Gusül Abdestinden Başka Kaybedecek Neyin Kaldı?
Sende ne varsa, kaybedeceğin de odur. Sakın sahip olduğundan fazlasını kaybedeyim deme! O zaman neler kaybettiğini dahi anlayamadan üç kuruşluk keyif uğruna kutup ayısı gibi geberir gidersin.
"Vusulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir." denilmiş bir zaman.
Bu söz usul erkânın gözetildiği, yâre vuslat hayallerinin gönülleri süslediği zamanlardan kalma bir sözdür. O zamanlardan birinde, güzel bir sohbet meclisinde muhterem bir insan, kendisini dinleyenlere şu minval üzere nasihatlerde bulunmaktaymış:
- Rauf Efendi adında bir hak dostu varmış Karaman`da… Bir evlâdı varmış. Ziyadesiyle aşk ehli, pek cezbeliymiş. Sohbette veya zikirde bazen öyle bir cezbeye gelirmiş ki, evladını teskin etmekte acze düşerlermiş. Dermiş ki Rauf Efendi:
- Bu kardeşinizin koluna giriverin de, şurada ……. Caddesinde İş Bankası`nın önünden veya Yeni Sinema`nın oradan geçiriverin! Kendine geliverir, bir şeyciği kalmaz!`
O zamanlarda usul bilinir, vuslata erilirmiş. Sonra usul erkânın iyiden iyiye unutulmaya başlandığı zamanlar yaşanır olmuş. Benzer bir mecliste, Rauf Efendinin bahsettiği hakikat dile getirilip kendisi hayırlarla yâd edilmiş:
“Yeni Sinema`nın oradan geçiriverin! Kendine geliverir, bir şeyciği kalmaz!”
Sohbeti dinleyen gençlerden birinin zoruna gitmiş bu söz:
- Bu nedir şimdi ya! Sinemaya da mı gitmeyelim! Haydaaa! Bankayla da o kadar işim oluyor ki! Haftada bir iki defa bankaya uğrar, ayda en az iki defa da sinemadayımdır. Bana bir şey olduğu da yok! diye bir itiraz yankılanmış delikanlının deli gönlünün derinliklerinde.
Ehl-i ilmin katında diline, gönül ehlinin katında da gönlüne sahip ol demişler ya! Delikanlıya şunu sormuş sâhibü`s-sohbet:
- Kurtlar vadisini seyreder misiniz evladım?
- O nasıl söz efendim! Kaçar mı?
- Orda Süleyman Çakır diye biri vardı vaktiyle. Derdi ki merhum: “Azdan az, çoktan çok gider!”
- Süper bir söz ama değil mi?
- Beğendiğine sevindim; ama maksadımı anlayamadığına üzüldüm. Kaybedecek şeyi kalmadıysa bir insanın ondan ne gider?
- He he! Ona bir şey olmaz!
- Bak iyi dedin! O zaman o da “Bana bir şey olduğu yok!” diye sevinsin dursun mu yani! Sen de ne varsa, kaybedeceğin de odur. Sakın sahip olduğundan fazlasını kaybedeyim deme! O zaman neler kaybettiğini dahi anlayamadan üç kuruşluk keyif uğruna kutup ayısı gibi geberir gidersin. Bizim bir komutan vardı.
Mescidin açılış-kapanış saatleriyle ilgili bir düzenleme yapılmasını teklif ettim kendisine. “Ne gerek var?” dedi. Kapanış saatlerinde bir düzeltilme yapılmazsa, beş vakit namaz kılınamadığını söyledim. Ne dedi biliyor musun?
- Ne dedi?
- Beş vakit kılmayıver hoca, üç oluversin ne çıkar?. Bak biz hiç kılmıyoruz, bir şey olduğu yok! Korkma o kadar yaaw! dedi.
- Adamın namaz diye bir derdi kalmamış ve hâlâ “bir şey olduğu yok!” diyor.
- Yaa! Namaz gidince sıra hemen abdeste geliyor.
- O nasıl oluyor?
- Mesela sen sabah işe neyle gidersin?
- Dolmuşla…
- Şimdi dolmuşa bindin farz et! Arka koltukta oturan bir hanım, dolmuş ücretini şoföre vermen için sana parayı uzatıverdi diyelim…
- Hemen hemen her gün bu oluyor!
- Sen tam parayı alırken, ne kadar da dokunmak istemesen, eli eline deydi diyelim…
- O da çok oluyor efendim!
- Eğer sen Şafiiysen! Ne olur?
- Heee! Abdestim bozulur…
- Geçmiş olsun! Peki abdestin yoksa, “Bana bir şey olduğu yok” mu dersin?
- Namaz abdestim gittiyse gusül abdestim duruyor en azından! He he he!
- Gusül abdestinden başka kaybedecek şeyin kalmadıysa, hayattaki en büyük korkun dolmuşta köpeğe rastlamak mı olacak şimdi?
- Tamam! Kabul! Bankanın da sinemanın da bana zararı oluyor diyelim! Gitmeyecek miyim şimdi yani! Bankaya gitmezsem o kadar işi nasıl halledeceğim.
