Başımıza Gelen İyilik ve Kötülüklerin Sebebi Ne?
Doç. Dr. Soner Duman
Önce günlük hayatımıza dair iki tespit ile konuya başlayalım:
Birinci tespit:
Hemen her insan günlük hayatta karşılaştığı olayları kendince ya “iyi” ya da “kötü” olarak niteler. Söz gelimi bir kimse arabası ile yolculuk ederken kaza yapar da arabasında maddî bir hasar meydana gelirse hemen bunu bir “kötülük” olarak algılar. Yine bir kimse hasta olup da hastaneye düştüğünde bu durumu kendisi açısından bir “kötülük” olarak niteler. Tarlasını ekmiş olan ve yağmur bekleyen bir çiftçi, uzun süre yağmurun yağmamasını, havaların kurak gitmesini bir “kötülük” olarak görür. Buna karşılık bir öğrenci sınavdan yüksek bir not aldığında bunu bir “iyilik” olarak kabul eder. Bir kimse, sevdiği şahısla evlendiğinde, istediği arabayı veya evi satın alabildiğinde bu durumları “iyilik” olarak niteler.
İkinci tespit:
Bir kimse, insanların “iyilik” olarak nitelediği bir durumla karşılaştığında bu iyiliğin o kişinin Allah katında iyi bir durumda olmasının bir mükâfatı olduğu düşünülür. Ya da o şahsın çok şanslı olduğu yönünde değerlendirmeler yapılır. Buna karşılık bir kimsenin başına insanlar tarafından “kötülük” olarak nitelenen bir durum meydana geldiğinde toplumsal algı ters yönde işler. O kişinin geçmişte yaptığı bir kötülüğün cezasını çektiği, belasını bulduğu yönünde değerlendirmeler yapılır. Ya da o kişi çok şanssız olarak görülür.
Şimdi bu iki tespite yönelik şu soruları soralım:
1. Acaba bizim “iyilik” ya da “kötülük” olarak nitelediğimiz şeyler gerçekten de öyle midir? Yoksa biz mi bunları böyle algılıyoruz?
2. “İyilik” ya da “kötülük” olarak gördüğümüz şeyleri yaşamamızın, bunlarla karşılaşmamızın sebebi nedir?
Bunun bir sırrı ve hikmeti var mıdır?
Durum bizim zannettiğimiz gibi olmayabilir!
İnsanın duyuları nasıl ki yanılabiliyorsa duyguları, fikirleri de insanı yanıltabilir. Dış görünüşü itibarıyla yumuşak zannettiğimiz bir şeye dokunduğumuzda onun sert olarak bulabiliriz. İlk bakışta sıcak gibi görünen bir suyun aslında öyle olmadığını dokunduğumuzda anlayabiliriz. Bedenimize büyük geleceğini zannettiğimiz bir elbiseyi giydikten sonra küçük olduğunu anlayabiliriz. Demek ki duyularımız bizi yanıltabiliyor. İşte iç dünyamızdaki duygu, fikir ve algılarımız da böyledir. Bizler gayb âlemini, görünmeyen dünyayı, geleceği bilmediğimizden karşılaştığımız olaylar hakkında aceleci yargılarda bulunuruz. Ancak biz bu tür değerlendirmeleri yaptıktan sonra biraz zaman geçince “kötü” sandığımız şeylerin o kadar da kötü olmadığını, hatta iyi bile olduğunu düşünmeye başlarız. Ya da tersine ilk başta “iyi” ve “güzel” bulduğumuz, zannettiğimiz bir şeyin aslında öyle olmadığına kavrarız. Şöyle bir hayatınıza bakın; ilk başta “keşke şöyle olsaydı” diye düşündüğünüz nice şey hakkında bir zaman sonra “iyi ki de olmamış!” dediğiniz mutlaka olmuştur. Ya da bir şey hakkında “iyi ki böyle oldu” dediğiniz halde bir zaman sonra “keşke olmasaymış” dediğiniz mutlaka olmuştur. Demek ki duyularımız gibi duygularımız, algılarımız da yanılabiliyormuş.
Öyleyse hayata iman penceresinden bakan kimse bize iyilik, güzellik ve hayır gibi görünen şeylerin aslında şer olabileceğini, bize kötülük, çirkinlik ve şer gibi görünen şeylerin ise hayır olabileceğine inanmalıdır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizin sevmediğiniz bir şey sizin için hayırlı olabilir. Sizin sevdiğiniz bir şey sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz” (Bakara, 216)
Bu açıklamalardan sonra ikinci soruya geçebiliriz.
