Yazma serüveniyle ilgili sorularını daha önce burada cevaplandırdığımız gönderen bir arkadaşımız, bu kez Yazı Atölyesi’ne “Öncelikle, yıllardır yazı atölyesindeki yazılarınızı ve yorumlarınızı ilgi ile takip eden biri olarak teşekkür etmek istiyorum. Yorumlarınız ve tavsiyeleriniz hep motive edici, umutlandırıcı ve pozitif oluyor. Değerlendirmeleriniz yazma yolunda yüreklendiriyor, cesaret veriyor” diye bir mesaj yazmış.

Ben de bu değerlendirmeler için teşekkür ederim; çünkü meramım doğru anlaşılmış. Gerçekten, Yazı Atölyesi’nde bunu yapmaya çalışıyorum. Çünkü yazma çabası içine giren, yolun ilk adımlarını atan insanların umudunu kıran yaklaşımları asla doğru bulmuyorum.

Belki büyükşehir şartlarında yaşayan pek çok arkadaşımız hiç görememiştir, ama orta büyüklükte bir ilçede doğup büyüyen biri olarak bahçede çok çekirdekten ağaç olacak bir filizin boy verişine şahitlik ettim. Uygun zemini bulduğunda koca bir ağaç olacak o filizler, o ilk halleriyle neredeyse şeffaf denecek derecede beyaz ve neredeyse su gibi denecek derecede incedirler; ama o kadar narindirler ki, parmağın bir fiskesiyle, hatta kuvvetli bir nefesin rüzgârıyla dahi kırılıp çürüyebilirler. Yolun başındaki yazar adaylarını, işte o filizlere benzetirim ben. Kabuğunu henüz çatlatmış bir çam filizi ufak bir darbeyle kırılırken, kırk sene sonra koca bir ağaç olduğunda onlarda balta darbesine karşı dahi direnip ayakta kalabilir. Bunun gibi, yazı yolunda ilerledikçe bir yazar kendisine ve yazılarına yönelik umut kırıcı, karalayıcı, ‘balta gibi’ yıkıcı ve yaralayıcı eleştirileri dahi göğüsleyebilir; ama yolun başındaki bir yetenek, uygun seçilmemiş bir kelimeyle dahi kırılıp vazgeçebilir. On seneyi aşkın bir zamandan beri burada sizlerden gelen yazıların değerlendirmesini yaparken, işte bu örnekleme vardır hep aklımda. Değerlendirmeni yap, yol göster, eleştirini de dile getir; ama kırmadan, dökmeden…

Benim kanaatimce, yazarlar özel yetenekle yaratılmış insanlar değillerdir. Kişilik problemlerini yazarlık kisvesiyle örten bazı kişiler kibirli, bencil tutumlarını ‘yazarlık icabı’ gibi sunmaya; kendilerini çok özel yetenek olarak takdim etmeye çalışsalar da, gerçek öyle değildir. Allah’ın ifade kabiliyeti verdiği herkes, yazar olabilir; en azından, düşüncesini derli-toplu ifade edebildiği yazılar yazabilir. Yani, yazar doğulmaz, yazar olunur. Ama o ‘olma’ bir süreç ister. R. M. Rilke’nin “Yaz gene de gelir, ama yalnız sabredenlere gelir” sözüne tek bir harf ilave ederek şöyle söylerim bu sebeple: “Yazı gene de gelir, ama yalnız sabredenlere gelir.” İyi yazının kıvamını bulmak uzun bir süreçtir ve sabır ister. Ama daha yolun ilk adımlarında, hoyrat bir yaklaşım, kaba bir değerlendirme, küçük gören bir tavır ile, daha yolun başında bir yeteneğin kırılmasına ve körelmesine sebebiyet verebiliriz. Yazar olsun olmasın, böyle yapanlar maalesef yok değil. Bunu gördüğümden ve bildiğimden, ben de öylelerden olmamaya çalışıyorum. Taze bir yetenek çok çabuk kırılabildiği için, eleştirilerimiz de olsa, tavsiyelerimiz hep motive edici, yol gösterici olmalı; umut kırıcı ve yoldan vazgeçirici değil.

Bu hassasiyetimizin farkedildiğini gösteren mesajında, ilgili kardeşimiz bir de şöyle bir ricada bulunmuş. Diyor ki: “Müsadenizle bir hususu danışmak istiyorum: Gönderilen yazılarla ilgili değerlendirmelerinizi okurken, yazının orijinalini merak etmeden; acaba nasıl bir yazıydı diye düşünmeden edemiyor insan. Bu yazıların internet ortamında bir adreste yayınlanması, bu şekilde biz Yazı Atölyesi takipçilerinin de bu yazılara ulaşıp okuyabilmemiz mümkün olabilir mi acaba?”

Yukarıda söylediğim sebeplere binaen, bu soruya olumlu cevap veremiyorum maalesef. Belki ‘Ayın Yazısı’ olarak seçtiğimiz yazılar için böyle bir şey düşünebiliriz; çünkü o noktaya gelmiş arkadaşlarımız, belli bir tecrübe eşiğine ulaşmış durumda oluyorlar. Ama bize gelen bütün yazılar için bu uygun olmaz diye düşünüyorum.

Çünkü internet ortamı herkesin müdahil olabildiği bir ortam. İyiniyetli olanı da, niyeti problemli olanı da var. Üslubu düzgün olanı da, dilinin ayarı olmayanı da var. Yapmaya talip olanı da var, yıkmaktan haz duyanı da var. Dolayısıyla, gencecik, tazecik bir istidadın ortaya koyduğu bir çabanın internette herkesin nazarına arzedilmesi, olumsuz tarafıyla bakarsak, kurtlar sofrasına kuzu bırakmak gibi olur. Güzel bir çabanın ayarsız, üslupsuz, bakışı olumlu olmayan kişiler tarafından küçümsenmesi, karalanması, umudunun kırılması riski bu ortamda hayli yüksek. Yazı hayatında belli bir noktaya gelmiş olanlar böylesi umut kırıcı olumsuz yaklaşımlara karşı bir direnç geliştirmeyi bir şekilde öğrenmiş duruma gelirler; ama daha yolun başındaki istidadlar için yanlış bir üslup daha baştan vazgeçme gibi bir sonuca da yol açabilir.

O yüzden, umut kırmadan ama yol göstererek burada bu şekilde devam edelim. En uygunu bu…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.