- Birincisi sadece banka ve sinemayla sınırlamayalım konuyu. Bizim meselemiz, inandığın gibi yaşayamadığın, inancına ters işler yapmaya zorlandığın her yer olsun. Hadi diyelim ki bazen illa bankaya uğraman gerekir… Sinemaya gidip gitmemek değil derdimiz, bunun kafeteryası var, restoranı var, tatil köyü, beldesi var…
- Girmeyelim mi yani?
- Sana bir soru daha! Pahalı bir restoranda yemek yiyecek olsan önce ne düşünürsün?
- Hesabı ödeyip ödeyemeyeceğimi düşünürüm? Yoksa rezil olmak var işin içinde.
- Yaşadığın hayat, yemek yiyeceğin restorandan ucuz mu? Rezil olmak yok mu işin içinde? Bazı yerlere de gitmeyiversen ne olur? Gidince kaybedeceğini kabul ettin ya! Gitmeyince ne kaybedersin?
- “Gitmeyiver ne olur?” deyince siz, aklıma ne geldi bakın! Bizim bir komşu vardı. Adam piknik hastası… Yağmur demez, çamur demez her pazar giderdi pikniğe. Derdik ki:
“Zekeriya amca! Senin eşin, dostun akraban yok mu? Bir pazar da onları ziyarete gitsen! Bak bu gün hava kötü!”
“Onlar beni ziyaret gelsin, bana ne! Hem gelsinler de ben onları da pikniğe götüreyim. Oğlum benim için pazar pikniği, Cuma namazı gibidir, kazası olmaz. Ben gitmezsem hasta olurum.” derdi..
- Bu amcaya ne oldu biliyor musunuz? Virüsle yüklü keneler çıkmasın mı? Zekeriya amca için pazar pikniklerinin farziyeti düştü. Artık apartman bahçesinde idare etmeye çalışıyor. Çoğu zaman da eşinin dostunun evinin bahçesinde yapıyor pikniğini.
“Sana bir şey diyeyim mi delikanlı?” demiş hoca efendi, üzgün ve ümitsizce:
- Zekeriya amca gibi nice insanlar var ki keneden korktuğu kadar Allah`tan korkmuyor. Şimdi insanlara “Plaja gitmeyin!” diyemiyorsun. Sen kötü oluyorsun. Bir bakıyorsun, aklına irfanına güvendiğin kimler kimler sana hasım oluvermiş. Allah`tan yaz aylarında bir de virüslü yengeç, denizanası filan çıksa da plaj ashabından kaç kişi kalacak bir görsek!
- Şimdi ben sinemaya veya bir kafeye gitsem değerlerimi kaybederim, kirlenirim öyle mi? diye sordu delikanlı. Fakat dudaklarındaki o müstehzi tebessümü gizlemeye muvaffak olamadı.
- Şimdi insan var, insan var… Tıpkı binalar gibi. Sen hangisi olduğunu söyle, ben de ona göre bir cevap vereyim. Bir süpermarketin özel güvenliği vardır; ama kimse bakkal dükkânına kameralı özel güvenlik sistemi kurup kapısına güvenlik görevlisi koymaz. Bakkala girecek müşteriyi x-ray ile taramazlar. Akşam olunca bakkal amca, dükkânının kapısını kilitler, varsa bir de kepengini çeker gider. Fakat bakkal dükkânı kadarcık yerde yaptığın iş sarraflıksa, sermayeni bir kilide bir kepenge emanet edemezsin değil mi? İkisi de tarihi eser; ama şu hamama giren çıkan belli değilken, Topkapı Sarayı’nı, kapısında nöbet tutan silahlı askerle koruyorlar. Bu örnekler senin kaybedeceğinle alakalı. Gelelim senin kirlenmene. Bir hastaneyi düşünelim mi şimdi de ne dersin?
- Olur, ben pek sevmem hastaneleri; ama olsun.
- Hastanede birbirinden değişik hizmetlerin îfâ edildiği pek çok oda vardır değil mi? Ameliyathâneler vardır, hasta odaları vardır, yemekhâne ve kantin vardır, hatta tuvalet bile vardır?
- Hepsi de bir hastane için lazımdır…
- Tabii ki! Şimdi sen hayatta, bir hastanenin ameliyathanesi veya hasta odası gibi bir mevki edinmek, hayati bir görev icra etmek istiyorsan; o hâlde her zaman abdestini muhafaza etmen gerekir. Tertemiz olacaksın, kafanda bonen bile olacak, saçının teli ayağa düşmeyecek. Hijyen kuralları bunu gerektiriyor çünkü. Yok, “Ben yemekhâne olsam da olur, kantine de razı olurum!” diyorsan, o zaman da en azından gusül abdestine mukayyet olmalısın; Elin, yüzün, üstün, başın temiz olacak.
Ama dediğin doğru. Bu hastaneye tuvalet de lazım. Sen de buna razıysan, o zaman ister sinemaya git, ister bankaya, yahut kafeteryaya… Dilediğin yerde ye, iç. Hatta köpek dahi besleyebilirsin, gusül neyine gerek senin? İstediğini yap...
Harun Kırkıl'ın Yazısı.