O`nu Bulan Neyi Kazanır?
M. Nedim Tan
İbn Atâullah el-İskenderî, Hikem-i Atâiyye -Tasavvufî Hikmetler Hazinesi- (Haz. Abdülaziz Hatip), Nesil, 2008
“Bazı kitaplar, sahip oldukları her şeyi başkalarından almışlardır; bazıları ise sahip oldukları her şeyi başkalarına bağışlarlar” der Eminpûr. İnsanlık mirası içerisinde karşılıksızca kendini bağış-lamış nice eser vardır. Her türlü dünyevî-beşerî beklentiden sıyrılarak özünü hakikatin kaynağına döndürmüş, kavramlara taze bir nefes veren, düşünce dünyasına yeni mecralar açan, hayata seviye kazandıran kıymetli eserler...
İnsanın şöyle bir tarafı var: Olaylardan çok fikirlerden etkileniyor. Hayatı olaylarla değil fi-kirlerle inşa ediyor. Olayların geçiciliğine değil fikirlerin kalıcığına gönül bağlıyor. Bilgiye ve bilgiyi besleyen düşünceye kendini sunuyor...
“İlmin şerefi malumun şerefindendir” ilkesine göre, bilgimizin kıymeti bildiğimiz şey nisbe-tindedir. En ziyade bilinmeye layık olan hakikatse, hatta mutlak hakikatin bilinmesi varlık için bir gaye ise, bildiklerimiz ancak hakikate yaklaştıkça bilgi değerine erişiyor demektir. Bu yüzden de mut-lak hakikati kendine amaç edinmiş her beşerî uğraşın ilâhî bir kıymet taşıdığını kabul ederiz. Çünkü bilinmeye ve bulunmaya en layık olanı bilenler ve bulanlar, hayatın kıvamını oluştururlar, sözlerinde ilâhî bir neşve taşırlar. Onların dilinden dökülenler, sıradan laflar değildir artık, alışılageldik tüm niteliklerin ötesindedir. Tarih boyunca müslümanlar, bu kıymeti takdir edercesine, böylesi kimselerin kalplerinden dillerine dökülen sözleri hikmet diye isimlendirdiler.
Hikmet... Bilgiyi bilinebilir, hayatı yaşanabilir ve hakikati anlaşılabilir kılan şey: Ne eksiye düşmek ne artıya sürüklenmek; nasıl gerekiyorsa öyle davranabilmek, ne kadar değer biçilecekse o kadar değer biçmek... Bilgiyle hayatın, gelişimle uyumun, arzu edilenle dengenin kavuştuğu bir ahenk... Kendilerine hikmet verilenler (Bakara, 2/269), böylesi yüksek niteliklere insanları davet eder-ler. Kimler mi? İslâm tarihinde söylediklerine hikmet denilen, Hz. Ali, Ahmed Yesevî, Ahmed er-Rifâî, Şeyh Ebû Medyen gibi mânâ büyükleri. 1309 yılında vefat eden İbn Atâullah el-İskenderî de sözü hikmet sayılanlardan. Öyle ki, sûfî muhitlerde “eğer namazda Kur’ân’dan başka bir şey okun-ması caiz olsaydı, bu İbn Atâullah’ın hikmetleri olurdu” diye söylenirmiş. Hikem-i Atâiyye diye meş-hur olan bu hikmet mecmuası, yazıldığı günden bu yana müslümanların mânâ dünyasına yaptığı de-rin katkılarla anıldı. Üzerine etraflı şerhler yazıldı, ihtiva ettiği hikmetler dilden dile birer anahtar ifade olarak aktarıldı. Bu kıymetli klasik, son olarak geçtiğimiz yaz, Abdülaziz Hatip’in tercüme ve şerhiyle yayınlanarak bir kere daha istifademize sunuldu. Hikmetlerin Arapça asıllarına ve Ahmet Mahir Efendi’nin (1869-1922) manzum tercümelerine yer veren bu nitelikli yayına dikkati çekiyor, bu vesileyle hikmetlerden birkaç numune aktarıyoruz:
“Fânî dünyalığa önem vermeyen bir gönülden kaynaklanan hiçbir amel az; dünyaya düşkün olan bir kalpten çıkan hiçbir amel de çok sayılmaz.” (s. 82)
“Allah’a karşı tevazu ve fakra sebep olan bir günah, gurur ve kibir doğuran bir taatten daha hayırlı-dır.” (s. 139)
“Ağızdan çıkan her söz, geldiği kalpten bir kıyafet taşıyarak çıkar.” (s. 235)
“Güzel ameller, güzel hallerin sonucu; güzel haller de gönüllere bahşedilen manevî makamlarda iyice karar kılmanın sonucudur.” (s. 83)
“Belki de vermesi esirgemek; esirgemesi vermektir.” (s. 125)
“Vermemesinin seni üzmesi, Allah’ın bununla muradını anlamadığındandır.” (s. 138)
GENÇ'ın Yazısı.