Türkiye’nin önde gelen fikir insanlarının katkı sunduğu, farklı coğrafyalardan birçok katılımcının yer aldığı, okuma kültürünün masaya yatırıldığı ve geliştirici önerilerin görüşüldüğü Okuma Kültürünün Geliştirilmesi Çalıştayı başarıyla gerçekleştirildi. Çalıştay başkanı Melike Günyüz hanımefendi ile çalıştay üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

Melike Günyüz Kimdir?

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi ve Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde, doktorasını ise İstanbul Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda yapan Melike Günyüz, Erdem Yayın Grubu’nun CEO’sudur. Yayıncılık ve çocuğa yönelik birçok projenin danışmanlığını yürütmektedir. Hali hazırda İbn Haldun Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır.

Okuma Kültürünün Geliştirilmesi Çalıştayı’na başkanlık yaptınız. Bu çalıştay fikri nasıl ortaya çıktı? İlk önce onu sorarak başlayalım.

Bu fikir aslında 11. Kalkınma Planı Kültür Endüstrisi toplantılarına katıldığım zamanda oluşmaya başladı. Geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Kültür Şurasında da bu konu Yayıncılık ve Kütüphanecilik Komisyonu’nda yer almış ve bakanlığın eylem planına girmişti. Fakat ben okuma kültürünü, kitap okuma alışkanlığı olarak algılamamak gerektiğini, daha geniş bir kavram olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla yeni hazırlanan kalkınma planı çerçevesinde, bu konuyu kavramsallaştırarak genişletmek gerektiğini komisyon çalışmalarında ifade ettim.

Okumanın ne kadar gerekli olduğunu hepimiz söylüyoruz fakat toplumda okuma kültürünü nasıl yaygınlaştıracağımız konusunda çok da bir fikrimiz yok. Daha da önemlisi ülkenin doğudan batıya, kuzeyden güneye birçok isimsiz öğretmenimiz, sivil toplum çalışanlarımız kendi etraflarında okumaya dair öyle küçük küçük dokunuşlar yapıyorlar ki bunların birçoğundan haberdar olamıyoruz. Bir sivil toplum gönüllümüz mahallesindeki kadınları organize ediyor. Başka bir tanesi anneler ile çocukları buluşturup okuma programları yapıyor. Kitabı sadece eğitilmek için çocuğun okuması gereken bir araç olmaktan çıkartıp bunu bir iletişim aracı haline dönüştürüyor.

Biz de şöyle düşündük: Öncelikle kavramsal olarak okumanın sadece kitap okumak olmadığını, tabiatı okumak, kendini okumak, tarihi okumak, sinemayı okumak gibi birçok göndermelerinin olduğunu ortaya çıkartalım, ikincisi de ülkenin her tarafında bu alanda çalışanlara kendilerini ifade edecek bir alan açalım. Gün sonunda da ülkeye bir havuz oluşturalım. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ile yola çıktık. Öncü Eğitimciler Derneği’ni iş ortağı olarak davet ettik. Birlikte çağrıya çıktık. Sivil Toplum, Yayıncılık, Öğrenciler, Kamu, Kamuoyu, Öğretmen gibi başlıklarda proje önerilerini bizimle paylaşmalarını, yapılacak çalıştayda seçilen projelerin genişletilerek kamuoyu ile paylaşacağımızı duyurduk. 300’e yakın başvuru geldi. Bunu 60’a indirmeyi başardık. 130 dolayında katılımcıyla, 8 masada Türkiye’nin her tarafından konuyla ilgili fikri olan bütün çalışmaları davet ettik. Masaya sadece proje sahiplerini değil müzakere etmek üzere arkadaşları da davet ettik. 2 gün boyunca herkesin kendi fikrini ortaya koyabileceği ve tartışabileceği bir ortam oluştu. Çalışma masalarında yer alan ne kadar fikir, teklif varsa bunlar belli bir formatta uygulanabilir bir projeye dönüştürüldü. Amacı, hedefi, kazanımları, sürdürülebilirliği ve hatta bütçesiyle… Bütün bu projeler önümüzdeki günlerde internet sitemizde yayınlanacak. Ben seçici kurulda olduğum için projelerin ilk hallerini gördüm. Bazıları sadece güzel bir fikirdi, nasıl geliştirildiğini, nasıl uygulanabilir olduğunu yayınlanınca hep birlikte göreceğiz.

