Değil bir bilgi, fikir ya da dînî kitabı, Kur’an-ı Kerim bile bulamayan, alamayan öyle çok Müslüman var ki. Bir bakıyorsunuz, kimi yerdeki Kur’an-ı Kerim’ler öyle eskimiş, öyle yıpranmış... Belki kimi sayfaları kopup gitmiş, o kısmı yenilenememiş.

Türkiye’de, Adana’da üniversitede okuyan, Zekeriya isimli, Kamerunlu bir kardeşimiz, yaz tatili münasebetiyle ülkesine gelmişti.

Yıl boyu çokça yağmurlu olan tropikal alanda, ismi Bamenda olan ve bölge olarak kendi memleketi sayılabilecek şehir, Türkiye’den gelen uçağın indiği başkent Yaoundé’ye, otobüs ile 7 saat mesafede bulunuyor. Bu yol asfalt ancak Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi gidişli-gelişli; yani duble falan değil.

Zekeriya’nın, valizleri yanında olduğu hâlde, önce bu şehre gitmesi gerekiyor; ardından, küçük bir minibüs ile 3 saatlik oldukça bozuk bir yolda, sıkıntı dolu bir yolculuğun ardından, köyünün bağlı bulunduğu nahiyeye, beldeye, sonra da -otomobil, toplu taşıma gibi araçlar için yolu olmayan- köyüne, yine valizleri ile beraber, 2,5 saat motor yolculuğu sonrası ulaşabiliyor. Bir bakıma düpe düz, hoplaya-zıplaya dağda-bayırda yolculuk yapıyor.

7+3, 10 saatlik yorucu yolculukların ardından, 2,5 saat de bir motorcunun arkasında, kâh biri elinde, kâh diğeri başının üstünde, valizlerine sâhip çıkarak, bir yıl boyunca hasretini çektiği ailesine, sevdiklerine kavuşma heyecanı ile yurduna, yuvasına kavuşuyor Zekeriya.

Hele kendisi Türkiye’deyken doğmuş olan bir bebekleri var ki ona kavuşmak bambaşka bir duygu.

Kendisini Yaoundé’den uğurladıktan sonra, köyüne ulaşıp ulaşmadığını öğrenmek için onu aradım.

Biz Türkler için oldukça ağır şartlar içeren yolculuğunu, Afrika normalleri (!) çerçevesinde kısaca anlattı. Sonra dedi ki:

“Abi, köyümdeki evime geldiğimde çok şaşırdığım bir şey gördüm. Hanımım kitap okuyordu. Baktım, elinde, Osman Nuri Topbaş Hocamızın İngilizce’ye çevrilmiş bir kitabı.

Hanımıma dedim ki, ‘Sen bu kitabı nereden buldun?’

O da bana, ‘Başkent’te bir dernek varmış. Oradan göndermişler. Buralarda hep parasız dağıtıldı. Neden sordun? Sen bu kitabı biliyor musun?’

Cevap verdim: ‘Ben kitaptan öte, kitabın yazarını biliyorum. Türkiye’de bizim Hocamız, üstâdımız’ dedim.

Hanımım çok şaşırdı. ‘Bu, o kadar güzel bir kitap ki bir okuyanın devamlı okuyası geliyor’ dedi.”

Sonra Zekeriya bana sordu:

“Abi nasıl oluyor bu? Benim köyüme ulaşmak çok zor. Yolu çok kötü, engebeli ve her tarafı çamurlu. Oralara ulaşmak, hele hele parasız olarak böyle kaliteli kitapları dağıtmak... Nasıl gidilmiş bizim oralara? Hayretler içerisindeyim.”

Şöyle cevaplamaya çalıştım:

“Zekeriyacığım, helâl kazanç, hâlis niyet, liyâkat ve fedakârlık işin içinde olduğu için, çok daha ücra köşelere gider bu kitaplar, hiç endişen olmasın..”

Zekeriya, bir başka gün de şöyle bir şey anlattı.

“Abi, burada, Bamenda’da genç bir arkadaş var. Bu kitapların ücretsiz dağıtıldığını duymuş. Araştırmış, dağıtanları bulmuş ve kendisi de birkaç tane istemiş, hemen hediye etmişler.

Bu arkadaş o kitapları defalarca okumuş. Kimisi dini bilgiler, kimisi dünya, ölüm, kabir, ahiret, kimisi siyer ile ilgili bu kitapları neredeyse ezberlemiş. Şimdi ders verdiği meclislerde, karşılaştığı insanlara hep bu kitaplardan öğrendiklerini anlatıyor.

