Kuşak tasnifi, çok satmak ve semirmekten başka bir gayesi olmayan vahşi kapitalizmin en sevdiği işlerden bir tanesi. İnsanların tüketim kalıplarına göre kategorize edilmesi ve daha da önemlisi bu kategorilere inanmalarının sağlanması piyasanın efendileri için bir taşla birkaç kuş vurmak anlamına geliyor. Hangi sınıfa neyi pazarlayacağını bilmek sadece tüketim endeksli sistemin çarklarının sorunsuzca dönmesine yaramıyor, aynı zamanda insanların kendilerine biçilen kalıpları benimseyerek “tükettiğin kadar kıymetlisin” dayatmasını doğrulayacak bir hayat tarzına mahkum olmalarına neden oluyor. Bu oyunu bozmanın ilk yolu bize sunulan kuşak tasniflerinin bir hokkabazlık olduğunu görmektir. Eşref-i mahlukat olarak yaratılmış ve her birisi Rabbimizin ayrı bir mucizesi olan şu insanları sadece yediği, içtiği ve tükettiği ile sınıflandırılmak ne kadar onur kırıcı, ne kadar aşağılayıcı bir şeydir, farkında mıyız? Genelgeçer kuşak tasniflerini reddediyoruz. Bunlar bizi sınırlamak ve aşağılamak için kullanılan araçlardır. Tarif eden tahrif ediyor. Biz her birisi ayrı kıymetteki bu gençlerin hiçbir kuşak tasnifine sığmayacağına inanıyoruz. Hayat bir seyirdir. Bu seyirde nereden ve hangi sıfatla yola çıktığımızı asla unutmamalıyız, çünkü varacağımız yeri, baştaki değerlendirmemiz ve okumamız belirleyecek.

Dünyada ve Türkiye’de kuşak isimlendirmeleri genel manada tartışmalı bir konu. 68 kuşağı, 80 kuşağı, 90 kuşağı tam olarak ne manaya geliyor, uzun bir tahlil konusu. Lakin dünyada son kuşak gençler konusunda neredeyse büyük oranda benzerlik, aynılık dikkatleri çekiyor. X, Y, Z nesli derken şimdi de İ Nesli, hatta bir de M Nesli var. Aşağıda bunlara kısaca değineceğiz.

Genç Dergisi’nin Ağustos sayısında bu meseleyi hem gençler nezdinde hem de usta isimlerin yorumları eşliğinde, ayrıntılı ve eleştirel manada masaya yatırmayı istedik. Bir nevi son kuşağı ortaya koyup, tarifini yapıp, gençlere ve uzmanlara sormuş olduk.

Ayrıca, muhafazakar/mütedeyyin/mazbut ailelerin kendi çocukları üzerinde tesirlerini kaybettiğine dair çok sayıda haber, yazı çıkıyor medyada, konu kapsamında nedir, ne değildir ortaya koymaya çalıştık. Ortaya gerçekten ciddi anlamda düşünülmesi gereken bilgiler, bulgular çıktı. İstifadeli olacağını düşünüyoruz.

Doğru veya Yanlış, Kabul Edelim veya Etmeyelim, Karşınızda: Nesil Tarifleri

1927-1945 “Sessiz Kuşak” Temel amaçları yaşamak için çalışmaktır. Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı açlık, ölümler, kıtlık gibi sorunlardan mustariplerdir. Birikim, kanaatkar olmak gibi durumları öncelerler.

1946-1964 “Baby Boomers”

İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra “nüfus patlaması” yıllarında doğan, yaklaşık 1 milyar bebekten ötürü “Baby Boomers” kuşağı olarak tanımlanmışlardır. Bu nesil, kuralcı, maaş öncelikli ve anlatıcı özellikler taşır.

1965-1979 “X Kuşağı”

İş hayatına bağlı, idealist ve çalışkan kuşak. Otorite ile sorunları yoktur. Yaşamak için çalışırlar...

