Selam Baharı
Akordeon çalınan bir sokaktan geçerken mutsuz olan insan azdır. Birbirini tanımayan onlarca yüz, o sesin kendilerinde oluşturduğu duyguyla farkında olmadan tebessüm eder, yanından geçerken belki de bir daha hiç görmeyeceği o kişiye.
Şehirde yürürken selam verebilmek için yüzlerine bakıyorum insanların. Çoğu bana bakmıyor bile, çoğu etrafına bile bakmıyor. İstemeden de olsa inciniyorum. Neden bana bakmıyorsunuz? Bak, ben seni fark ettiğim andan itibaren sana vereceğim selamın gül çehrende açacağı tebessümün hayali ile sana doğru geldim. Sana baharı getirdim; selâm baharı.
Geçtiğimiz günlerde marketten eve dönerken iki kız çocuğu koşarak bana doğru geldi, ellerinde küçük bir eczane poşeti vardı. Renkli lastiklerden yaptıkları bileklik ve yüzükleri satıyorlarmış. Bir liradan iki tane bileklik aldım. Ertesi gün yine aynı yerde bekliyorlardı. Bu defa gelmediler yanıma. Bir daha almayacağımı düşündüler sanırım. Ama o taraftan geçerken içten bir “İyi günler abla” sözlerini işittim. Nasıl iyi bir gün olmasın ki çiçeğim, kış biterken gamzelerinde açan iki gonca ile baharı müjdelemiştin bana. “Montunuzun önünü kapatın, üşümeyin” deyip geçtim. Onları arkamda bırakıp uzaklaşırken, çocuk gülüşleri eşliğinde çekilen iki fermuar sesi tüm günümü iyi edecek kuvvetteydi.
Dünyanın bilmem neresinde türlü çiçekler türlü dertlere merhem oluyor. Amerika yarımadasında bir yerlerde açan çiçek, o yarımadaya özgü bir derde derman. Sudan’da yetişen hibiskus Sudanlıların on iki ay vazgeçilmez içeceklerinden. Kars’ta yetişen ısırgan otu başka bir yaraya, benim bahçemdeki leylak da hayal kırıklığına uğramış selamlarımın açtığı yaraya derman oluyor.
Bir gün güzelliğine dayanamayıp kopardığım bir leylağı, metroda uyuyakalan bir amcanın kucağına bıraktım. Uyanınca ne yaptı dersiniz? Bilmiyorum. Ama kulağa hoş geliyor değil mi? Umarım tüm gününün yorgunluğunu almıştır. Eve gidince çay bardağına koymuş ve birkaç akşam işten geldiğinde onu görüp mutlu olmuştur. Belki de bunların hiçbiri olmadı ve amca çiçeği fark etmeden apar topar kalktı, leylak yere düştü, koşar adım yürüyen birkaç şehir insanı leylağın üzerine bastı, geçti gitti. İşte bu ihtimali görmemek için arkama bakmadım. O amca hayalimde az evvel bahsettiğim gibi yer etti. Bırakalım öyle kalsın. Bırakmamız gerekenleri bırakmaktan korkmayalım. Olumsuz düşünmeyi, surat asmayı, sadece kendimizle ilgilenmeyi, bir adımdan uzağa bakmamayı, koşar adım yaşamayı bırakalım. Ama birbirimizi bırakmayalım. Rahatsız edercesine değil de dostane bir biçimde ayırmayalım gözlerimizi etrafımızdaki gözlerden, eczane poşetinde biriktirdiği el emeği baharını dağıtan çocuk gülüşlerden. Güneşe bakmaktan, yağmurda ıslanmaktan, yürümekten, biraz üşümekten, tanımadığımız birine çorba ısmarlamaktan, kitap hediye etmekten, hâsılı biraz yaşamaktan kimseye zarar gelmez.
Üzerimizdeki ölü toprağını atmanın, gelen üç ayları, gelen baharı, gelen bayramı karşılamanın tam zamanı. Dalından henüz kopmuş bir bahar çiçeğini yere düşmeden yakalayabilmenin sevincini tadacağımız bir mevsim olmasını ümit ediyorum.
“Nev-bahâr oldu gelin azm-i gülistân idelim / Açalım gonca-i kalbi gül-i handân idelim.” Bâkî
Merve Özkan'ın Yazısı.