Kimi gayr-i müslimler de etkilenerek Müslüman oluyorlar.”

***

Günün birinde de, yüzde 80’i gayr-i müslim olan Yaoundé’den 20 km. uzaklıkta bulunan, Fuu isimli, kısmen, sonradan müslüman olmuş insanların bulunduğu ve hâlen hidâyete erenlerin olduğu bir köye gittik.

Müslümanları, kadınıyla, erkeğiyle, çocukları ve yaşlılarıyla, aşağı yukarı hepsini bir takım hediye ve ikramlarla sevindirmeye çalıştık.

İşimiz bitince, köyün mescidinin imamı, bizi, iki göz odadan oluşan evine, ‘zorla, ısrarla’ yemeğe dâvet etti.

İcabet ettik... İkram ve muhabbetten sonra müsaade istedik. Ayrılmadan evvel, bizden bir istirhamım olduğunu söyledi.

“Bende bir kitap var. Bir arkadaşım tavsiye etti. Ondakinden biraz okudum. Çok hoşuma gitti. İstedim, ‘Bende bir tane var, veremem’ dedi.

Ben de o kitabı aramaya başladım. Sonra çarşıda bir adamda buldum. Benden o kitabı bana vermesi için bir şeyler istedi. İstediği çok fazlaydı. Konuşa konuşa anlaştık ama yine de ciddi bir ödeme yapmak zorunda kaldım.”

Çıkardı, gösterdi kitabı. Şaşırdık. Bu kitap, muhterem Osman hocamızın Fransızca’ya çevrilmiş ‘İslâm’ isimli kitabıydı. Okuna okuna nasıl da yıpranmıştı.

İmam efendi, “Bana bu kitaptan birkaç tane bulup alamaz mısınız? Çok kişiye okutmam lâzım bunu.” Deyince, “İnşallah temin eder göndeririz” dedik.

“Bizde kıyamet gibi; her yıl bu ve bunun gibi yaklaşık 40.000 kitap dağıtıyoruz” demedik; meseleyi tatlı tutalım, diye düşündük.

Nasıl minnettar oldu. Bir zaman sonra da o kitapla beraber, gerek Hocamızın gerekse Erkam Yayınevi’nin muhtelif Fransızca kitaplarından o bölgeye hediyeler gönderdik.

• • •

Yine, başka bir hâdiseyi buradaki derneğimizin müdürü Cibril Hamit Bey anlatıyor:

Afrika’da yaygın olan Ticânî tarikatının, benim evimin yakınında bulunan bir zikir meclisine belirli zaman aralıkları ile dâvet edildim.

Gidemedim, gidemedim, lâkin günün birinde, ‘Hadi şunları kırmayayım, dâvetlerine bir defa da olsa icabete edeyim’ dedim ve gittim.

Baktım, imamlarının elinde Osman Hocamızın Fransızca’ya çevirilmiş ‘Son Nefes’ isimli kitabı var.

Çok şaşırdım. ‘Nereden buldunuz bu kitabı? Ne yapıyorsunuz bununla?’ diye sordum.

İmam dedi ki, ‘Bu kitap bizim için çok önemli. Biz dervişlerimize, kardeşlerimize bu kitaptan devamlı ders yapıyoruz. Biz hayâtımızda böyle güzel bir kitap görmedik.’

Üretimin olmadığı, her şeyin dışarıdan geldiği bu ülkelerde tek bir kitap satın almak bile insanlar için öyle zor ki...

Değil bir bilgi, fikir ya da dînî kitabı, Kur’an-ı Kerim bile bulamayan, alamayan öyle çok Müslüman var ki. Bir bakıyorsunuz, kimi yerdeki Kur’an-ı Kerim’ler öyle eskimiş, öyle yıpranmış... Belki kimi sayfaları kopup gitmiş, o kısmı yenilenememiş.

Hem kaliteli ciltli Kur’an dağıtımları hem de baskısıyla, mizanpajıyla, sağlamlığıyla hediye edilen en can alıcı konulardan müteşekkil bu kitaplar, Müslümanlar için bir sürûr kaynağı olurken, gayr-i müslimler için de hidayet vesilesi olabiliyor.

Muhterem Hocamızın ifadesiyle “meçhule yazılan mektuplar” mesabesindeki bu kitaplar, helâl kazanç, hâlis niyet ve fedakârlık harmanında yola çıktıkları için en isâbetli adreslere teslim edilivermiş oluyorlar.

Ne demiş Hazret-i Mevlânâ: ”Sen Allah için bir adım at da, boşa giderse ben gâvur olayım.”


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.