1980-1999 “Y Kuşağı”

Kendileri dünya genelinde “mutsuz veya neşeli” bir kuşak olarak bilinir. Bunun yanında azınlık haklarını savunan ve farklı cinsel kimliklere yönelimin daha yüksek olduğu kuşaktır. Toplumu dönüştürücü etkiye sahipler.

2000-2021

“Z Kuşağı” Diğer kuşaklara göre dünya zevklerine daha düşkün, teknolojiyi hızlı kavrayan, işlerini kısa sürede ve titiz biçimde yerine getiren davranış özellikleriyle dikkat çekiyorlar. Muhtemelen bu kuşak tarih boyunca en çok eğitim alan kuşak olacak...

Ayrıca bir de şu tanımlamalar var:

İ Nesli: 1995 yılından sonra doğanları tarif ediyor. İnternet hayat tarzları, etkileşim olmadan yaşamıyorlar. Sosyal sorumluluk, gönüllü çalışmalar dikkatlerini çekiyor. Günümüzde her dört kişiden biri bu nesle mensup...

M Nesli: son 30 yılda doğmuş Müslüman gençleri tanımlıyor. Dünyanın batısında pompalanmaya devam eden “radikal, siyasi ve tepkisel” Müslüman prototipine karşılık bu genç Müslümanların en belirgin özelliği modern hayatın getirdiklerini ve özellikle nimetlerini reddetmemeleri. Modayı, teknolojiyi, gezmeyi ve tüketmeyi en az diğer emsalleri gibi seviyorlar.


Gençlere Zengin Olduklarını Öğretmeliyiz

Şeyma Arvas / Üsküdar Üniversitesi / Klinik Psikolog

Söz konusu olan kuşak tasniflerinin zamanları ve tabirleri göz önünde bulundurulunca, her kuşak bir darbe dönemine gelmiş adeta. Ülke olarak dar boğazdan geçerek büyük bedeller ödedikten sonra toparlanma süreci boyunca yokluk çekmiş ve aynı zamanda Avrupai bir özenti ile her dönemde farklı kıyafet, saç şekilleri, maddiyat ve farklı siyasi görüşler oluşundan dönemler, kuşaklar olarak tasnif edilmiş ve bu görüşler kişilere göre farklılık göstermektedir. Eğitim seviyesinin düşük olması, ülkenin refah seviyesinin farklılıklar gösteriyor olması, politikacıların ortamları sağ-sol tabirleri ile ayırması, siyasetçilerin vadettiklerini yapmıyor olması, ırkçı zihniyetlerin çoğalması, çevresel etkenler, dönemlerin kuşak olarak tasnif edilmesinde etkin rol almıştır. Buradan çıkaracağımız sonuç: Kuşak kavramları veya bu tasnifler, hem çevreden hem de coğrafyadan etkileniyor. Yani, bizim çevremiz ve coğrafyamız bizim tanımlarımızı, Avrupa’nın çevre ve coğrafyası kendi tanımlarını çıkarıyor aslında. Afrika, Asya, Amerika için de aynısı geçerli. Bu anlamda kuşak tasnifleri ve tanımlamalarının global olması, küresel anlamda ele alınabilmesi çok da mümkün değil.

Türkiye sadece coğrafi olarak değil, kültürel olarak da çok zengin bir ülke. Bu ülkenin gençlerine hangi jenerasyon, kuşak içinde olurlarsa olsunlar, bunu; yani zengin olduklarını öğretmemiz gerekiyor. Çevresel faktörlerin olumsuz etkilerinden ziyade, onların çevrelerine olumlu tesir edecekleri bir ufuk oluşturmalıyız. Bu da tabii ki eğitimle, sistemle, politikayla olacak...


Gittikçe Kavram Fakirleri Oluyoruz

Tarık Çelenk / Ekopolotik Kurucusu

İnsan, su gibi bulunduğu kabın şeklini alıyor. Hiçbir kuşak yaşadığı-büyüdüğü ortamın üretim ilişkilerinden yadsınamaz. Sosyolojiyi hızlı bir dinamik ile sabitleyemezsiniz. Bu şekilde bakarsak yanılabiliriz. Ancak kuşaklar konusunu konuşuyorsak şunu atlamamalı, modern ve sonrası dönemlerin gerçeği kırdığı, bizleri profanlaştırıp sekülerleştiği gerçektir.

