Bn Mnfk Mym?
Hanzala (r.a.)’dan bugüne çok sular aktı demek kolay, akan suyu başıboş akıtmamakta maharet. Elimizde bel ve kürekler 21. yüzyılda hem de Türkiye’de suyun (uğruna pek yakında savaşlar yapılacak suyun mu acaba?) başına geçip istediğimiz arıklara yönlendirmeyi planlıyor muyuz? Ve bu sudan hangi atlar içecek?
Ne zaman şehirlerarası bir yolculuk yapsam ve yanımdaki koltukta oturan kişiyle herhangi bir tanışıklığım yoksa yalnız kalırım. “Haliyle yalnız kalacaksın tabi” diyenler olabilir; fakat burada bahsetmek istediğim yalnızlık insanı kolundan tutup tefekkür ortamına çeken bir yalnızlık. Bindiğim otobüsün beni özleyeceğim insanlardan alıp özlediğim insanlara götürürkenki seyri, bir film şeridi kadar hızlı olmasa da minimum 1 saatlik dilimde hayatımın gözümün önünden geçmesine vesile oluyor. Birçok soru peydahlanıyor karşıdan gelen araçların ışığı yüzüme vurunca. Karanlık yerlerden geçerken otobüsün camına yüzümün yansıması içimin ne kadar da karardığını mı söylüyor acaba? Şoförün sırf can sıkıntısı geçsin diye açtığı radyoda çalan parçalar benim içinde bulunduğum buhranıma mı dokunuyor yoksa? Ne diyordu bir tanesinde? “Eller günahkâr, diller günahkâr, bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkâr, masum değiliz hiçbirimiz” gerçekten öyle mi? Yanımdaki koltukta oturan tanımadığım vatandaş benim yaşlarımda biriyse ve elinde genelde hayvan isimleri taşıyan mizah! dergilerinden biri varsa bir de üzerine benim tam da içime ayna tuttuğum anlarda derginin köşesinde okuduğu ahlakdışı şeylere sırıtıyorsa radyoda çalan şarkıya vokal yapmaya başlıyorum. Öyle bir vokal ki titriyorum adeta. “Hayır, muavin bey! Yol tutmuyor beni, ben yolu tutuyorum titreyişim ondan.” Böyle titremeler bana sıkça gelir aslında bir sanat! galerisinde üzerinde Elvis Presley resmi olan seccadeyi gördüğümde, bir şehirlerarası otobüs terminalinin camisinde sabah namazını kılan kıza tecavüz edildiğine dair haberi okuduğumda, lafın belini kıran adam meclis kürsüsünde fetva verdiğinde… Elektriğe çarpılmış gibi, Azer Bülbül‘le kanka olmuş gibi titriyorum. Titriyorum ama sesim çıkmıyor. Ürkekliğim sesimi bastırıyor.
Bir soru daha beliriyor tam da bu anda otobüs camına yaslayamadığım kafamda. Öyle bir soru ki kendime sorarken bile ürküyorum. O kadar tırsağım, o kadar donanımsız, o kadar eziğim, o kadar neme lazımcıyım ki duyulmasın diye sesli harflerini kullanmadan soruyorum kendime: BN MNFK MYM?
Bu soruyu ilk soran Müslüman ben değilim, son soran da ben olmayacağım fakat ilki kimdi diye soranlar olabilir. Bu soruyu ilk Hanzala (r.a.) sormuştu. Hanzala (r.a.) Peygamberimizin (s.a.v.) sohbetlerinden ayrılınca rahat hissetmiyor ve günaha eğilimli buluyordu kendisini. Bu yüzden münafık olabileceği korkusu içine düşmüştü. Ve bu soruyu kendisinden sonra Hazreti Ebubekir’e sordu. Bu soru karşısında Hz Ebubekir “Ben de bu soruyu kendime soruyordum” diye söyleyince Hanzala (r.a.) çok şaşırmıştı. Fakat Ebu Hureyre’nin anlattığına göre ashabın en büyük ortak özelliklerinden biri de bu soruyu kendilerine sorma cesaretinde bulunmuş olmaları ve bu soruyla kendilerini kontrol ettikleri gerçeği idi. Nasıl sormasınlar, Peygamber (s.a.v.) münafıkların cenaze namazını bile kılmıyordu…
Hanzala (r.a.)’dan bugüne çok sular aktı demek kolay, akan suyu başıboş akıtmamakta maharet. Elimizde bel ve kürekler 21. yüzyılda hem de Türkiye’de suyun (uğruna pek yakında savaşlar yapılacak suyun mu acaba?) başına geçip istediğimiz arıklara yönlendirmeyi planlıyor muyuz? Ve bu sudan hangi atlar içecek?
Nefs diye bir at var mesela. Üzerine bir kez binmişsen eğer dizginlemesini öğrenmek zorundasın, kontrol edemezsen seni istediği yere çeker götürür. Red Kit ve tüm kovboylar hikâye… Yok, atı çeker vururum dersen yolu bitirme şansın kalmaz tabanvay sökmüyor bu yola. İllaki dizginleyeceksin artık rahvan mı gidersin, atı şaha mı kaldırırsın o sana kalmış. Lakin atın içeceği su, bizim iki saattir anlatmak için debelendiğimiz konu.