İyilik (hayır) ve kötülük (şer) imtihanımızın bir parçasıdır:
Bizler bu dünya hayatımızın bir imtihandan ibaret olduğunu biliriz. Nitekim Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyurur: “O, hanginizin daha güzel işler işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yarattı” (Mülk, 2)
Dünya imtihanımızın en büyük kısmını ise “hayır” ve “şer” oluşturmaktadır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 35)
İyilik ve kötülüğün Allah tarafından bir imtihan vesilesi olarak yaratıldığına inanmak imanın altı ilkesinden biri olan “kadere iman”ın bir gereğidir. Nitekim “âmentü” diye bildiğimiz duada bizler “kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırım” cümlesiyle bu imanımızı dile getiririz.
Bizim imtihanımız, “iyilik” ve “kötülük” olarak gördüğümüz durumlarda vereceğimiz tepkilerden oluşmaktadır. Allah Resûlü (s.a.v.), samimi ve şuurlu bir müminin, hayatında ne ile karşılaşırsa karşılaşsın yaşadığı her durumu, karşılaştığı her olayı kendisi açısından hayra çevirebileceğini belirterek şöyle buyurmuştur:
“Müminin durumuna hayret edilir. Çünkü onun bütün işleri kendi hayrınadır. Başına sevineceği bir şey gelse bundan dolayı şükreder ve bu durum onun için hayırlı olur. Başına bir sıkıntı gelse buna sabreder ve bu durum da onun için hayırlı olur. Böyle bir şey mümin dışında bir kimse için söz konusu değildir.” (Müslim, zühd ve’r-rekâik, 64)
Demek ki hayata ve olaylara “iman” penceresinden bakmayı becerebilenler için her ne yaşanmış olursa olsun sonuç itibarıyla bu yaşananlar onun açısından iyiliğe dönüşebilir.
Genel ilkeyi bu şekilde belirttikten sonra şimdi daha özel bazı tespitler yapabiliriz. Bir insanın, bizim “iyilik” olarak nitelediğimiz durumlarla niye karşılaşmasının imtihan dışında daha özel sebepleri de bulunabilir. Aşağıda bunları tek tek ele alacağız.
İyilikle karşılaşmamız, yaptığımız bir iyiliğin dünyadaki karşılığı olabilir:
Bizler her ne kadar bu dünyada yapıp ettiklerimizin tam karşılığını âhirette görecek olsak da bazen Rabbimiz yapıp ettiklerimize bu dünyada da bir takım karşılıklar verebilir. Atalarımız “iyilik eden iyilik bulur” derken buna işaret etmişlerdir. Rabbimiz şu âyetinde, iman eden ve bu imanlarına uygun bir hayat sürenlere dünyada güzel bir hayat yaşatılacağı müjdesini vermiştir:
“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl, 97)
Bir başka âyette ise “iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?” (Rahman, 60) buyrularak iyilik edenlerin iyilik bulacağı belirtilmiştir.
Elbette müminlerin hayatında da zorluklar, sıkıntılar, yıkımlar olacaktır. Ancak sonuç itibarıyla Rabbimiz samimi olarak inanan kimseleri zorluklar içinde bile ruhen mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşturacaktır. Ateşin Hz. İbrahim’i yakmasına, balığın Hz. Yunus’u yemesine, bıçağın Hz. İsmail’i kesmesine izin vermeyen Rabbimiz zorluk içinde kolaylık yaratır.
Bu dünyada karşılaştığımız kimi iyiliklerin, geçmişte yaptığımız iyi amellerin daha dünyada iken görülmeye başlayan karşılığı olduğunu en güzel anlatan delil, kuşkusuz ki Allah Resûlü’nün, bir mağaraya sığınan üç kişiye dair anlattığı olay oluşturur. Hadiste belirtildiğine göre üç kişi bir yolculuk yaparken şiddetli bir yağmurla karşılaşmışlar, bir mağaraya sığınmışlardı. Derken mağaranın ağzına büyük bir kaya parçası yuvarlanarak çıkışı kapattı. Üç kişi kayayı yerinden oynatmaya çalıştıkları halde buna güçleri yetmedi. Sonunda her üçü de geçmişte yaptıkları iyilikleri vesile edinerek Allah’a dua etme konusunda anlaştılar. Her biri, geçmişte yaptığı ve en çok güvendiği iyiliği dile getirdi ve “şayet bu iyiliği Senin rızan için yaptıysam bizi buradan kurtar Allah’ım!” diye dua ettiler. Her biri dua ettikçe kaya bir parça yerinden oynadı ve nihâyet üçüncü şahsın da duasıyla birlikte mağaradan kurtulabildiler. (Buhârî, “Müzâraa”, 11)
Demek ki yaptığımız iyilikler boşa gitmiyor, en zor zamanlarımızda bizim zorluklardan kurtulmamıza vesile kılınabiliyor. Nitekim Allah Resûlü (s.a.v.) bir hadisinde “rızkının bollaştırılmasını, ömrünün kalan kısmının uzatılmasını (ecelinin geciktirilmesini) isteyen kimse akrabaları ile ilgilensin” (Buhârî, “el-Birr ve’s-sıla”, 12; Müslim, “el-Birr ve’s-sıla ve’l-âdâb”, 20)
Bir başka hadiste ise müminin, başkalarına iyilik ettikçe Allah tarafından iyiliklerle mükâfatlandırılacağı şu şekilde belirtilmektedir:
“Bir kimse darda kalan bir kimseye kolaylık gösterirse Allah da ona hem dünyada hem de âhirette kolaylık gösterir. Bir kimse bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da onun hem dünyada hem de âhirette ayıbını örter. Bir kul, kardeşinin yardımında oldukça Allah da ona yardım eder.” (Müslim, “ez-Zikr ve’d-dua”, 38)
Atalarımız, büyük bir bela atlatan kişi hakkında “verilmiş sadakası varmış” diyerek geçmişte yapılan iyiliğin kişiyi kötülüklerden koruyacağını dile getirmişlerdir.
