1992 doğumluyum ve sanırım da kurşun kalemin arkasıyla ya da serçe parmağıyla kaset bantı saran son nesildenim. Çocukluğumun bir kısmı beyaz renkli Şahin model arabamızla yaptığımız yolculuklarda Barış Manço’nun Ben Bilirim adlı kasetini ileri geri sarmakla, bir kısmı da kullanılmayan kasetlerin bantlarıyla kağıda çizdiğim bebeklere etek veya saç yapmakla geçti. Hayatımın belki çeyreği belki de yarısındayım bilemiyorum ama o günlerin samimiyetini ve güzelliğini çok özlüyorum. İşte o samimiyeti bu yaz Zanzibar’da bir deniz kenarında buldum. Sekiz dokuz çocuk bir araya gelmiş ellerinde bulunan kaset bantlarını iki yüz metreye yakın mesafe içinde bir sağa bir sola koşarak uçuruyorlardı. Tur bitiminde el değiştirerek neredeyse yarım saat bu şekilde devam ettiler. Bir yandan kahkahalar atarak koşuyorlar diğer yandan da bantın havada nasıl şekiller aldığına bakıyorlar. Yaşça biraz daha büyük olanları kopmuş sünger terliklerden ya da pet şişelerden yaptığı yelkenleri -ki hafif olması mühim daha iyi yüzüyor- kıyıda yüzdürüyor, daha da büyük olanları eğimli bir yerden yahut küçük bir kum tepeciğinden koşarak taklalar atıyor, okyanus kenarında maç yapıyor. Böyle böyle büyüyorlar, büyüyoruz. 2000 öncesinde bıraktığımı düşündüğüm çocukluk 2017’de varlığını sürdürüyormuş. Dünyanın hangi köşesinde daha ne oyunlar ve oyuncaklar var acaba? Belki eskimiş unutulmuş eşyalardan, belki mermilerden boş kovanlardan, parçalanmış savaş araç gereçlerinden, terkedilmiş yıkılmış evlerden, bırakılmış unutulmuş çocukluklardan kalan nice oyunlar ve oyuncaklar türetiliyor çocuklar tarafından. Çocukluk bir yanıyla aynı bir yanıyla çok farklı. Açıkçası çocukluğun unutulduğu bir dünyada kendi çocukluğumu özlemeye pek de yüzüm kalmadı.


Merve Özkan'ın Yazısı.