Seda Nur Demir

“Size öyle bir vatan aldım ki; ebediyen sizin olacaktır” (Sultan Alparslan)

İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir “ diye meşhur bir sözü vardır. Bu ifadeyi ülkemiz için sıkça kullanırız. Jeopolitik konumu ile çok önemli bir yere sahip olan ülkemiz, nice ülkelerin kaderi olmuştur.

Şimdi sizleri kaderine ortak olduğum bir coğrafyaya, Muş’a götüreceğim…

Atalarımızın taşına toprağına ruhunu üflediği Türk İslam medeniyetinin ana duraklarından biri.. Sıcakta yakan güneşi, soğuk karı, şanlı tarihi, folklorik değerlerleri, üzümü, lalesi ve insana sonsuzluk hissi veren ovası ile Anadolu’ya açılan kapı…

1071 yılında Malazgirt Savaşı ile Türklere Anadolu’nun kapısını açan Muş; sadece Anadolu’nun değil, kendi kaderini de değiştirerek tarihi yeniden yazmıştır. Malazgirt Savaşı ile Anadolu’yu Türklere yurt yapmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1935 yılında il olmuştur. Muş, birçok tarihi esere ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Şehirde Osmanlı, Selçuklu ve Urartu mimarisi etkisini gösteren yapılardır. Şehir merkezinde bulunan “Alparslan Heykeli” her an şaha kalkıyor edasıyla Malazgirt ruhunu yaşatıyor insana... Selçuklu döneminden kalan cami, kilise, türbeler ise insanı bir tarih yolculuğuna çıkarıyor. Muş’un ilk ne zaman kurulduğu ve adının kaynağı kesin olarak bilinmemektedir. Muş adına dair birçok rivayet vardır. Bir rivayete göre Muş ismi, şehre Asurlulardan kaçarak Muş yöresine gelen İbrani kabilelerinden biri tarafından verilmiştir. Nitekim 1914 Bitlis Vilayet Salnamesinde Muş adının İbranice “sulak verimli ve otlak “ anlamına gelen “Muşa” kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür. Bir diğer rivayete göre Muş ismi, bu bölgede daha önceleri yaşamış olan Muşkiler’den gelmektedir. Muş doğal güzellikleri ile ziyaretçilerini büyülemektedir. Şehrin sembolü haline gelen Muş lalesi, şehrin gerdanlığıdır. Şehirle bütünleşmiş olan Muş Türküsü ise yakın tarihimizin hüzünlü sayfalarındaki nağmelerin terennümüdür. Genelde Anadolu insanının özelde ise Muş halkının ağıtıdır. Doğu Anadolu’nun bu kadim şehrinin her şeyden önce bir ruhu vardır. Şehre bu ruhu veren ise Malazgirt Zaferi ve Sultan Alparslandır… Sultan Alparslan Büyük Selçuklu Devletinin 2. Sultanı olan Türk hükümdar, Türklerin Anadolu’ya gelişini sağlayan yiğit bir komutandır.

Malazgirt Savaşı

26 Ağustos 1071 tarihinde Muş’ta bulunan Malazgirt ovasında meydana gelen, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ve Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi Türklere Anadolu’nun kapılarını açan temsili savaş olarak bilinir. 26 Ağustos Cuma sabahı, çadırından çıkan Alparslan, kendi ordugahının 7-8 km uzağında, ovaya yayılmış düşman birliklerini gördü. Savaşı önlemek için imparatora barış elçileri yollasa da imparator Alparslan’ın korktuğunu düşünerek bu talebi reddetti zira düşman ordusu Alparslan’ın ordusundan 3-4 kat daha büyüktü. Sultan Alparslan savaştan sağ çıkma ihtimallerinin çok düşük olduğunu biliyordu ve bunu askerleri de sezmişti.Bu yüzden askerlerin tedirginliğini önlemek için eski bir Türk töresi uyguladı. Kefene benzer beyaz kıyafetler giydi ve atının kuyruğunu bağladı. Ayrıca yanındakilere, şehit olduğu takdirde vurulduğu yere gömülmesini vasiyet etti. Bunu gören askerler, Sultanlarının son nefesine kadar yanlarında olduğunu ve zor durumda kaçmayacağını anladı. Savaş öğle saatlerinde Türk atlılarının toplu ok saldırısıyla başladı. Türk askerinin çoğunda ok bulunduğundan bu saldırı Bizanslılara büyük miktarda asker kaybına yol açtı. Daha sonra Alparslan’ın zekice hazırladığı geri çekilme planı ile Türkler zafer sağladı. Bu planda Alparslan gerilere küçük birlikler gizlemişti. Bu birlikleri hilal şeklinde konumlandırmıştı. Türk askerleri zırhsız ve çevik olduklarından uzun süre Bizans askerleri Türklerin kaçtığını düşünerek yakalamaya çalıştılar ancak bir süre sonra aşırı derecede yorulan askerleri güçsüz düştü ve o sırada düğer küçük birlikler saldırmaya başladı. Bizans askerleri öldü ve Romen Diyojen ise yaralı bir şekilde esir düştü. Savaşı kazanan Alparslan, İmparator Romen Diyojen’i huzuruna çağırdı ve aralarında şu diyalog geçti:

Alparslan: “Eğer ben senin önüne esir olarak getirilseydim ne yapardın?"