Çalıştayda birbirinden değerli konuşmacılar vardı. Neler konuşuldu, neler tartışıldı bize biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?

Açılış panelimiz zengin isimlerden oluştu. Nabi Avcı, Ayşen Gürcan, İbrahim Kalın, Mustafa İsen, Süleyman Seyfi Öğün ve Beşir Ayvazoğlu gibi ülkemizin hem entelektüel hem siyasi hayatında önemli yer edenmiş hocalarımızın teveccüh etmesi ve katılması konuyu kamuoyunda tartışılır hale getirdi. Açılış paneli, okumanın insan hayatında neye dokunduğunu göstermesi bakımından çok ilginçti. Katılımcılarımız ittifakla şunu söylediler; “Biz hepimiz orta sınıf aile çocuklarıydık. Birisi bize okursak bir şey olabileceğimizi söylemeseydi, birisi elimize kitap vermeseydi, bizi kütüphaneye üye yapmasaydı, bizi kitapla tanıştırmasaydı belki de hiçbirimiz bugün olduğumuz yerde olamazdık.” Bunları söyleyenlerin hepsi akademisyen ve profesör. Kitap okumaya başlamanın aslında bu ülkeye hizmet etmenin başlangıç noktası ve anahtarı olduğunu gördük.

Çalıştay sonucunda bir rapor yayınlayacaksınız. Bu rapora binaen bir soru sormak istiyorum. Nelerde karar kıldınız, bu çalıştayın okuma kültürü açısından nelere katkısı olacak?

Projenin iki önemli çıktısının olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle kamuoyunda okuma kültürünün geliştirilmesine yönelik olarak artan bilincin fikir olarak ortaya çıkmış tezahürlerinin bir seçkisini yapmış oluyoruz. Bu manada okuma kültürüne yönelik toplumsal tartışmanın temsil edici bir örneğini sunuyoruz. İkinci olarak da farklı toplumsal gruplardan oluşan, kültürel çeşitliliği zengin ülkemizde hiçbir halkayı dışarıda tutmadan herkesi bir araya getiriyor ve ortak bir meseleye ortak cevap üretmeye çalışıyoruz. Bu bize kendi başımıza ulaşamayacağımız farklı bakış açıları sağlıyor, böylece herkes için en iyi olabilecek cevaplar üretmeye daha da yaklaşıyoruz. Çalıştayı bir okuma seferberliğinin ilk adımı olarak düşünmüştük. Böylece çalıştay bizim sonraki adımlarımızın yönünü ve biçimini tayin edici bir pusula sağlıyor bize.

Sizin okumaya ve okuma kültürüne dair en büyük hayaliniz nedir?

Ülkenin her tarafında toplumun her kesiminin ulaşabileceği, sosyalleşebileceği kütüphaneler oluşmasıdır. Mesela Üsküdar’ın bir tane büyük kütüphanesi olmalı. Burada bebeği olan annelerden yaşlı amcalara kadar herkesin gidip okuyabileceği alanlar olmalı. Yaşlı bir amca gidip günlük gazetelerini orada okusun, kafeteryasında arkadaşları ile sohbet etsin, bebeği olan anneler orada buluşsunlar aynı zamanda eğitimler alsınlar, gençler ders çalışmak için oraya gelsinler. Bu mekanların göz önüne alınması gereken en önemli özelliği toplumun her kesimini eşitleyerek bir araya getirmesi ve buluşturması. Bu gerçekten çok değerli bir şey. Kamu ya da yerel yönetim olarak bir kütüphane açtığınızda hangi fikir, hangi düşünce, hangi ideoloji, hangi etnik kimlik, hangi cinsiyet olursa olsun toplumun her kesimini bir araya getirerek bir yandan toplumsal barışa hizmet ediyor öte yandan entelektüel gelişmeye destek oluyorsunuz. Kültür ve Turizm Bakanlığının başlattığı “Yaşayan Kütüphane” modelinin yerel yönetimlerce de sahip çıkılarak yaygınlaşması en büyük hayalim. Buralarda büyük kitapevleri açarak okuyucunun yayınlanan güncel kitaplara ulaşabilmesi ve inceleyerek satın alabilmesi de çok değerli ve ihtiyacımız olan bir şey. Halka açık bir kütüphanede gezici sergiler yapmanız demek toplumu sanat ile buluşturmanız demektir.


Ömer Faruk Özbil'ın Yazısı.