İçindeki Bulantının Esiri Olma
Bir arayışı olana zaten hangi dost ya da sohbet arkadaşı kâfi gelebilir ki? Madem yol herkes için biriciktir, madem yol dönüp dolaşıp içimize evrilir, o halde kimse kalıcı değildir. Birisi ile ilgili sorgunun başlamış olması acaba onunla kat edilen yolun sonuna geldiğinin işareti midir?
Gözleri gök kadar derin Genç o gün Burhan’ı ziyaret için evden çıkmaya hazırlanırken bir an duraksadı. Ayakkabısını giymiş, kapıdan çıkmak üzereyken yavaşça geri döndü, dışarıya boş gözlerle bakındı. Bir eli yarı açık kapıda o üç-beş saniyelik tereddüdünün aslında geceden kalan bir artçı olduğunu biliyordu. Gece boyunca sorup da cevabını bulamadığı o soru tekrar düştü aklına: niye gidiyordu ki Burhan’a?
Güzel bir dosttu. Hiç incitmemişti. Faydalıydı, bilgiliydi, güzele ve doğruya yönelten yapıcı bir tarzı vardı. Kaç haftadır düzenli ziyaretlerinden hep istifade etmiş, herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmamıştı. Burhan’ın sıkılmak ya da usanmak bir yana kendisini her defasında artan bir ilgi ile karşılamasını nasıl görmezden gelirdi? Her buluşmanın iki tarafı da memnun eden faydalı ve verimli neticeler doğurması bir sonraki buluşmayı iple çekmesini sağlamamış mıydı? Hepsi doğruydu ama son birkaç buluşmada cevabını bulamadığı bir bulantı her şeyi gölgelemişti. İçindeki karanlık tarafın bir bulantısıydı belki, bilemiyordu. Ama bu, aşması gereken bir şeydi ve tüm olumlu cevaplar aşmak için kafi değildi. Daha farklı ve tatmin edici bir gerekçe bulmalıydı.
“Yetmiyor, bir şey orada kocaman bir boşluk halinde duruyor, ne bilmiyorum ama…”
Bulantı, Burhan’ı niye düzenli ziyaret etme ihtiyacı hissettiğini sorgulamakla başlamıştı. Arkadaşlarından ya da çevresinden kendisine benzer bir örnek neredeyse yok gibiydi. Takılan, daha çok kendi akranları ile takılıyordu. Büyüklere gidip gelen yok muydu? Vardı. Ama bunların hemen hepsi görünen veya ölçülen bir fayda içindi. Ya kendisi? Burhan akranı değildi, işi ya da uzmanlığı da ilgisini çekmiyordu. Bilgisi, muhakemesi ve tutarlılığından etkilendiğini hatırladı. Aynı yere aynı pencereden baktığını fark etmesi ile başlayan ziyaretleri, her hafta düzenli bir şekilde bugüne kadar getirmişti. Şimdiye kadar neden sorusunu hakikat arayışında oluşuna bağlamıştı. Zamanında Hakîm ile gerçekleştirdiği sohbetlerden kalan alışkanlığın da bir tesiri olabilirdi tabii. Akranlarının derdine düşmediği yüce bir gayesi vardı işte. Burhan da, tıpkı bir zamanlar istifade ettiği Hakîm gibi hakikat yolculuğundaki refikiydi.
“Hakikat arayışı bana mı kaldı, yeter artık, niye gidiyorum ki?”
Bulantının zirve yaptığı bu soru karşısında mecalinin tükendiğini hissetti. O gün randevusuna gitmedi. Ondan sonraki hafta da… Ondan sonra da…
“İçim akmıyorsa gitmemeliyim. Bu hem benim için, hem de muhatabım için en iyisi. Ne rol keseyim, ne de karşı tarafı rol kesecek bir hale mecbur edeyim.”
Hakim “gönlünün götürdüğü yere git” derdi. Bir de bir türlü evlenememiş, sonrasında da hiç evlenemeyeceğine kani olarak arayışını sonlandırmış bir yakının her aklına geldiğinde tebessüm ettiren sözünü hatırladı. “Niye olmadı?” sorusu sorulduğunda “Teslim olanı teslim almadım, teslim ol diyene de teslim olmadım” demişti.
Üç hafta boyunca verdiği kararla yüzleşmedi. Aniden alınmış ve sebebi çok net olmayan bu kararın muhasebesini yapmalı mıydı? Bir ara günlüğüne şunları yazmıştı:
“Birisi ile düzenli görüşmek, sohbet etmek, onun ne düşündüğünü bilmeye çalışmak, baktığı yeri anlama ihtiyacı hissetmek ne anlama gelir ki? Bu acaba onunla ruhumuzun ufkuna doğru bir seyir tutturmak mıdır? İnsan yalnız başına yürüyemez mi? Niye yol arkadaşı ararız? Eskiler sohbet arkadaşlığını kalplerinin yolculuğunda birer menzil olarak görürlermiş. Bir menzil… Diğer menzile kadar nasibinden ve bereketinden istifade edilen bir menzil… Diyelim üç sene birisi ile sohbet eder, sonra hangi sebeple bilinmez, o birliktelikten başka birisine ya da bir şeye terfi ederlermiş. Bir arayışı olana zaten hangi dost ya da sohbet arkadaşı kâfi gelebilir ki? Madem yol herkes için biriciktir, madem yol dönüp dolaşıp içimize evrilir, o halde kimse kalıcı değildir. Birisi ile ilgili sorgunun başlamış olması acaba onunla kat edilen yolun sonuna geldiğinin işareti midir?”
