yine, elleriyle yedirirlerdi yemeğini Osman amcaya, o eli öpülesi amcalar... Cami kapılarında, protez ayağını çıkarır, giydirirlerdi, büyük bir zevkle... Tek ayağıyla, zıplaya zıplaya ön safın bahtiyarlığına koşardı mübarek...

Günün birinde, annemle oturmuş sohbet ediyor haldeyken, söz nereden döndü, dolaştı duvardaki saate geldi.

Bu esnada, hâlen yaşıyor olduğu önemli bir rahatsızlıktan dolayı, irili ufaklı bir çok kez ameliyat geçirmiş cefakar anacığımın gözlerinde bir hatıra canlandı ve anlatmaya başladı...

“-Benim bu duvar saatleriyle ne hatıralarım var bi bilsen... Ameliyattan çıkıp yoğun bakıma alındığım her defada, aklım başımda mı, değil mi bilmem, vicdanım elvermez, duvarda bir saat arardım ve onun saniye atışlarıyla, operasyon vakti boyunca aksamış olan derslerimi çekmeye çalışır dururdum.

Geçmiş zamanda, senin doğduğun vakit, evimizin bitişiğinde oturan Kolsuz Osman Abi’nin hanımı Fethiye ablaya:

-Abla, iki kolu da yok; sahiden, Osman abi derslerini nasıl çekiyor? diye sormuştum. O da:

-Duvardaki saatle, demiş ve eklemişti, dersinin bölümlerini de şu duvardaki tablolarla ayarlıyor; şununla istiğfar, şununla tevhid, şununla salâvat gibi...

***

Evet, Adana’da, rahmetli Faruk Efendi’nin etrafında şöyle bir 20-25 sene bulunup da -merhum-Kolsuz Osman Amca’yı bilmeyen yoktur. Hatta oturduğu muhit civarındaki birçok caminin cemaati bile, namaz çıkışlarında, cami avlusunda kurduğu taşınabilir, küçücük tezgâhında sattığı kaliteli, güzel esanslardan ötürü de tanır onu.

1972 yılında, henüz 42 yaşında, elektrik kurumunun teknik personeli olarak, yüksek gerilim hattıyla ilgili direk üzerinde çalışıyorken, hatta yanlışlıkla enerji verilmiş ve maalesef yukarıda, askıda, öylece kalakalmış.

Uzun süre tedâvi gördüğü Ankara’dan taburcu olup Adana’ya geldiğinde, artık 2 kolu omuz kısımlarından, bir ayağı da diz hizasından yokmuş.

Adana’da, yanına ilk gelenlerden biri Faruk Efendi olmuş; ziyaret esnasında ona namazlarını kılıp kılamadığını sormuş. Osman amca da “Kendime geldiğim andan beri kılıyorum efendim.” diye cevap vermiş.

Ne büyük bahtiyarlık ki, gördük, tanıdık biz Osman amcayı. Kolsuz ve bacaksız yaşadığı hayatının her ânında, abdestte, namazda, yemekte, banyoda, lavaboda, her yerde ona bıkmadan-yılmadan hizmet eden ve kendisinin vefatından 6 ay sonra da kendisi göç eyleyen Fethiye teyzeyi; dünya gözüyle görmeye kavuşamadığı torunlarını şimdilerde büyütüp duran kızı Nevin ablayı ve oğlu Esat abiyi tanıdık.

“-Evet!” diyor Esat abi; “-Babam, dersini duvardaki saat ve tablolarla yapardı... Ne zaman ki bir abimiz, var olan ayağının parmağıyla basacağı çubuk düzenekli bir numaratör getirdi, ondan sonra onu da kullandı.” diye ekliyor sonra..

Asabiyeti kuvvetliydi Osman amcanın. Babamla birlikte, Ulu Cami yakınlarındaki bir medresede, tefsir dersine başladıkları bir hoca (!), günün birinde hadis-ayet seçmecesine kalkışınca, yerde oturuyor vaziyetteyken, var olan ayağıyla bir tekme savurup yana yıkmış hocayı.

“Ayağıyla yazı yazıyor, burnuyla hesap makinesi kullanıyor” diye kendisini haber yapmaya gelen gazetecileri kovmuş yanından; “Sizin haramla dolu sayfalarınızda benim ne işim var?” diye gürlemiş. Neye uğradıklarını şaşırmışlar.

Gözleri de çok yaşlıydı ama Osman amcanın. Allah dostlarının hayranıydı. Sohbetlerdeki dikkat ve rikkati muazzamdı. Ağladığı zaman göğsünden hırıltılar gelir, kimsenin kendisine bakmadığı anlarda, omuz başlarıyla gözlerini silmeye çalışırdı.

Ceketinin iç cebinde, camdan pipetleri vardı. Suyu, gazozu, çayı, kendisine, o an yakınında bulunan dostları, o pipetlerle içirirdi. Yine, elleriyle yedirirlerdi yemeğini Osman amcaya, o eli öpülesi amcalar... Cami kapılarında, protez ayağını çıkarır, giydirirlerdi, büyük bir zevkle... Tek ayağıyla, zıplaya zıplaya ön safın bahtiyarlığına koşardı mübarek...

Ruhu şâd olsun.. Hem kendisinin hem de kolsuz-bacaksız haldeyken kendisine 27 sene hizmet eden Fethiye teyzemizin..

Onunla ilgili yazacak, anlatacak ne çok şey vardır.. Hâtırası herkeste..

Bilvesîle, bir Fâtihâ ile ruhunu şenlendirmeniz istirhâmıyla…


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.