Karşılaştığımız bir iyilik, şükredip etmeyeceğimizi sınamak için bir imtihan vesilesi olabilir:
Bunu en iyi gösteren olay, Hz. Süleyman’ın yaşadığı olaydır. Hz. Süleyman hem peygamber hem de hükümdardı. Devrindeki güçlü devletlerden biri olan Sebe krallığının kraliçesi olan Belkıs’ın tahtını kendi sarayına getirmek istiyordu. Bunu kimin yapabileceğini adamlarına sorduğunda Âsâf adlı bir kimse daha göz açıp kapamadan uzak mesafedeki tahtı getirebileceğini söyledi. Hz. Süleyman bir anda tahtı kendi huzurunda görünce dudaklarından şu ifadeler döküldü:
“Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” (Neml, 40)
Demek ki karşılaştığımız iyilikler, şükrümüzün sınanması için bir imtihan vesilesi olabilir. Kim şükrederse Allah ona nimetini arttırır. Kim de nankörlük ederse Allah ona bu nankörlüğünün cezasını tattırır.
Karşılaştığımız bir iyilik, bizi helake sürükleyen bir istidrac olabilir:
Bir kimse kötülük ve günah işlediği halde iyilikle karşılaşıyorsa Allah onu yavaş yavaş, o kişi farkında olmadan helake sürüklüyordur.
Rabbimiz, kâfir ve zâlimlerin dünyada sahip oldukları nimetler ve geçici başarılara aldanmamamız gerektiğini belirterek şöyle buyurmuştur:
“Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 55)
“Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.” (Müminûn, 55-56)
“Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, ora halkını, (peygambere başkaldırdıklarından ötürü bize) yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve: “Atalarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı” dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık.” (Araf, 94-95)
Öyleyse her “bolluk, nimet ve rahat” mutlak anlamda iyilik değildir. Bu, fırtına öncesindeki sessizlik gibi olabilir.
Karşılaştığımız iyilik, Allah’ın zor zamanda kullarına bir ikramı, onlara yönelik kolaylaştırması olabilir:
Hayatını Allah’ın koyduğu sınırlara riayet ederek yaşamaya çalışan mümine “muttaki” denilir. Takva sahipleri, zorlu durumlarla karşılaştıklarında Rabbimiz hiç umulmadık, hesap edilmedik bir şekilde bir takım iyilikler, kolaylıklar var edebilir. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.” (Talak, 2-4)
Şimdi de bize “kötü” gibi gelen durumların başımıza gelme sebeplerini tek tek ele almaya çalışalım.
Karşılaştığımız kötülük, yaptığımız bir kötülüğün dünyevî cezası olabilir:
İmtihan gereği bir takım istisnalar söz konusu olsa da Rabbimizin bu hayattaki genel kuralı “iyilik edenin iyilik, kötülük edenin kötülükle karşılaşması”dır. İyilik edenlerin iyilikle karşılaşması konusunu yukarıda ele almıştık. Rabbimiz bir âyetinde şöyle buyurur: “Kim bir kötülük yaparsa bunun cezasını görür.” (Nisâ, 123)
Hz. Âdem ile Havva, cennette yasak ağacın meyvesinden yediklerinde yaptıklarına karşılık bir ceza olmak üzere dünyaya gönderilmişlerdi.
Rabbimiz kötülük edenlerin daha dünyada iken cezalarını bulmalarından şöyle söz eder:
“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.” (Rum, 47)
O halde uyanık bir mümin, kendi hayatında “kötü” gibi görünen bir durumla karşılaştığında öncelikle kendi nefsini yoklamalı, Rabbine veya kullara karşı bir hata ve günah işleyip işlemediğini düşünmeli, Rabbine tövbe ve istiğfar ile sığınmalıdır.
