Kendini Bilmek Yeteneğin Başlangıcıdır
Herhangi bir faaliyette, fiilde ne kadar başarılı olacağımız, kendimiz hakkında bilinçaltında depoladığımız kelime ve inançlarla sıkı sıkıya bağlı. Hiçbir yetenek ve başarı emek verilmeksizin, hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek duyulmaksızın kendiliğinden gelmez.
ir fiilin, belli bir sonucu gerçekleştirecek şekilde zihinde tasarlanıp belirlenmesine niyet diyoruz. Niyet her işin başı. Bir becerinin, bir yeteneğin ecir, sevap kazanmasının da başı. İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesi olması hasebiyle bütün fiillerinden sorumlu. Boş vaktinden sorumlu; hangi mesleği nasıl icra edeceğinden sorumlu; bir takım yeteneklerini ortaya çıkarmaktan/çıkaramamaktan sorumlu. Neyi niçin yaptığından sorumlu; yaptığının faydasından sorumlu; sanat adına, bedii zevkler adına yaptığının ahlâkîliğinden sorumlu. Hoş, halife insan yıkılıp soysuzlaşmış bir hayvan haline geldi ya!
Hangisi yetenek?
“Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (İnşirah, 7) emrini veren yüce yaratıcı aslında insanın boşluk kabul etmediğini, dur durak bilmeyeceğini, istidatlarını da en iyi bilendir. Bu ayet aynı zamanda peşpeşe yapılan sık sık tekrar eden işlerle başarının yakalanacağına da bir işaret. Bugün çokça çalışılmış, emek harcanmış ve bir popüler kültür ögesi olarak sunulan yetenekler de bahşedilmiş bir nimet, ancak faydadan beri. İnsanlık tarihi boyunca farklı olan hep dikkat çekmiştir. Onlar revaç bulmuştur, takip edilmiştir. Yetenekler artık bir şovun unsuru haline geldi. İçinde mutlaka bedenin teşhiri olmalı. Kasları ve kıvrak vücutları olmayanlar yeteneksiz kabul ediliyor. Kendinden geçmiş, ağzı kulağına kadar açık seyirciyi; okuyarak öğrenilmiş, kafa patlatılmış, zihnî melekeler kullanılarak geliştirilmiş hiçbir yetenek kesmiyor. Yetenek için illa kas şişirmek gerekiyor, oradan oraya zıplamak, hangi enstrüman ile yapıldığı bile belli olmayan müziklerle, vücudu nere kıvrılıyorsa kıvırmak gerekiyor. Hatta alkolle bütün benliğini uyuşturan, varsa yetenek ve becerilerini de öldüren sarhoşlara servis yapan barmenlerin, pis içki şişelerini atmaları tutmaları da yetenek kabul ediliyor.
İnsanın ister fıtraten diyelim ister arızî olsun ön plana çıkma, kendini gösterme temayülü var. Bu kendini gösterme patolojik vakalarla bile ortaya çıkabiliyor. İntihar olayları, bazı cinayetler bu meyanda sayılabilir. Kendini göstermeye, kendini ortaya koymaya toplum hangi anlamı yüklerse, revaç verirse, kendini gösterme ona göre tebarüz ediyor. Hz. Musa’ya, sihirbazların revaç bulduğu bir toplumda verilen mucize dikkate değerdir. Günümüz toplumunda beğeniler, normlar görsel medya aracılığıyla belirleniyor. İnsanın zekâ ve idraki eşya ile münasebeti kendi toplum kalıplarının içinde gelişiyor. Kendinde olmayana benzeme, ötekine duyulan gizli hayranlık, başkalarının elinde olana göz dikme isteğinde olan insan ekranlar aracılığıyla avlanıyor.
Çalışmaya köle olmadan başarının sultanı olunmuyor!
Bakmayın ekranda boy gösterdiklerine, dışarıda yetenek diye yaptıklarını söylemeye utanacaklara karşı ataletten kurtulalım. Yetenek, beceri adına yapacağımız bir sürü başlığımız var bizim. Oramızı buramızı kıvırmadan, atıp tutmadan, kas gücü gerektirmeden el emeği göz nuru birçok alanda kendimizi gösterebiliriz. Herhangi bir faaliyette, fiilde ne kadar başarılı olacağımız, kendimiz hakkında bilinçaltında depoladığımız kelime ve inançlarla sıkı sıkıya bağlı. Hiçbir yetenek ve başarı emek verilmeksizin, hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek duyulmaksızın kendiliğinden gelmez. Geleneksel Türk –İslam sanatlarının birçok alanı usta ve yetenekli elleri arıyor. Osmanlı arşivlerinde siyakat dediğimiz yazı türü ile yazılmış okuması her babayiğidin harcı olmayan binlerce belge durup duruyor. Daha yazılmamış milyonlarca fikir, genç yazarları bekliyor. Daha da güzel yazılacak elbette şiirler vardır. Dünyadaki mevcut madde ve eşyalarla yapılacakların en mükemmeli henüz yapılmadı. Çözülemeyen bir sürü denklem var. Çalışmaya köle olmadan başarının sultanı olunmuyor. Şayet tüm insanlar kendilerini tekrar ederek yaşamış olsalardı yeryüzünde gelişme ve değişme yaşanmazdı. Medeniyetler yaşanmamış olurdu.
Başarısızlığa uğrayanların çoğu bir işe girişirken, kendi yeteneklerinden kuşku duymaya başlamışlardır. Herhangi bir mesleğe atılan insan, kendi yeteneğinden kuşku duyarsa, bu kuşku ona bütün girişimlerinde ihanet edecektir. Büyük işler başaranlar kendi yeteneklerine güvenenlerdir. Tasarladıkları işi mutlaka başarıyla sonuca erdireceklerine emindirler. Güven beceriyi destekler enerjiyi geliştirir. Güven, zihin güçlerini sağlamlaştırır. Yaptıklarımız, kanaatlerimizin, azmimizin güvenimizin damgasını taşır. Bunlar zayıf ise işimiz de zayıftır. İrade güvenin bir şeklidir. İrade, yani bir işi yapmak kararı, o işi yapmak istediğimizin ve yapabileceğimize güvendiğimizin belirtisidir. Hiç kimse başladığı bir işi şu ya da bu şekilde başaracağına inanmadıkça bir şey yapamaz. Arzu ettiğimiz şeyleri kendimize çekmek kudreti de irademiz oranında artar veya eksilir.
Bir insan bir işi niçin yapması gerektiğini biliyorsa, nasıl yapacağını biliyorsa, yaparsa ne kazanacağını, yapmaz ise ne kaybedeceğini biliyor ve yapmıyorsa tembellik ve ataletten bahsedilir. Parlak yetenekleri, kuvvetli bir öğrenime sahip oldukları halde yapmak ve başarmak için eksik bırakan tembelliktir. İnsanların çoğunda, güzel ve kuvvetli amaçlarını gerçekleştirmekten alıkoyan böyle zayıf noktaları vardır. İnsanlar, bütün hayatlarında bu zayıf noktalarının yükünü taşırlar.
Eski Yunan’da “kendini bilmek” felsefenin temeli kabul edilirdi. “İslam’da kendini bilen Allah’ı bilir”. İnsan kendi oluşturduğu dünyasında oradan oraya maksatsız bir şekilde savruluyor. Âlemin özü insan ne halde? İnsan artık hür değil tutsak, kendinden çok toplumun malı. Özünü keşfetmekten, yeteneğini nerede kullanacağından maslahattan, güzellikten, aşktan, mesuliyetten bihaber.
Ali Can'ın Yazısı.