Suya üflerdi eskiler. Damacanaya sığmayan bir nefes (nefs değil!) insanı hiç olmadığı kadar iyi edebilirdi. Orada suya ne üflerseniz su ona bürünürmüş. Yani suyu ne niyetle içerseniz o oluverirmiş. “Biz eskiden su içerdik testiden” diyen adam için testi suyu tadında olurmuş içtiği sular. Su testisi suyolunda kırılırmış. Su akar yolunu bulurmuş. İşte bütün bu masal bu yolu bulmak içindi. Hangi yolu? (Hüdayi yolu:-)
Üsküdar’da sabah olunca diğer sabahlarda olduğu gibi bir dev masalında uyanan bizler başkentimizden taşramıza, yalnızlığımıza ücramıza yol alabilmek için ayda yılda bir bindiğimiz otobüs seferlerini bekler olduk. Otobüs rötar yapsa, hava şartları izin vermese problem değil fakat kaptan otobüsü biraz hızlı sürse büyük problem: yol kısalır. Yok, biliyorum bu yol otobüsle de yürüyerek de aynı uzunlukta fakat bize giden yol farklı. Hani bir Kızılderili reisini beyazlar otomobile bindirmiş götürüyorlarmış. Reis bağırmış “Biraz yavaş gidin ruhum geride kalıyor” diye. İşte öyle garip bir yol bu bizim yol.
Bu yolda ilk soruyu sessiz sedasız kendimize “BN MNFK MYM?” diyerek sorduk peki sırada ne var? Bu soruyu sormakla kalmayıp bizim bu nifak alametlerinin neler olduğunu öğrenerek bunların bir listesini yapmak ikincil görevimiz. Kara düzen ve kapkara bir liste olabilir bu. Daha sonra listedekilerin bizde olmayanlarını silmek ve listede hala kalanlar varsa onlardan birer birer kurtulmak. Bir iki cümleyle anlatılınca kolay gözükebilir fakat alışkanlıklardan kurtulmak öyle zor ki. Bazen o listeden sildiğimiz şeylerin ileriki zaman dilimlerinde yeniden belirdiğini fark edebiliriz. Bu anlarda yeniden listeden silmek için gayret etmeli. 7 başlı bir ejderha gibi düşünürsek bu listedekileri, ejderhaların başlarını kopardıkça onların solucan gibi zararsızlaştığına şahitlik edebileceğimiz anlamına gelir bu. Peki, aramızda bu listedeki şeylerin kendisinde olup olmadığına kanaat getiremeyenler mi var? (Benim gibiler:) onların yapacağı şey basit: Birine danışmak. Kime sorulabilir ki bu tehlikeli sorular?
Ben şahsım adına bu soruyu aktarmayı cesaret edebileceğim ilk kişiyi çoktan buldum. (Henüz ismini vermeyeceğim, bir iki cümle sonra belki.) Bahsettiğim kişinin sabah mahmurluğu çok enteresan. Uykudan uyandığı ilk yarım saat yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyor. Konuştukları yedikleri de buna dâhil. Fakat daha enteresanı da şu ki hipnoz olmuşçasına tüm sorularınıza oldukça dürüst cevaplar veriyor o mahmurluk arasında. (İnsanların farklı amaçlar için kullanabileceğinden korkarak ismini vermekten vazgeçtim:) Böyle birini bulduğunuz takdirde ne sorarsanız sorun kendiniz hakkında çok net yanıtlar alıyorsunuz. Aramızda geçen son diyalogu yazsam fazla özele girmemiş olurum inşallah.
(16 Kasım pazar sabahı)
--- Dostum nasılsın?
--- İyiyim sen nasılsın?
--- Ben de iyiyim
--- Yalan söyleme
--- Valla iyiyim
---Yalan yere yimin* atma l.n (oto sansür:)
--- Tamam senin dediğin gibi olsun kötüyüm.
---Hayır kötü de değilsin biraz fitne fesat birisin
---Aaa ayıp oluyo ama
--- Ayıp değil
---Peki şu an ne yapıyorsun?
--- Uyuyorum…
Yazıyı bitirmeden önce son biriki cümle daha yazmak istiyorum. Bahsettiğimiz konunun popüler kültürle ne alakası var diyenler olabilir. Özentiden doğan birçok kötü alışkanlığın aslında nifak alametlerinden olduğunun farkında olamayışımız o kötülüklerin popülaritesinden kaynaklanıyor. Nöbetçi Güzin ağabeylik yaptığımın farkındayım hakkınızı helal edin ve bir dahaki otobüs yolculuğunuzda kendinizle yalnız kalırsanız bu yazıyı hatırlayın. Allah hepimize kendimizi hakkıyla kontrol öğretmenin yolunu öğretsin. Amin.
*imla hatası değildir bilinçli yazılmıştır.
Sami Yaylalı'ın Yazısı.