Had, Gönle Dokunarak Bildirilir
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz
Had, sınır demektir. İnsanın beşeri münasebetlerde ve dünya ile ilişkilerinde nereye kadar gidebileceğini, nereden öteye geçemeyeceğini gösteren sınırın adı haddir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın koyduğu sınırlar için de had (ç: hudud) kavramı kullanılmıştır. Bu yüzden haddini bilmek insanın kendi sınırını ve alanını bilmesidir. Hakkını bilmesi ise kendisinin yetki ve sorumluluğu kapsamında bulunan konulara agâh olması anlamınadır.
Bizim medeniyetimizde kişinin kendini tanıması, bilmesi ve dolayısıyla sınırını bilmesi çok önemlidir. İrfan geleneğinde sâlik olmanın, insan olmanın yolu kendini tanımaktan geçer. “Nefsini, kendini tanıyan, kulluk had ve hududunu bilen Rabbini tanır’ ifadesi en geniş kapsamda insanın had ve sınırını bilmesi, dizginlemesi gereken alanı bilmesi demektir.
Edep Ya Hu...
Haddini bilme konusunda çok anlamlı mesajlar veren sözler vardır. Mesela tekkelerde kapıya göre giriş kısmından görünecek şekilde bir ‘Edep Ya Hu’ yazısı vardır. Aslında bu ifade insanlara ‘Nereye gidiyorsun, hangi kapıdan giriyorsun, farkında mısın? Sen kimsin; kendini bil, haddini bil, nasıl davranacağını bil, adabını takın, görgü kurallarına riayet et, adam gibi davran’ manasında bir mesaj vermektedir. Yani bu ifade insanın benlikle, enaniyetle, ego ile içeriye girerken bir bakıma Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de Lokman Hekim’in oğluna tavsiyelerini anlatırken buyurduğu gibi ‘Yeryüzünde böbürlenerek yürüme’ der ve bir edep öğretir. Dergâha, camiye veya huzura girerken insanın nerede ve kim olduğunu, hangi kapıdan girdiğini bilmesi; sınırını bilerek bir varlık iddiasıyla değil, sıradan bir insan gibi girmesi telkin edilir. Bu manada oturmak, kalkmak, insanlarla konuşmak, söz söylemek sırasında uyulması gereken bir takım adaba dikkat çekilir.
Nitekim Allah Teala Hazretleri; Lokman suresindeki Hz. Lokman’ın oğluna nasihatlerinde ‘İnsanlarla konuşurken sesini yükseltme’ derken onlarla daha yumuşak, mûnis bir sesle konuşmaya özen göster, azarlar gibi, talimat yağdırır gibi değil, yumuşak sesle konuş demek ister. Devamındaki “Seslerin en çirkini eşek sesidir” ifadesi ise kendini insan gibi ifade etmekten âciz kimselerin anlamsız kuru gürültü sesler çıkararak bağırmasını insânî sınırları zorlamak ve haddi aşmak olarak gördüğünü belirtir.
Bunların hepsi kişinin kendi yerini, haddini, konumunu bilmesini ve beşeri münasebetlerde karşısındakini rahatsız etmeden iletişim kurabilmesini sağlayan öğütlerdir. İletişim kurarken kullanılan dil ve üslup, seçilen kelimeler ve haddini bilerek ortama dahletmek, kişinin işini kolaylaştıran önemli hususlardır. İzin alarak söze başlamak da önemlidir.
Haddini bilmek insanın, her zaman talebe olmaya, öğrenmeye talip olduğunu göstermesi; hiç kimseye tepeden bakmadığını hissettirmesi, işini ve iletişimini kolaylaştıran çevre tarafından takdire şayan bir insan olmasını sağlayan önemli özelliklerdendir.
Otururken, karşısındakileri görüntü kirliliğiyle rahatsız etmeyecek şekilde oturmak önemlidir. Mesela bizim kültürümüzde küçüklerin büyüklerinin yanında bacak bacak üstüne atarak veya ayaklarını uzatarak oturmaları biraz haddi aşmak olarak algılanmış ve adab-ı muaşeret kuralları içerisinde hoş karşılanmamıştır. Büyüklerin gençlerimize, kişiliklerini önemseyerek ve değer vererek model olması, onların hem hak almak, hem haklarını savunmak adına hadlerini bilmesine yardımcı olur. İnsan hakkını almak için gittiğinde bile, sözünü haddini bilerek söylediği zaman ve hattâ kendisine ters davranışlarda bulunulduğunda bile güzel davranışlarla mukabele ettiğinde karşısındakini etkilemesi mümkündür.
Girerken “Edep Ya Hu”, Çıkarken “Hiç”
Onun için bizim tekkelerimizde kapıdan girişte ‘Edep Ya Hu’ yazdığı gibi çıkarken de tam kapının üstünde kocaman bir ‘Hiç’ levhası bulunurdu. Amaç belli idi; sen burada hiçliğe talip oldun. Yani kendi nefsini, egonu şişirecek bir konumdan çok, malik-i mülk olanın Allah olduğunu bilmeyi ve acziyetini takınarak, yerini bilerek insanlara o gözle bakmayı öğrendin ve hiç olduğunu anladın. Sen kendini Kaf dağında görürsen, insanları toz bile görmezsin. Kendini ‘hiç’liğe talip olarak görürsen insanları daha değerli, daha saygılı görür ve onlara daha farklı gözle bakarsın, kendin de değer kazanırsın.
O yüzden bizim beşeri münasebetlerdeki algımızda büyükler küçüklere daima: “Sen daha değerlisin, çünkü sen benden daha sonra dünyaya geldin; daha gençsin ve günahın benden daha az. Biz günahkârız, sana göre şu kadar süre daha uzun yaşadık ve günah işledik” demesi, gençlerin de: “Siz bizden şu kadar daha uzun süre yaşadınız, ibadetiniz bizden daha fazla elbette siz daha saygınsınız” demesi, böylece herkesin haddini bilerek karşısındakine değer vermesi toplumsal ilişkiler açısından çok önemlidir.
‘Hizaya Gel’ Diyerek Değil; Hâl İle ve Gönle Dokunarak Öğretilir
İnsanlara “edebini takın, haddini aşma” gibi azarlamalarla değil model olarak ve onları ikna ederek bu yapılır. Efendimizin (s.a.v.) meclislerinde haddini aşan pek çok bedevi sahabî olmuştur. Hz. Peygamber onları asla incitmeden, ikna ederek ikaz etmiştir. Zina için izin isteyen genç bir delikanlıyı huzuruna çağırıp bir takım suallerle ikna ederek, elini göğsüne koyup dua ederek bu işten vazgeçirmiş ve tabiri caizse ona haddini bildirmiştir. Keza mescidin içerisinde tabii ihtiyacını gören, bevl eden sahabîye müdahale edenlere “Dokunmayın, adam ihtiyacını görsün” demiş. İhtiyacını gördükten sonra “Getirin iki kova su dökün buraya. İki kova suyun temizlediği bir şey için insanı incitmeyin” demiştir. Böylece hem yapana, hem kızana haddini bildirmiştir. Dolayısıyla edeb öğretmenin, haddini bildirmenin yolu ve yönteminin en doğrusu model olmaktır. Yoksa Şinâsi’nin Tazminat Fermanı için “Bildirir haddini sultana senin kanunun” dediği gibi had kanunla, fermanla değil örnek olarak, model olmak suretiyle bildirilir. Ferman buyurarak, ‘hizaya gel’ diyerek değil; hâl ile ve gönle dokunarak öğretilir.
GENÇ'ın Yazısı.