Neler Çektin Benden Hirudo Terapi
Bir temizlik kovası, içine geçirilmiş çöp poşeti ve ayağım. Kan öyle bir akıyor ki başka türlü başa çıkmak mümkün değil. Bütün halılar açık renk, bütün koltuklar leke tutuyor. Ayaklı bir kan gölü olunca ev sahibesi de telaşlanıyor, siz de. Bütün geceyi koltukta, ayağınız kovada oturarak geçirmek zorunda kalıyorsunuz.
Bir Süleyman Efendi vardı, bilir misiniz? Sanki hala, isli ve yağlı bir duvarda “ölüm Allah’ın emri, şu ayrılık olmasa” dertlenişi duruyordur. Şimdi daha iyi anımsayacaksınız onu, hiç bir şeyden, çirkinliğinden bile çekmemiştir o, ayağındaki nasırdan çektiği kadar. Evet, muhtemelen hatırladınız onu. (Hatırlamayanlar için google anahtar kelimeleri: hiçbir şeyden çekmedi…)
Ayağı nasırlı olmak, sessiz dost ayakkabının her adımda size acı çektirecek bir zalime dönüşmesi nasıl bir duygudur kim bilir?! Ayağındaki nasırlar yüzünden, bir insanın yürümekten de acı duyması, kendisine dert olarak yeter sanki.
Kendileri (ayak denilen uzvumuz) ile bizim de aramız iyiydi bir süre öncesine kadar. Sonra göze mi geldik bilmiyorum, bana ayak diremeye başladılar. Ayakkabılarla geçinemez oldular. Daha olmadı yolda yürürken bile acemilik göstermeye başlamasınlar mı?! Nerede bir çukur, kırık bir kaldırım taşı var, oraya gittiler. Burkulmalar artık rutin birer faaliyet haline geldi aramızda. E hal böyle olunca sık sık kara sulardan şikayetleniyorlar, ağrı sızı makamından dert yanıyorlar. Bir değil iki değil. Alçı içinde geçirdiği bayramları mı saymalı, yoksa bal, et, zeytin gibi bilumum kahvaltılıklar ve yiyecekler ile sarılıp özel bakıma alınmalarını mı? Her türlü nazına, oturduğun yerden yaşamak mecburiyetine bile sabrettim ama her şey bir yere kadar. İnsan kapıdan uğurlanırken annesinin yüzünde “yürümesinden haberi yok” bakışlarını görmüyor mu, işte o -belli bir yaştan sonra- ağır geliyor.
En sonunda her ne kadar ayak sürümeye çalışsa da, kararlılığımı gösterip bu işi kökünden halletmeye kadar verdim. Yaşadığımız bütün burkulmaların izlerini kapatacak, böylece eski güzel günlerimize kavuşacaktık. Gerçekten tek niyetim buydu.
Efendim sülük (Latince Hirudo) denilen solucanımsı bir yaratık için dediler ki, çok şifalıdır. Hele ayak burkulmalarında vs müthiş bir etki ile hemen iyi etmektedir insanı. Nice topal insanlar, keklik gibi sekmeye başlarlar bu tedaviden sonra. Madem böyle kökten bir çözüm var, ben de bal sargısını çıkartıp düştüm yollara.
Evimden yüzlerce kilometre uzakta bir mekana ayak bastım. Yani anlayacağınız, sülük gibi bir hayvan karşısında bile tevazuumu bırakmayıp, ayağına kadar gittim hayvancağızın. Tabi malum mekanı bulana kadar ayağıma kara sular indi ama olsun. Ne de olsa her şey sağlık için! Minicik, ufacık, tefecik, şirin mi şirin yaratıklardı işte bunlar. Ben ki korku ve gerilim filmlerinde nice ucube yaratığa karşı korkmadan esas oğlanı/kızı tutan cesur kişilik, şuncacık solucanımsılardan mı korkacaktım. Korkmadım elbet. En azından ilk iki dakika.
Efendim bu sülük denen çelimsiz yaratıkların mercedes işaretine benzer keskin mi keskin tam üç tane çenesi var (imiş). Çünkü geride bıraktıkları yara aynen o şekilde. “Cool” bir yara izi yani. Bir yakuza filminden edindiğim bilgiye göre bir yaradan en çok kan akıtmanın yolu bu şekilde bir delik açmak idi. Ama sülük hazretleri işi garantiye alıp, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir enzim de şırınga ediyor insana. Dolayısı ile karnı doyana, çelimsiz vücudu on katına şişene kadar emiyor da emiyor. Zaten kendi düşmedikçe alıp atmanız mümkün değil. Yani ki sülük gibi yapışmak tabiri boşuna söylenmemiş.
Kanımız feda olsun, iyi hoş da, kimse bana sülüğün bu kadar can yaktığını söylememişti. Isırdıktan sonra uyuşturucu da salarmış vücuda ki, hastanın canı yanmasın. Bizim sülüklerin uyuşturucusu bitmişti anlaşılan. Yakınmalarıma karşılık dediler ki, hastalıklı bölgede ağrı yaparmış. Ayak burkula burkula hastalık hastası olup çıkardı demek ki kendini. Gel gör ki acısını yine ben çekiyorum. Üstüne üstlük 7 (yazıyla yedi, yanlış okumadınız) saat kadar süren bir kanamaya da tahammül etmek zorunda kaldım.
Bir temizlik kovası, içine geçirilmiş çöp poşeti ve ayağım. Kan öyle bir akıyor ki başka türlü başa çıkmak mümkün değil. Bütün halılar açık renk, bütün koltuklar leke tutuyor. Ayaklı bir kan gölü olunca ev sahibesi de telaşlanıyor, siz de. Bütün geceyi koltukta, ayağınız kovada oturarak geçirmek zorunda kalıyorsunuz.
Gecenin sabahında, halimi hatırımı soruyor bir arkadaş sms ile. Yeniden doğmuş gibiyim, çünkü gece öldüm öldüm dirildim, dedim. Sevgili ayağım, mercedes amblemli yara izlerim ve ben. Sanırım artık aramız düzelir, burukluk yaşamayız. Ne demişler, bir musibet bin nasihatten iyidir. Şimdi artık yürüme vakti. Yürüyelim, kaçmayalım.*
* “Yürümenin dışında bütün eylemlerin adı / kaçış kaçış kaçıştır!..” İlhami Çiçek
Not: Hepinizin kurban bayramı mübarek olsun.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.