Kalbin Meyli
‘Ne çok sustun, yorulduk. Biraz konuşsan da dinlensek’ dedi, elinde bir yudum içtiği çayı soğuyan arkadaşına. Yarım saat olmuştu dükkana geleli; ama ağzını bıçak açmamıştı. Bir haller olmuştu, belli. Biri mi ölmüştü ki? Ya da amansız bir hastalığa mı tutulmuştu? ‘Maazallah’ diye söylendi gayriihtiyari. “Bardağını ver hele de, çayını değiştireyim. Soğuttun yahu” diyerek arkadaşının elinden bardağı alıp kapı önündeki asmanın dibine döktü. ‘Bu garip de iyice çayyaş* oldu çıktı sayemde’ diye gülüverdi o an. ‘Meyil…’ dedi arkadaşı, ‘Meyil…’ Tedirgin olmuştu. Yarım saattir konuşmayan adam şimdi de meczup gibi aynı kelimeyi tekrarlayıp duruyor. ‘Kim?’ dedi, ‘Kim değil ki?’ cevabını aldı. ‘Kime?’ dedi, ‘Başka kime ola ki?’ sözünü duydu. Hay Allah. Zaten geldi geleli garip davranıyordu, şimdi iyice tuhaflaşmıştı ortalık. Son zamanlar eskisi gibi demlik devire devire muhabbet de etmemişlerdi. En iyisi ortama ayak uydurup arkadaşının suskunluğunu dinlemekti. Bazen böyle olurdu çünkü. Gelirdi, anlatmazdı; kendisi de sormaz öylece dinlerdi. Hem, sükût sohbeti, en güzellerden değil miydi?
Arkadaşı gözlerini daldığı noktadan ayırınca önündeki bardağı fark etti. Gülümsedi. ‘Yine mi soğuttum. Var olasın. Şifa olsun asma güzeline’ dedi. Rahat bir nefes alıp, eee anlatmayacak mısın der gibi bakmıştı arkadaşına. Buharı henüz üstünde tüten çayından bir yudum alıp tane tane anlatıverdi:
‘İşten çıktıktan sonra biraz soluklanma niyetiyle eve yürüyerek gitmek istedim. Öyle yorulmuştum ki, kafam allak bullaktı. Benden önceki elemanın karşımdaki panoya yapıştırdığı notlar aklımdan çıkmıyordu son zamanlar. Söküp atamıyorum da rahmetlinin arkadaşlarıyla beraber çalıştığım için. Biraz da sırlı biriymiş. Yani öyle diyorlar. Bir not var, panonun tam ortasına yapıştırılmış. Büyük harflerle ‘MEYİL...’ yazıyor. Bir insan neden meyil diye not yazar ki? Ne meyli, nereye, neden gibi soruları tekrarlayıp duruyordum içimde. Yine bunları düşünerek yürüyordum. Mahalledeki kabristana yaklaştığım sırada oradan ayrılan birkaç kişi gördüm. Biraz da korkarım mezarlıktan bilirsin, adımlarımı hızlandırdım ki onlar çok uzaklaşmadan mezarlığın oradan geçip gideyim. İyice yanlarına vardığımda kulak misafiri olduğum bir cümle beni bir ok gibi sarstı: ‘Hayatı anlamlı kılan şey, kalbin meylidir. Kalbin nereye meylederse bedenin de oraya akar gider.’ Bir an tökezledim. İhtiyarlardan biri bana dönerek ‘Evladım, iyisin ya bir şeyin yok umarım’ dedi. Gözlerimin önünde rahmetlinin not kağıdı belirdi. ‘Meyil…’ diyebildim. ‘Evet’ dedi ihtiyar gülümseyerek; ‘Düşmeye meylettin ama düşmedin’ dedi ve yoluna devam etti. Gözlerim dolmuştu. Sanki bir milat yaşıyordum. 26 senem bomboş geçmişti. Gençlik, eğitim, iş derken kalbim ne kadar da dünyaya meyletmiş bunca zaman. Ya idrak etmeden ölüp gitseydim. Ölüm… Yaşam da ölüme meyyal değil mi? Sabah akşama, bahar yaza, uyanıklık uykuya, doğum ölüme her şey birbirine ve hasılı tüm yaratılanlar yaratıcıya müthiş bir düzen içerisinde meyletmek için gönderilmemiş mi? Uyanmışım gibi hissediyordum. Başımı mezarlığa çevirdim. Yamaçtaki köşede dikili iki eski mezar taşı dikkatimi çekti. Biri diğerine doğru hafifçe eğilmiş, öylece bana bakıyorlardı: mahzun, mesrur, mütebessim, meyyâl…’
Uzunca bir suskunluk oldu dükkanda. İkisinin de gözleri dolu, yanaklarından aşağıya birer damla yaş süzülmüş. Akşam ezanı okunuyordu. Arkadaşı soğumuş çayından bir yudum aldıktan sonra: ‘Senin bu çayın kalbi şu asma güzeline meyilli, benden söylemesi.’ diyerek tebessüm ile şadırvana doğru ilerledi ve tekrarladı: ‘Kalbin nereye meylederse bedenin de oraya akar gider…’
*çayyaş: sürekli çay içmeye meyilli kişi, halk tabiri
Fotoğraf: Sarajevo / Bosna Hersek
Merve Özkan'ın Yazısı.