Ben, kendi zaviyemden bugünkü gençlere baktığımda, karşılıklı anlaşılamama sorunu olduğunu görüyorum. Onlar kendilerinden önceki nesilleri, bizleri anlayamıyorlar; biz de onları tam kavrayamıyoruz. Bu öncelikle dilden ve sonra da yaştan kaynaklanıyor. Zira dil artık dijitalleşiyor-fakirleşiyor. Kavram fakirleri oluyoruz. Yeni kuşaklarda “kavramları” kavrayamama gibi genel bir sorun var. Özellikle 2000 sonrası doğan gençlerde sabır ve teenni dediğimiz hususlarda yetersizlik görüyorum. Fazla grup aidiyeti işlerine girerlerse inanç, fikir ve ticaret ekseninde evrensel olamazlar ve yerel bayiler olurlar. Gençler, “Hakikati keşfettik nasıl olsa bundan sonra işimize bakalım” mantığını taşımamalılar.


Akıbeti Meçhul Yavrular Yetiştiriyoruz

Ayşe Esra Karadağ / Medipol Üniversitesi Eczacılık Fakültesi / Araştırma Görevlisi

Özellikle 2000 ve sonrası bence apayrı bir nesil olmanın yanında ciddi sıkıntıları da yanında getiren bir nesil. Şunu da dipnot olarak belirtmekte mutlaka fayda olduğunu düşünüyorum: Her bir nesil kendinden bir sonraki ve daha sonraki nesillere yazık gözüyle bakar ve bu değişmez bir gerçektir. Ancak son nesil hakkında bahsedeceklerim tamamen bu hezeyandan münezzeh, güneş gibi açık bir vakıadır.

Özellikle biz, zorluklar karşısında ve büyükleri tarafından katı kurallar çerçevesinde yetiştirilen nesil, şu an çocuklarını “aman ben görmedim o görsün” çılgınlığı çerçevesinde çılgınca yetiştiriyor. Sadece şımartmakla kalmıyor, yüceltiyor, yükseltiyor adeta çocuklarını ilahlaştırıyor. Bu ilahlaşan çocuk tüm bu muameleyi alıp elinin altındaki teknoloji, para, tamah ile birleştirip önünü alamadığımız bir şımarıklık, bir içi boş büyüklenme, niteliksiz bir abide ile taçlandırıyor. Bu da başka bir yoldan Buhari’nin ravisi olduğu o tüyler ürpertici “Kıyametin alametlerinden birisi de köle kadınların efendisini doğuracağı” hadisini karşımıza çıkarıyor. Şayet ufak bir lahza dikkatli baktığımızda bu gerçeği karşımızda görüyoruz. Anne babaya isteklerini emirle söyleyen anne babanın da bu söylemi emir telakki edip derhal gerçekleştirdiği tablolar. Aslında hiç liyakati olmadığı halde çocuklarını olmadığı gibi gösteren, gereksiz yere yücelten ebeveynler.

Sözün özü son nesil dendiğinde 80, 90 kuşağından bağımsız olarak ortaya konması ve korkulması gereken bambaşka bir perspektif var. Ve ne yazık ki bu hakikat ateşine her birimiz, her bir anne baba, her bir fert her an yeni bir odun atıyor ve önü alınmaz bir yangının müsebbipleri halini alıyoruz.

Hülasa milenyum çocukları dediğimiz nesilde mefluç ruhlar, akıbeti meçhul yavrular yetiştiriyoruz. Bunun asıl sorumlusu da dünyaya tertemiz gelen çocuklarımıza iyi şeyler yapmaya çalışırken büyük kötülükler yapan biz, kendimiziz...


Bazı Şeyler Geçmişte Kaldı!