Son cümleyi yazıp bitirdiğinde içinde bir yer acımıştı. Burhan’la yürüdüğü yolun sonuna mı gelmişti? Ortada elle tutulur bir sebep yokken hem de…
Üçüncü haftanın sonunda bir kitapçıda Burhan’a rastladı. Burhan onu birden görmenin verdiği şaşkın bir eda ile “görüşemez olduk” dedi. Genç, geçerli bir sebep ya da izah olmadığından sadece mahcup bir gülümseme ile sustu. Ama bir şey söylemesi gerektiğini düşündü:
- Meşgul etmek istemediğimden…
Burhan babacan bir tavırla “olur mu” diye kesti sözünü, “gel her zaman, beklerim.” Gayet medeni geçen ve herhangi bir olumsuz ima, bakış ya da beden dili hareketinin kirletmediği bu diyalog Genç’in içinde acıyan tarafı tekrar yokladı. Hatta… Kanattı.
“İkili istifadenin olduğu bir ilişkiyi tek taraflı bitirmek ne kadar adil?”
Adını koyamadığı bir arayışının olduğunu biliyordu. Bu hakikat arayışı mıydı, emin değildi. Sanki bilemediği bir yolda yürüyor ya da yürütülüyordu. Karşısına çıkan herkese bir anlam yüklemesi bundandı muhtemelen. Zaman zaman bunun normal bir şey olmadığını düşünürdü. Ama düşen kuru yapraktan haberi olan bir iradenin içine atıldığımız ya da dâhil olduğumuz her kurguyu muhakkak bir anlamla yarattığına iman etmişti.
“Bu insanlar, bu zaman, bu mekân ve en önemlisi bu senaryo, bu senaryoda rol alanlar, sahne arkadaşlarımız, yolda bize eşlik edenler, dostlarımız, arkadaşlarımız, bunların hiçbirisi sebepsiz değil.”
Burhan’la buluşması, görüşmesi ve bu görüşmeleri düzenli hale getirmesini de aynı bağlamda değerlendirmişti. Ona yönelmesini, sonra bu yönelmenin aksini, o aksin kendisindeki tesirini, her hafta bir radyolog titizliğiyle takip etmiş, ama sonra nedense içinde biten bir bunaltı ile her şeyi sonlandırmaya karar vermişti. O gece sadrına bir kıymık gibi batan sancı, zihnini bir soru ile kilitlemiş, işte akabinde de iyi ve güzelden başka hasılası olmayan bir ilişki sonlanmıştı.
Birden ayağa kalktı. Saatine baktı. Vakit uygun sayılırdı. Seri adımlarla gideceği yere gitti. Kapıyı çalıp içeri girdiğinde sanki üzerinden büyük bir yükün kalktığını hissetti. Burhan bir arkadaşıyla konuşuyordu; Genç’i görür görmez yüzüne yayılan o kocaman tebessüm, gözleri ile hoş geldin deyip, oturmasını işaret etmesi… Ne kadar tabii, ne kadar zarifti. İçine bir bahar esintisi doluverdi.
“İçimize damla damla düşerek mahveden bir zifti, bir anda, bir hamlede söküp atan ve bunu yaparken göğü içimize salarcasına coşturan bu hareketin kaynağı nedir, kimdir?”
Zaman zaman olurdu böyle. Hiç pişman olmamıştı. Niyesini düşünmek istemiyordu, şimdi içindeki genişliğin tadını çıkarmalıydı. O ara Burhan elindeki kitabı açtı, arkadaşına bir şey okumaya başladı. Burhan’dan tane tane yükselen ifadeleri dinlemeye başladı:
“Gençlik zamanında bir gece kötü bir istek ile hanemden çıkmıştım. Kasabamızda gayet hayırsız ve şer tabiatlı, bütün kasaba halkının şikâyetçi olduğu bir gece bekçisi vardı. Kötülükte onun gibi olmak kimsenin kârı değildi. O gece gördüm ki, bu gece bekçisi bir pusuda durmuş, etrafı gözlüyor. Onu görünce korkudan içimde uyanan kötülüğü terk ettim ve bildim ki, kötü kimseler dahi, bir kazanç mekânı olan bu dünyada kazanç edinmekten uzak değildir.”
Burhan okumayı bitirdiğinde muhatabına okuma gözlüğünün üstünden bakıp anlamlı bir şekilde gülümsedi. Genç bu olayı her ikisi için de anlamlı hale getiren bağlamı merak etmişti. O ara Burhan başını çevirip ona baktı. Merhametle bezenmiş o bakışlar sanki o güne kadar niye uzak kaldığını sorgular gibi Genç’in kalbinin tam ortasına düştü. Genç içinde beliren taze bir sancı ile gözlerini indirdi. O gece günlüğüne şu notu düştü:
“Bir kazanç mekânı olan bu dünyada kötü kimseleri dahi kazanç vesilesi görmek gerekiyorsa, bizi hakikat için seven, benimseyen ve kendimize özgü yolculuğumuzda refikimiz olma fedakârlığını gösterenleri nereye koymalıyız? Onlarla kurduğumuz münasebeti kendi başımıza kurmadık. O yüzden kendi başımıza nihayete erdiremeyiz. Bizi onlarla buluşturan bir irade var. O iradenin hakkımızda bir muradı var. Kimse sebepsiz değil. Bunu bildiği halde kim sebepsiz hareket eder ve içindeki bulantının esiri olursa, bilsin ki saptırıcı ve çeldirici olanın tuzağına düşmüştür. O tuzaktan bizi ancak Rahman çıkarabilir. Bir anda ve bir hamle ile…”
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.