Tarihe bir husumet sahası olarak bakmak ve dönemin şartları içerisinde vuku bulmuş hadiseleri asırlar sonrasına taşımak tarihe, geçmişe ve milletimize husumetten başka bir şey olmayacaktır. Çünkü aslolan tarihten ders çıkarmak ve ibret olmamaktır.

Başta İbn Haldun olmak üzere geleneksel sosyal bilimciler devleti ele alırken şu aşamalardan geçirirler: Doğar, büyür, gelişir, gerilemeye başlar ve yıkılır. Bu aşamalar her devletler için hemen hemen yaşanmış ve tatbik edildiğinde doğruluk yüzdesi yüksek çıkmış olan sosyal bir hakikat olarak karşımıza çıkmıştır. Yedi asır boyunca hüküm süren, üç kıta ve yedi iklime yayılan Osmanlı’da bu aşamaları geçirmiştir. Doğması ve büyümesi kadar gelişip duraklamasıyla yıkılması da ayrı bir hikayeyi barındırır. Lakin Osmanlı, bunların haricinde büyümeye başladığı dönemlerin hemen başında ayrı bir safha yaşar ki bu devleti adeta yıkılma tehlikesiyle başbaşa bırakmıştır. Osmanlı’nın Anadolu tabiriyle ‘yıkılayazdığı’ bu döneme ‘fetret’ adı verilir. Fetret, kelime olarak ‘hükümsüz geçen’ anlamına gelir. İki büyük Müslüman Türk hakanının aleme nizam verme ve kendi kabillerinden ilay-ı kelimatullahı yayma düşüncelerinden ötürü vuku bulan Ankara Savaşı sonrasında –ki 1402 ile 1413 yıllarına tekabül eder- yaşanan 11 yıla Fetret Devri denilir. Çubuk Ovası’nda iki büyük hakanın vuruşmasından sonra Osmanlı ordusu ağır bir mağlubiyet alarken Yıldırım Beyazıt Han esir düşmüş; galip gelen Emir Timur, o güne kadar bilinen en büyük siyasi sınırlara ulaşan liderlerden birisi olmuştur. Emir Timur’un vasıta olduğu bu dönem belki de Osmanlı’nın yaşadığı en dramatik taht oyunlarının yaşanmasına sebep olacaktır.

Böl Parçala ve Yönet

Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı, Haçlıları bozguna uğratmış olan Yıldırım Beyazıt Hanın Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet, adlarını taşıyan dört şehzadesi Ankara Savaşı’na katılmıştı. Hepsi de belirli güç odakları tarafından tahta namzet olarak görülmekteydi. Timur, Anadolu’dan sonra Çin üzerine büyük bir sefer yapmayı planlıyordu. Bu yüzden arkasında önemli bir gücün olmasını istemez. Öncelikle Osmanlı’nın itaat altına aldığı yerel beylikleri bir bir diriltti, onlara eski hakimiyet alanlarını ve unvanlarını tevdi etti. Ardından da kalan Osmanlı topraklarını Yıldırım Beyazıt Hanın dört şehzadesi arasında paylaştırdı. Bu aslında klasik bir plandı; böl, parçala ve yönet! Süleyman Çelebi yanında Çandarlı Ali Paşa ile beraber Edirne’de saltanatını ilan ederken, İsa Çelebi Balıkesir’de, Mehmet Çelebi ise Amasya’da, Musa Çelebi eski payitaht olan Bursa’da saltanatlarını ilan ederler. Çelebi Süleyman, Çandarlı ve Yeniçeri ağası ile beraber devletin arşivlerini, hazinesini alarak Bizans imparatoruyla anlaşmaya gider. Selanik ve Teselya karşılığında ittifak anlaşması yapılır. Kardeşler arasında eşit bir güç vardır. Bunu üstün kılmak için ise yapılacak ilk şey güçlü müttefikler edinmektir.

