Srebrenitsa`yı Bilir misiniz?
Tarih, 10 Temmuz 1995. Srebrenista’da vakit gece yarısına doğru geliyor. Hava zifiri karanlık. Kasabadaki tek okulun ışıkları yanıyor. İçeride bir takım bağırış sesleri… Hararetli konuşmalar, belli. Boşnak öğretmen Nesib, Sırp komutan Ratko Mladiç’e şunları söylüyor. “Size samimi olarak söyleyebilirim ki ben kazara temsilci oldum ve mes’ul olamam.”
Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri, Sırp Komutanlar ve Bosnalı üç gariban, aynı masadayken kuruldu bu cümle. Mevzu bahis; Boşnak Müslümanların silahlarını, sözde “Barış Gücü’ne” teslim etmeleriydi. Sırp komutan Ratko Mladiç, silahlarını teslim edenlerin zarar görmeyeceğini söylüyordu. Mazlumların temsilcisi Nesib öğretmen ise mesuliyet almaktan korkuyordu. Çünkü o, ne Sırplara ne de BM adına gelen Hollandalılara güveniyordu. Olacakları hissetmişti sanki. Hollandalı asker Srebrenitsa’nın güvenli bölge olacağının teminatını vermişti. Hava aydınlandığında, BM temsilcisi Karremans “Hayatlarınız Birleşmiş Milletler’in garantisi altındadır” diye anons yaparken Srebrenitsalılar bunu sevinçle alkışlarla karşılaşıyordu. Avrupa tarihinin en karanlık günlerini yaşayacaklarını bilmeden alkışlıyorlardı.
Birleşmiş Milletler Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan ettikten sonra şehrin nüfusu 34 binden 60 bine çıkmıştı. Srebrenitsa açlık ve hastalıklarla mücadele eden bir toplama kampıydı adeta. Ellerindeki silahlar Barış gücü(!) tarafından toplanmıştı. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna`daki BM Barış Gücü komutanı Hollandalı generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar. Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti.Gün ortasında sokaklarda gezen Mladiç, Rauf Selmanoğlu isimli sokak tabelasını indirtti. Türklerden intikam almak için Müslüman kanı dökeceklerini kameranın karşısında itiraf etmişti zaten. Saatler 16.00’yı gösterirken askerler, evlerine sığınmış Müslümanlara bağırıyorlardı. “Elleriniz başınızın üstünde dışarıya çıkın bir şey olmayacak.” Halk sokaklara çıkarılmıştı. Bir bilinmeze doğru giderlerken silah yüklü kamyonların yanından geçiyorlardı. Kimisi hasta anne babasını, kimisi de çocuğunu taşıyordu. İnişli çıkışlı patikalardan geçiyorlardı. Yorgundular. Acıkmışlardı. Susamışlardı. Sırp askerlerden yavrularını düşünerek bir yudum su istediklerinde şu cevabı duyuyorlardı. “O çok sevdiğiniz Allah’ınız yardım etsin size” Ardından silah sesleri... Şehit edildiler.
Olacakları anlayan Müslümanlardan bazıları kurtuluş ümidiyle dağlara, ormanlara doğru kaçmıştı. Sırp çetelerinin ormanlarda saklandıklarını bilmiyorlardı. Ağır makinalı silahlarla tarandılar. Babalar dağlara doğru bağırıyordu. “Oğlum! Kızım! Gelin yanıma, bir şey yapmayacaklar!” Yanıtların geldiği yöne tanklarla ateş ettiler. Yer gök inliyordu. Tek suçları Müslüman olmaktı. Şehit edildiler.
10 bin mülteciyi Tanjarz Kırsalı’nda esir alan Mladiç, Beş gün içinde 8372(?) kişiyi şehit etti. Cesetlerin tanınmaması için cesetleri parçalatıp iskeletlerini çıkarttırdı, bu cesetler krematoryumlarda (ceset yakılan yerler) yakıldıktan sonra Lahey mezarlığına gömüldüler. O kadar kindarlardı ki kemiklerin birbirine karışması için cesetlerin yerlerini birkaç kez değiştirdiler. Geriye kalan 2700 kişi serbest bırakılırken Mladiç çocuklara çikolata dağıtıyordu. Onlara ”Allah size yardım edemez ama Mladiç edebilir“ diye bağırıyordu. Annesini babasını katlettiğin çocuklara çikolata dağıtmak…
Sırplar 600 yıldır içlerinde biriktirdikleri kinlerini ve öfkelerini kusmuşlardı. Tek dişi kalmış canavar ne kadar medeni olduğunu göstermişti. Seneler sonra, 1999 yılında, hayatta kalan Müslümanlar ilk kez ölen yakınlarının cenaze namazlarını kılacaklardı. Sırplar ise o gün, bir yandan dans ederken diğer yandan da General Mladiç’in Srebnitsa’nın özgürlüğünü ilan edişini bira şişelerini tokuşturarak kutluyorlardı. Neşeyle söyledikleri şarkılar Srebrenitsa’dan şehitlerin kabrine doğru yankılanırken, Aliya Izzetbegoviç yeni kurulan Boşnak ordusunu “Esselamı Aleyküm” diyerek selamlıyordu. Komutanlardan birisinin “Tekbir!” diye bağırmasının ardından ordu, tek yürek olup “Allah’u Ekber!” diyerek şehitlerinin ruhunu yâd ediyordu. Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı Aliya Izzetbegoviç daha sonra şöyle diyecekti: “Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın suskunluğu olacaktır.”
Suskunluğumuzun bedelini kanla ödediğimiz bu zamanlarda bile susmaya devam ediyoruz. Bir slogan vardı, bilirsiniz, “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” Konuşmamız için sıranın bize gelmesini mi bekliyoruz yoksa? Bizler üç maymunu oynamaya devam ettikçe zalimler zulmüne devam edecek. Hamza Tzortzis’in haykırdığı gibi, uyanın dostlar, bağırın dostlar, wallahi wake up, speak up!
Burakhan Doğan'ın Yazısı.