Esad Mücahit Eskimez

Bu sene 24’üncüsü düzenlenen Saraybosna Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan bir ilk film: Güvercin Hırsızları. Osman Nail Doğan’ın yönetmenlik koltuğuna oturduğu film, seyirciye taşradan sıkı bir fedakârlık hikayesi getiriyor. Bizde filmin yapım sürecini, festival izlenimlerini ve ilk filmiyle alakalı duygularını yönetmen Doğan ile konuştuk.

İlk uzun metraj filminiz olan “Güvercin Hırsızları”nın dünya prömiyeri 24. Saraybosna Film Festivali’nde yapıldı. Siz de bu sebeple ekibinizle beraber Saraybosna’daydınız. Festival boyunca filminiz ile alakalı nasıl tepkiler aldınız?

İlk filmimle katıldığım ilk festival olması sebebiyle oldukça heyecanlı geçti Saraybosna. Büyük yapımlar ve iyi yönetmenler vardı yarışmada. Jüri de hakeza öyle. İlk önce basın gösterimi yapıldı. Ve festivali profesyonel olarak takip edenlerden aldığım bilgiye göre filmimizin basın gösteriminde dahi salon dolmuştu. Gala ve kapalı gişe gösterimlerinde de biletler tükenmişti. Seyirciyle buluşmak, onların filmle ilgili eleştirilerini, fikirlerini duymak oldukça mutlu etti beni.

Yönetmenlerin ilk filmleri genelde kendi yaşamlarından kesitler taşır. “Güvercin Hırsızları”nın hikayesi bir yerde Osman Doğan’ın da hikayesidir diyebilir miyiz?

Bu kaçınılmaz. Çünkü en samimi duygular çocukluğumuza dair düşündüğümüzde ortaya çıkıyor. Hikâye zaten Samet Doğan’ın. Çocukluğumuzun atmosferi diyebilirim güvercinler için. Bize ise yasaklı. Annem izin vermiyor. Benim aslında çok ilgim yoktu güvercinlere. O sebeple filmdeki İsmail karakteri bana daha yakın. Babasını bekleyen bir çocuk. Evet, o ben olabilirim.

Filminizde -ana karakterler de dahil- birçok oyuncu ilk kez bir filmde rol alıyor. Bu durum bana rahmetli Ahmet Uluçay’ın “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmini hatırlattı. Amatör oyuncularla çalışmak ekstra zorlayıcı bir süreci de beraberinde getirmiyor mu?

Ahmet Uluçay benim idolüm zaten. Çocuklarla çalışmak bir yanıyla eğlenceli. Bir yanıyla da zorlayıcı. Kamera karşısında bir şeyler yapmak kolay değil. Bir defa kim kameranın karşısına geçerse oynamaya çalışıyor. Bunu kırmak zor oldu. Doğalı yakalamak önemliydi, bunu bir şekilde başardık.

Filminizin çekim sürecinde unutamadığınız bir ânı bizlerle paylaşır mısınız?

Mahmut ve İsmail’in bir sahnesi vardı. Dedesi Mahmut’tan bahçeyi bellemesini istiyor. Önce Mahmut başlıyor çalışmaya, yorulunca da elindeki beli İsmail’e veriyor. Bu sahnede istediğim oyun olmayınca çocuklar da iyice yoruldu. Kulaklıktan konuşmalarını duyuyordum. İsmail karakterini canlandıran Mert dedi ki: “Bu Osman abi de deli mi ne. Biz başrolüz bize bahçe bellettiriyor.” Çocuğun beklentisi başka demek ki. Başrole bahçe belletilmez.

Genç yönetmenler için günümüzde sinema sektöründe var olmak hâlâ zorlu bir iş mi? Gerek sektörün içinden duayen isimler gerekse devlet genç sinemacılar için yeterli desteği sağlıyorlar mı?

Bence gençlerin önü çok açık. Her sene ilk film desteği veriyor devlet. Geriye iyi bir fikir bulmak, onu senaryoya dönüştürmek kalıyor. Sinema herkese eşit uzaklıkta. Genç yaşlı fark etmiyor. Yeter ki hayalleri olsun.

Dünya ve Türk sinemasından ilgiyle takip ettiğiniz isimler var mı? Bu yola çıkmadan önce size ilham olmuş ve “İşte sinema budur!” dediğiniz yapım oldu mu?

Kuzey Avrupa sinemasını takip ediyorum. Anders Thomas Jensen’a hayranım. Dagur Kari de çok iyi. Ama filme kim ilham oldu dersen tabi ki Ahmet Uluçay!

Güvercin Hırsızları

16 yaşındaki Mahmut’un yaşadığı ilçedeki tek gündeliği taklacı güvercin beslemek ve arkadaşlarıyla birlikte başkalarının güvercinlerini çalmaktan ibarettir. En büyük hayali ise en iyi güvercinlere sahip olmaktır. Bir gün güvercinlerinden biri kaçar ve geri dönmez. Mahmut, bir çatıya yuva yapan güvercinini bulduğunda o evde yaşayan 8 yaşındaki İsmail’le tanışır. Bu tanışma o andan itibaren yaşayacağı hayatı etkileyecek en önemli dönüm noktalarından biri olur. Mahmut artık güvercinleri İsmail’in hayali için çalacak ve ona yardım edecektir.

BİR KÜLTÜR DİRENİŞİ: SARAYBOSNA FİLM FESTİVALİ

Bugün Doğu Avrupa’nın en büyük film festivali olan Saraybosna Film Festivali’nin hikayesi Bosna Savaşı yıllarına dayanıyor. 1993 yılında Saraybosna’da kuşatma devam ederken, Sahne Sanatları Akademisi’nde “Savaş Sineması” kurulur. İnsanların bombardıman altında belki birkaç saatliğine de olsa yaşananları unutabildikleri bir yerdir burası. Savaş Sineması çalışanların maaşından sinamanın elektrik teminine kadar birçok zorlu şartın altında 1994’ün sonlarına kadar çalışmaya devam eder. Daha sonra ise Obala Sanat Merkezi’nde açılan ikinci sinemaya bırakır yerini.

1995 senesinde Saraybosna Film Festivali başladığında kuşatma hala devem etmektedir. Quentin Tarantino’nun kült filmi “Pulp Fiction” ile başlayan festivali 15 bin kişi takip eder. Üstelik savaş devam etmesine rağmen festivale 15 farklı ülkeden 37 kişi katılır. Festivalin basın toplantısında “Savaş zamanı niye festival?” diye soran basın mensubuna Festival Müdürü Mirsad Purivatra “Festival zamanı niye savaş?” diyerek akıllara kazınan bir cevap vermiştir.

Bugün artık 24’üncüsü düzenlenen Saraybosna Film Festivali, Doğu Avrupa’nın en büyük ve dünyanın prestijli festivallerinden birisi haline geldi. Bundan seneler önce Aliya’nın deyimiyle Bosna’da “kültür direnişi”nin bir parçası olarak başlayan festival artık hem film profesyonelleri hem de geniş kitleler tarafından ilgiyle takip ediliyor.


GENÇ'ın Yazısı.