Kardeşler Savaşa Tutuşur

Çelebi İsa ve Çelebi Musa ise bu sırada Bursa’nın hakimiyeti için mücadeleye girişirler. Çelebi İsa galip gelerek kardeşi Çelebi Musa’dan Bursa’yı alarak, meşru hükümdar olduğunu iddia ve ilan eder. Çelebi Mehmet ise Sivas’a kadar hakimiyet sahasını genişletir. Çelebi Mehmet’in Anadolu’yu paylaşma teklifini reddeden Çelebi İsa, Bursa üzerinden meşruiyet iddiasını sürdürse de iki kardeş arasında savaş gerçekleşir ve Çelebi Mehmet galip gelir. Kardeşi Çelebi Süleyman’a sığınan ve ondan destek alan Çelebi İsa, son bir teşebbüste de bulunsa da Çelebi Mehmet tarafından yakalanarak idam edilir. Çelebi Mehmet’in güçlenmesinden sonra Aydınoğlu, Menteşeoğlu ve Germiyanoğlu hakimiyetini kabul etmeye başladı. Balkanlar ve Rumeli haricindeki Osmanlı topraklarının hemen hemen tamamı Çelebi Mehmet’in hakimiyetine girmiştir. Sırada ise Edirne’de hüküm süren Çelebi Süleyman vardır.

Osmanlı’da Taht Savaşları

Şehzade Mehmet’in desteğiyle yola çıkan ve Edirne’ye yürüyen Şehzade Musa, Şehzade Süleyman’ı mağlup ederek Edirne’ye girer ve nihayetinde Süleyman’ı boğarak ortada iki şehzadenin kalmasına sebep olur. Rumeli ve Akıncı Beylerinin bir bir Çelebi Mehmet’in tarafına geçmesinden sonra Musa Çelebi yalnız kalır. Az bir askeriyle yaptığı mücadelede bir Osmanlı şehzadesine yakışır şekilde cesaretle mücadele eder ve savaş sonunda yakalanır. Osmanlı hanedanının geleneğine göre kanı dökülmeden yay kirişi ile boğularak idam edilir. Ortada Çelebi Mehmet’den başka varis kalmayınca Osmanlı mülkünün yegane sahibi ve tahtın tek hakimi olarak I. Mehmet kalır.

Osmanlı’nın İkinci Kurucusu

Timur’un bıraktığı enkazdan sonra 11 yıl boyunca kardeşleriyle, Anadolu’daki beylerin isyanlarıyla mücadele eden Sultan Mehmet, nihayetinde devletin otoritesini sağlayarak, çok başlılığı ortadan kaldırır. İzmir’i geri alır. Batı Karadeniz bölgesindeki eski hakimiyet alanlarını istirdat eder. Karamanoğulları Beyliğine sefer düzenleyerek otoritesini teyit eder. Rumeli’deki hakimiyeti pekiştirmek için de Eflak Beyliği üzerine gidilir. Tam hakimiyet tesis edilemese de Eflak Beyliğine boyun eğdirilerek vergiye bağlanır. Babası Yıldırım Beyazıt Han zamanında kurulan donanmayı güçlendirerek denizlerde savaşabilir bir hale getirirken Venedikliler ile ilk deniz harplerini gerçekleştirir. Düzmece adıyla anılan ve Şehzade Mustafa’ya izafe edilen isyanı bastırır. Şeyh Bedrettin’in her şeyi paylaşma üzerine kurguladığı otorite kurma girişimi için başlattığı isyanı da bastırır. Çelebi Mehmet belki de Osmanlı’nın çok zor bir döneminde tahta geçmiş yaptıklarıyla yıkılmaya yüz tutan devleti adeta yeniden kurmuştur.

Tarihten Ders Çıkarmak

Fetret Devri, tarihi daha çok Anadolu ve Osmanlı gözünden okuyan tarihçiler açısından epey farklı yorumlanır. Bu gibi kimseler tarihe adeta bir husumet sahası olarak görürler. Müslüman Türk iki hükümdarın savaşını nesiller ve tarihler boyunca adeta bir ‘kan davası’na dönüştürürcesine yorumlayarak Emir Timur’u, Osmanlı’ya uğrattığı zarardan ötürü ‘hain, zalim, katil’ gibi anakronik ifadelerle anarlar. Tarihimiz iyisiyle kötüsüyle, galibi ve mağlubuyla bir bütündür ve bize aittir. Tarihe bir husumet sahası olarak bakmak ve dönemin şartları içerisinde vuku bulmuş hadiseleri asırlar sonrasına taşımak tarihe, geçmişe ve milletimize husumetten başka bir şey olmayacaktır. Çünkü aslolan tarihten ders çıkarmak ve ibret olmamaktır.


Gökhan Gökçek'ın Yazısı.