Kâfirlerin, nifak ve fesat ehlinin nazarında itibar kazanmak, hakikatte bir mü’min için artı değil, eksi bir değerdir. Bu itibarla kimin katında değerimizin arttığına dikkat etmek, kendimiz hakkında doğru bir değerlendirme olacaktır.

Herkesin kendi gözünde bir değeri vardır. Anne-babasının, eşinin, çocuğunun, komşusunun ve arkadaşının gözünde ve gönlünde de bir notu vardır. Kimilerinin değerlendirme çemberi toplum içindeki rolüne göre daha da geniştir. Köyünün, şehrinin, ülkesinin, ümmetin ve hatta bütün dünyanın gözünde bir yeri vardır. Bütün bunlar, yerine ve kişisine göre önemlidir. Ancak bir mü’min için bu değer daireleri ve notları önemli olmakla birlikte, en fazla ehemmiyet vermesi gereken değer ölçüsü, şu üç dairedir: Allah katındaki yeri, Resûlullah’ın gönlündeki kıvamı ve müminlerin gözünde ve gönlünde nereye oturduğu. Rabbimiz şöyle buyurur:

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۜ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ

“De ki: “Durmadan bir şeyler yapın; yaptıklarınızı Allah da, peygamberi de müminler de görecektir. Sonunda, gizliyi de açığı da bilenin huzuruna çıkarılacaksınız ve O, size yapmış olduklarınızın ne olduğunu haber verecektir.” (Tevbe; 105)

Hakk’ın katında değerlenmek şu üç şey iledir: Îman, sâlih amel ve takvâ. Îman derece derecedir. Allah Resûlünün beyanına göre imande yetmiş küsur şube vardır. Taklid-i îmandan yakînî îmana doğru bir arayış, hem yatay düzlemde ve hem de dikey boyutta (derinleşme ve ulvîleşme olarak) daimî olmalıdır. Güçlü mü’minin zayıf mü’minden hayırlı olduğu ve Allah katında daha çok sevildiği bilinmelidir.

“Herkese işlediği amellerden kaynaklanan dereceler vardır” (En’âm Sûresi, 132) buyrulur. Allah’ın rızasının gözetildiği hiçbir amel küçük görülmeden, yarışta olan bir kimsenin hâlet-i rûhiyesi içerisinde, ihsan kalitesinden taviz vermeden en güzel amelleri seçe seçe manevî bir sermaye birikimi, Hak katındaki imanla kazanılan değere daha nice değerler katacaktır.

Allah’ın gazabından ve azabından korunma adına, yüksek bir gönül titizliği içerisinde, muhabbetullah (Allah sevgisi), haşyetullah (Allah korkusu) ve zikrullahın (Hakk’ın hiçbir zaman unutulmaması) eşlik ettiği duyarlı bir mü’min olma yolculuğu anlamındaki takvâ da, Yüce Huzur’da en yüce değer notumuz olacaktır.

Bütün bunların neticesinde Rabbimizin “Ni’me’l-abd=Ne güzel kul!” iltifatına nail olabilmek ne büyük bir bahtiyarlıktır!

Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin gözünde ve gönlünde değerimiz de kulluğumuz için en güzel bir şâhitlik ve yüce bir nimettir. Hakk’ın elçisini sevindirmek, hiç şüphesiz Hakk’ın rızasını kazandıracak yüce bir vesiledir. O’nun yüzünü tebessüm ettirmek, gözünü aydın kılmak, duasına ve iltifatına mazhar olmak büyük bir nasiptir. Yüce davada O’na dava eri olmak, arkasındaki ilk safta yer almak, ümmet ailesinin asaletine yakışmak, ne ulvî bir mazhariyettir. Yüzümüze bakınca, ona “Elhamdülillah” dedirtebilmek ne güzel bir saadettir.

Muhterem eşleri Hazret-i Aişe annemiz anlatıyor: Allah Resülünün hayatta olduğu günlerde bir akşam yatsı namazından sonra odama dönmekte biraz gecikmiştim. Eve girince Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana baktı ve:

“Aişe, nerelerde kaldın bakalım?” diye sordu. Ben de:

“Yâ Resûlellah! Ashabından biri Kur’an okuyordu. (Çok etkilendim.) Onun sesi ve okuyuşu gibisini daha önce hiç işitmemiştim” dedim.

Ben böyle söyleyince rahmet peygamberi ayağa kalktı ve ben de peşinden onunla beraber kalktım. Mescide geçtik ve Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- o şahsın Kur’an okuyuşunu duyunca bana dönerek buyurdular ki:

“Bu, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı olan Sâlim’dir. Ümmetim içinde böyle birini var ettiği için Rabbime hamdederim.” (İbn Mace, İkametü’s-salat, 176)

Evet, asırlar sonra gelmiş olsak da yarın mahşer gününde, onunla karşılaştığımızda “Ümmetim içinde senin gibileri var kılan Rabbime hamdolsun!” dedirtebilecek bir güzel ümmet eri olmak, bir mü’min için ne büyük bir huzur ve sürur kaynağıdır

. Mü’min kardeşlerimiz, bizim için Allah’ın yeryüzündeki şâhidleridir. Onların nazarında ve kalbinde “Hüsn-i hâl şehâdetnâmesi” alabilmek de hedeflerimizden biri olmalıdır. Efendimizin genç dostlarından Enes -radıyallahu anh- anlatıyor:

“Peygamber -aleyhisselâm- ile bazı sahâbîler birlikte bulunurlarken onların yanından bir cenaze geçti. Ashâptan bazıları o cenazeyi hayırla andı. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kesinleşti” buyurdu.

Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yine:

“Kesinleşti” buyurdu.

Bunun üzerine Ömer İbnu’l–Hattâb:

“Ne kesinleşti Ya Resûlallah?” diye sordu. Peygamber aleyhisselâm da şöyle buyurdu:

“Şu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız; onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz” (Buhârî, Cenâiz 86, Şehâdât 6; Müslim, Cenâiz 60.)

Öyleyse arkamızdan imanlı gönüllere: “Güzel insandı, vatana, millete ve ümmete çok güzel şeyler kattı, Allah ondan razı olsun!” duasını ve değer hükmünü yükleyebilmek ne güzel bir mazhariyettir.

Herkes nazarında beğenilmek ham bir hayaldir. Böyle bir hedef, neticede kişiyi çok yüzlü, şahsiyetsiz ve münafık biri haline de getirebilir. Münafıklar ise dünyada da ukbada da, Hak katında da halk nazarında da değer ölçeğinin en alt sırasında yer alırlar. Öyleyse kâfirlerin, nifak ve fesat ehlinin nazarında itibar kazanmak, hakikatte bir mü’min için artı değil, eksi bir değerdir. Bu itibarla kimin katında değerimizin arttığına dikkat etmek, kendimiz hakkında doğru bir değerlendirme olacaktır.


Adem Ergül 'ın Yazısı.