Karşılaştığımız kötülük, sabrımızın sınandığı bir imtihan olabilir:
Nasıl ki karşılaştığımız bir iyilik, şükrümüzün sınandığı bir imtihan vesilesi olabilirse aynı şekilde karşılaştığımız bir kötülük de sabrımızın sınandığı bir imtihan vesilesi olabilir. Nitekim Rabbimiz bu dünya hayatında müminlerin çeşitli sıkıntılarla imtihan edileceğini, bu imtihanları ancak sabredenlerin geçebileceğini şu şekilde belirtmiştir:
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele ! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Bakara, 155-157)
Karşılaştığımız kötülük, kendimizi düzeltmemiz için bir ikaz ve uyarı olabilir:
Kimi zaman karşılaştığımız bir kötülük bizleri daha büyük bir felakete karşı uyarır, ikaz eder. Eğer bundan gerekli dersleri çıkarabilirsek daha büyük felaketlerden kurtulmuş oluruz. Mesela hafif bir trafik kazası geçiren bir kimse kontrol amaçlı MR çektirdiğinde beyninde daha önceden oluşmuş bir tümörün varlığı tespit edilir. Erken müdahale edilmesi sebebiyle beyin felci vb. daha büyük bir felaketten kurtulur.
Rabbimiz insanların yaptıkları yanlıştan dönebilmeleri için kimi zaman bir takım küçük çaplı kötülüklerle karşılaşabileceğini şu şekilde belirtir:
“Onlara en büyük azaptan önce en küçük azabı tattıracağız. Olur ki dönerler.” (Secde, 21)
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum, 41)
Karşılaştığımız kötülük, günahlarımıza keffaret olabilir:
Allah, müminlerin âhirette zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmaması için kimi zaman onlara dünyada bir takım sıkıntı ve zorluklar verir. Böylece bu sıkıntı ve zorluklar onların günahlarına keffaret olur. Bir daha o günahlardan dolayı âhirette hesaba çekilmezler. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Müslümanın başına gelen yorgunluk, hastalık, endişe, hüzün, eziyet, gam ve hatta ayağına batan diken sebebiyle bile Allah onun günahlarını siler.” (Buharî-Müslim)
“Allah’a tertemiz kavuşabilsin diye mümin erkek ve kadının nefsinden, çocuğundan ve malından belâ eksik olmaz.” (Tirmizî)
“Allah kime iyilik yapmayı dilerse ona musibet verir.” (Buharî)
Karşılaştığımız kötülükler, Allah katındaki sevabımızın artması ve derecelerimizin yükselmesi için olabilir:
Tarih boyunca başta peygamberler ve sâlih kimseler olmak üzere iyi insanlar da büyük zorluk ve sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Bu durum, onların bir kötülüklerinden kaynaklanmış olmayıp Allah katındaki derecelerinin yükselmesi içindir. Şu hadis bu durumu açıkça göstermektedir:
Sad bin Ebî Vakkas sordu: “Ey Allah’ın elçisi, insanların en çetin imtihanlara tabi tutulanları kimlerdir?” Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Peygamberler, sonra Salihler, sonra da insanlar içinden sıra ile iyi olanlar. Kişi dini oranında imtihandan geçirilir. Dininde bir güçlülük varsa imtihanı da büyük olur. Dininde bir yumuşaklık varsa imtihanı daha hafif olur. Kişinin imtihanı, yeryüzünde hatasız-günahsız bir şekilde yürür hale gelinceye kadar devam eder. (Müsned)
Sonuç
İman eden kimseler olarak hayatta zorluk ve kolaylıklarla, hayır ve şerlerle sınanacağımızı bilmeliyiz. Bir hayırla karşılaştığımızda şükretmeli, bunun bir imtihan sebebi olabileceğinin farkında olmalı, şımarmak ve gurura kapılmak gibi durumlardan uzak durmalıyız. Bir kötülükle karşılaştığımızda ise ümidimizi kaybetme, Allah’a isyan etme, hayata küsme gibi durumlardan uzak durmalı, içinde bulunduğumuz durumu sabır ve metanetle karşılayarak Rabbimize sığınmalı, geçmişte işlemiş olabileceğimiz hata, kusur ve günahlarımız için tövbe ve istiğfarda bulunmalıyız. Başkalarının karşılaştığı olaylar hakkında ön yargılı, peşin hükümlü değerlendirmelerden uzak durmalı, iç yüzünü bilmediğimiz konularda görüş belirtmekten uzak durmalıyız.
GENÇ'ın Yazısı.