Herkes Haddini Bilecek
Dr. Mehmet Sürmeli
Had; Arapça’da mani olmak, engellemek ve sınır anlamlarına gelir. Fıkıhtaki terimsel anlamını vermeden önce şu yorumu yapabiliriz: Müslüman bir kimsenin kendisini Allah yolundan engelleyen şeyleri iyi bilmesidir. Veya yaptığı zaman başkalarına zarar verecek şeylere velayet makamının mani olmasıdır. Şöyle de denilebilir; insanın yeryüzündeki konumunu iyi kavrayıp Allah Teala’yı mutlak ilah, Kitabını kanun ve Resulünü önder bilerek hayatının her anında haddini bilerek ulûhiyet makamına aykırı davranışlar yapmaması; Kitap ve Resul’e sıkı sıkıya sarılmasıdır. Bu bağlamda insanın haddini bilmesi marifetullahla mukayyettir. Allah Teala’yı en iyi bilen haddini en iyi bilendir. Bu şeref evvela Hz. Peygamber Efendimize aittir. İnsanlara eğer hadlerini öğretmek istiyorsanız başta marifetullah olmak üzere İslamî ilimlerde derinleştireceksiniz. Dinde ihlasla derinleşmeyen haddini bilmez. Resulullah Mekke döneminde 13 yıl insanlara hadlerini öğretmeye çalışmıştır. Onlar, ne zaman vahiyle yürüyen insanlar olmuşlar, hadlerini de bilmişlerdir. Haddini hiç bilmeyenler kâfirlerdir. Bu nedenle; Resulullah küfürden/haddini bilmemekten Allah’a sığınmıştır.
“Vacibin Kendisi İle Tamamlandığı Şey de Vaciptir”
Had’din fıkıhtaki anlamı ise; suçları önlemek amacıyla konulan ve miktarı Şâri’ tarafından belirlenen cezalardır. İslam hukuk tarihinden öğrendiğimize göre ceza hukuku ile alakalı ayetler Medine döneminin ikinci yarısından sonra nihai şeklini almıştır. Hz. Peygamber bu dönemdeki uygulamalarıyla hem ayetleri beyan etmiş hem de tatbikattaki kararlılığı ile ümmetine örnek olmuştur. Ceza hukuku ile ilgili ayetlerin Medine döneminde netleşmesi, bu cezaların uygulanacağı siyasal yapının kimliği veya olması gereken kimliği hususunda da malumat vermektedir. “Vacibin kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir” hükmünce bir “medine” inşa etmek, medinesi olmayan Müslümanlara farzdır. Bu espriden dolayı fıkıh kitaplarımızda hadler anlatıldıktan sonra, bu cezaların dar’u-l İslam’da uygulanabileceği beyan edilmiştir. Olaya buradan bakarsak; haddimizi bilmek için velayetin Müslümanlarca yürütüldüğü Medine’yi/İslam toplumunu kurmak zorundayız. Bu nedenle günümüz Müslümanları had’lerini unuttular. Hem kendilerini hem de hukukun keyfiyetini unuttular. Dar’u-l İslam’ın belirleyicileri; yöneticilerin Müslüman olup tevhidi prensiplerle hareketi, vahyin hukuka kaynaklık etmesi, emniyetlerin güvence altında olması, dağıtımın adalet üzerine yapılıp yoksulluk problemine çözüm bulunması, işlerin ehliyet üzerine tevdi edilmesi, adaletin hâkim kılınması, istişarenin dinamik işlemesi ve hadlerin tatbikidir.
Hadlerin Tesisinde Devlete Büyük Rol Düşer
Hadleri, nam-ı diğer ceza hukukunu dinin bütünlüğü içerisinde uygulamak İslam devletindeki Müslüman yöneticilerin görevidir. Amaç adaleti sağlamak ve suçları sıfırlamaktır. Suçların sıfırlanması için de İslam devleti insanlara önce dinlerini öğretmiştir. Dinini bilmeyen haddini bilmez diye mazur bile görülmüştür. Hadlerin uygulanmasıyla adaletin tesisi arasındaki orantıyı en iyi bilen Peygamber Efendimiz bu konuda teşviklerde bulunmuştur. Devlet suçlulara ceza hukukunu adil olarak uygulamazsa zulüm ortaya çıkar. Bireylere terk edecek olursa da zulüm meydana gelir. Her türlü olumsuzluğu bertaraf etmek ise ancak hukukun adil siyaset vasıtasıyla uygulanmasıyla mümkün olur.
GENÇ'ın Yazısı.