Çok Şaşıracaksınız!
Bir kadın… Bağdat’ın dış mahallelerinden birinde, çevresi yüksek duvarlarla çevrili evinde çalışıyor… Hizmetçileri her türlü ihtiyacını giderdikleri için, günlük araştırma ve çalışmaları için bol bol vakti oluyor… Janet Wallach tarafından hazırlanan hacimli biyografisindeki şu satırlar, çalışma alanı hakkında bize bazı bilgiler veriyor:
“Öğleden sonraları genellikle Dışişleri Bakanlığı için çalışıyordu: Yeni bir devlet ilân edilmişti, ama yeni ülkenin sınırları hâlâ çizilmeyi bekliyordu. Whitehall’un isteği üzerine İran, Suriye, Kuveyt ve Mezopotamya haritalarını inceledi, çok iyi tanıdığı toprakların her santimini gözden geçirdi. Bulanık hudutlar karşısında başını esefle sallayarak, büyük bir dikkatle sınır çizgilerini çekti. Musul, Bağdat ve Basra vilâyetlerini Irak topraklarına katmaya özen gösterdi. Ana-babasına dediği gibi: Ülkeyi benim kadar yakından tanıyan ve –Tanrı’ya şükür- tamamını bilen biri için, gerçekten eğlenceli bir oyun. Bu toprakları karış karış gezmiş olmam ne büyük bir talih!”
Gertrude Bell’den söz ediyorum.
1868’de İngiltere’de doğan, daha sonra Ortadoğu ve İran’a yaptığı ard arda yolculuklarla bölgeyi avucunun içi gibi tanıyan, Araplarla Osmanlı’nın son döneminden itibaren çok sıkı dostluklar kuran, ardından Arapları bir isyan için teşvik eden, isyan sürecinde ve sonrasında bölgedeki Britanya çıkarlarının en üst düzeyde korunması için çalışan, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bölge ülkelerinin arasındaki sınırları çizen, Arabistan’ın Şerif Hüseyin ve oğullarına değil de İbn Suud’a verilmesinde birinci derecede rol oynayan, Irak’ın kurulması için çırpınan, Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Faysal’ı Irak Kralı olarak Bağdat’ta tahta çıkaran, Irak’ta zaman içinde meydana çıkan çatışmaları gördükçe hayal kırıklıkları yaşayan, nihayet 1926 Temmuz’unda Bağdat’ta intihar ederek, hareketli hayatına trajik bir şekilde son veren Gertrude Bell’den…
* * *
“Ey Araplar! Bilmelisiniz ki, İngiltere ile işbirliğine eğilimli olmanız gerekiyor. Çünkü dikkat edin, bütün büyük uluslar, onlara karşı çıkmaktan aciz kalmışlardır. İngiltere hiç kimseye hak etmediği değeri vermez. İngiltere, yalancı, korkak ve tembellerle işbirliği yapmaz. İngiltere, politikalarını duygularıyla hareket ederek ya da herhangi bir anlaşma veya savaşta kendisine yapılan yardıma bakarak oluşturmaz. Tam tersine İngilizler sabırlı ve istikrarlı bir millettir ve ancak güçlülere saygı duyarak onları kendilerine katmak isterler. Başarısızlığı sevmedikleri gibi, ondan uzak dururlar. Şu halde siz de güçlü, uyanık, sözünün eri ve dikkatli olun ki, İngiltere yanınızda yer alsın ve dostluğunu sizinle paylaşsın.
Sözlerimin sonunda Britanya’ya, Kral’a ve lider Churchill’e saygı, hayranlık ve en iyi dileklerimi sunuyorum.”
Hatıralarının son satırları olan bu sözlerin sahibini biraz daha yakından tanıyoruzdur belki: Ürdün’ün ilk kralı, şimdiki kralın dedesinin babası Abdullah. Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah…
1882’de Mekke’de doğan, babasının sürgün geldiği İstanbul’da eğitimini tamamlayan, ardından II. Meşrutiyet döneminde Mekke mebusu olarak tekrar İstanbul’a gelen, ardından Hicaz isyanına katılarak, Osmanlı birliklerinin Arap yarımadasında uğradığı hezimette pay sahibi bulunan, 1921 – 1946 yılları arasında Trans-Ürdün’ün ilk emiri, 1946 – 1949 arasında Trans-Ürdün Krallığı’nın ilk kralı ve 1949 – 1951 arasında da Ürdün Hâşimî Krallığı’nın ilk kralı olan, krallığı süresince İsrailli yetkililerle defalarca görüşüp, kapsamlı bir Arap-İsrail barışının yollarını arayan, nihayet 1951 yazında yine barış görüşmeleri için geldiği Kudüs’te, Mescid-i Aksâ’nın merdivenlerinde vurularak öldürülen Kral Abdullah…
* * *
Yazının ilk iki paragrafını okuduktan sonra, içinizde “İşte Arapların hali! Osmanlı’ya ihanet ettiler, gün yüzü görmediler!” türünden duygular mı uyandı? Hayır hayır, ben bu yazıyı, çoktan geçmişte bırakmamız gereken birtakım ihtilafları kaşımak için yazmıyorum. Amacım, size iki harika kitabı tanıtmak.
Birincisi, üstteki ilk paragrafı alıntıladığım, Amerikalı gazeteci Janet Wallach’ın ‘Çöl Kraliçesi’ adlı kitabı (Can Yayınları).
İkincisi de, Kral Abdullah’ın Hatıraları – ‘Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?’ (Klâsik Yayınları).
Birinci kitap, sevgilisini Çanakkale Savaşı’nda kaybeden hırslı bir İngiliz kadınının gözüyle Osmanlı’nın Ortadoğu’daki mirasının akıbetini anlatıyor. İkincisi ise, aynı dönemleri, Müslüman bir Arap’ın ağzından aktarıyor. Bunlara bir üçüncü kitap olarak, Fâlih Rıfkı’nın ‘Zeytindağı’nı eklerseniz, 1900’lerin ilk yirmi-otuz yılına dair esaslı bilgiler edineceksiniz.
Bu bilgilerin içinde elbette yanlışlar, yanlılar, çarpıtılmışlıklar da olacak. Bu çok doğal. Her hatırat, biraz savunma, biraz çarpıtmadır zaten.
Ama şunun garantisini verebilirim: Her üçünün de anlattıklarına çok şaşıracaksınız!
Taha Kılınç'ın Yazısı.