Romen Diyojen: “Ya öldürürdüm, ya da zincire vurup Konstantinopolis sokaklarında gezdirirdim.”

Alparslan: “Benim sana vereceğim ceza çok daha ağır, seni affediyorum ve serbest bırakıyorum.”

Alparslan ona makul bir naziklikle muamele etti ve ona savaştan önce de yaptığı gibi barış antlaşması önerdi. Romen Diyojen affedilmişti ancak ülkesine döndüğünde Türklerden görmediği hakaretlere uğrayıp öldürüldü. Yapılan antlaşma ile imparator Selçuklulara Anadolu'nun tapusunu vermişti. İlerleyen 20 yıl içerisinde hızla Anadolu içlerine göç hareketleri başlatılarak Türkleştirilen Anadolu, Orta Asya'daki diğer Türk devletlerinin de göçleriyle bir Türk yurduna dönüştü.

Muş’ta Yaşam

Muş Ovası, Türkiye'nin en önemli ve en büyük ovalarından biri olarak bilinir. Muş Ovası'nın alanı yaklaşık 1650 kilometredir. Muş’ a kışlar oldukça karlı ve soğuk geçer. Muş Ovası'nda, yoğun kar yağışı görülür. Sonrasında şiddetli soğuklar ve sisli geçen uzun kış sonrasında laleler çıkmaya başlar. Muşluya göre lale, yeni bir yaşamın, bolluğun, bereketin ve coşkunun simgesidir. Bu yüzden her yıl lale çiçeğinin özlemle açması beklenir. Muş Ovası tarım için paha biçilmez bir nimettir. Ama bu önemi ölçüsünde değerlendirilememektedir. Şehirde insanlar tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Yaz olduğunda yerli halk bağlara çıkar ve meşhur Muş üzümünü dağıtıma koyulur. Muş’ta patates, tütün, nohut, üzüm, uçkun, şeker pancarı başta olmak üzere birçok ürün yetiştirilmektedir. Şehrin gezilmesi gereken birçok tarihi yei vardır: Muş Kalesi, Arak Manastırı, Tarihi Murat Köprüsü, Alaaddin Bey Hamamı, Muş Ulu Cami, Kayalıdere Antik Kenti, Muştak Baba Türbesi, Haspet Kalesi, Malazgirt Kalesi, Yıldızlı Han, Hacı Şeref Cami, Geleneksel Muş evleri, Selçuklu mezarlıkları, Malazgirt Zafer Anıtı ve daha niceleri…Muş’un mutfağı ise oldukça zengindir.Şehrin yöresel bazı yemekleri: Hez dolması, Muş köftesi, Çorti, Kırçikli kelem dolması, Mırtöge, Keşkek, Herse ve Muş pastasıdır.

Mercimekkale Höyüğü Efsanesi

Halk arasında yaygın bir rivayete göre Muş ilinde korkunç bur kuraklık yaşanmıştır. Yaşanan bu kuraklık döneminde Muş Ovası'nda sadece Sekavi Beyinin ekmiş olduğu mercimekten başka hiçbir ürün yetişmemiştir. Sekavi Beyi topladığı mercimekleri üst üste kale gibi yığmıştır. Bir gün yanına oldukça ihtiyar biri gelmiş. Rivayete göre bu ihtiyar Hz. Hızır’dan başkası değilmiş. İhtiyar Bey’e “Allah rızası için bir avuç mercimek ver” demiş. Sekavi Beyi mercimek vermemek için bin bir yalan uydurmuş ve “eğer benim mercimeğim var ise taş olsun” demiş. Bunun üzerine Hz. Hızır “Allah’ım bu beyin Mercimeklerini taş et” diye beddua etmiş ve bütün mercimekler taş olmuş. O günden sonra bu yere Mercimekkale adı verilmiş.

MALAZGİRT ZAFERİNİN 948.YILI

Muş 2016 yılından beri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde başlatılan zafer kutlamalarına ev sahipliği yapıyor. Bölgeye yerli ve yabancı birçok turist gelerek zafer heyecanını yerinde hissetme fırsatı buluyor. Ayrıca bu kutlamalardan yerli halk da çok memnun, şehrin tanıtımı için olumlu bir hava yarattıklarını ifade ediyorlar.


GENÇ'ın Yazısı.