Melike Kalkan / Arapça Öğretmeni

Bir tarlaya tohum ektiğinizi düşünün. Aynı toprakta aynı su ve güneş ile aynı çiftçi ile büyüyen aynı senenin mahsulleri. Doğal olarak hepsi aynı. Gölgede kalanlar, az su alanlar, bireysel özellikleri gereği gelişimsel farklılıklar gösterenler istisna. Eskiden bu yılın hasadı denildiğinde o bölgede yetişen mahsulden bahsedilirdi. Teknoloji gelişti, kullanılan yöntemler aynılaştı çünkü alın terinin yerini makineleşme aldı. Kapıların önünde akan bir damla su tüm dünyayı dolaşabilir oldu. Böylece tüm dünyadaki mahsuller aynılaştı. Şimdi gelelim bizim gençlerimize. Toprağımızın en nadide ve muazzam hasatlarına. Taşı toprağı altın olan ülkemizin evlatları da altın olur diye düşünüyoruz ama toprağımıza ülkemiz dışından gelen su, rüzgar o kadar çok ki. Dolayısıyla ülkemizde melez hasat da çok. Kendi toprağımızda ama tüm dünyadaki mahsullerle aynı benzerliklerde yetişiyor yetiştiriliyoruz. Sonuç olarak kuşaklar ile ilgili yapılan genellemeler, yorumlar isabetli. Dönemsel jargonları var. Bazen bize kaba gelen anlamsız gelen, somutlaştıramadığımız terimlerle karşılaşabiliyoruz bazen de yeni nesilden öğrenilecek ne çok şey varmış diyebiliyoruz.
Aynı havayı solumanın ve aynı toprakta nefes almanın yolu, zenginlikten geçiyor. Şimdide yaşamanın yolu geçmişten bugüne kadar gelenlerin tecrübelerini ve gelecek nesillerin bakış açılarını, düşünce yapılarını yargılamadan, zamanı ihtiyaçlarını farkında olarak bugüne uyarlamaktan geçiyor. Gençlerin çoğunda eksik olan büyüklerin deneyimleri, öğretileri. Büyüklerin ihtiyacı olan da bazı şeylerin geçmişte kaldığı gerçeği ile zamane gençliğine ayak uydurup yöntemleri onların çağına göre uyarlaması gerektiği.


Nesil Genellemeleri Gerçeği Yansıtmıyor

Hakkı Öcal / İbn Haldun Üniversitesi / İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi

Sadece X, Y ve Z kuşaklarının adlandırılması değil, temelde bu “kuşak” tasnifinin sosyoloji ve siyaset bilimini yanlış yönlendirdiği kanısındayım. Bu akım, 2. Meşrutiyet ile başladı. Selanik ekibi, kendisini İstanbullu Meşrutiyetçilerden ayırt etmek için kendilerine 2. Meşrutiyet Nesli dediler. 1875-1900 arasındaki 25 yılın “kuşağı” da otomatik 1. Meşrutiyet Nesli oldu.

Belki 2. Meşrutiyet siyasal olayları, edebiyatı, savaşları ile o çağda yaşayanlara bir “kimlik” vermişti; ama bunu 1. Meşrutiyet için söyleyemeyiz. Kimdir bu neslin üyeleri? 1. Ahmet Mithat Efendi’nin tanımladığı Felatun Bey ve Rakım Efendi mi? 2. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası’ndaki Bihruz Bey mi? Şemsettin Sami’nin Talat’ı mı?

O devirde, o neslin gençleri hep yanlış batılılaşma kurbanı mı idi? O zaman bir Ömer Seyfettin’i, bir Namık Kemal’i kim, ne oluşturdu? Aynı şekilde 2. Meşrutiyet Nesli de homojen bir yapı mıdır? Öyle ise bir Prens Sabahattin’i kim yetiştirdi? Gelelim daha yakına… Ben 1968 yılında SBF 2’nci sınıfta idim. Eski Başbakanlarımızdan Mesut Yılmaz da, Mahir Çayan da... Bizi “68 Kuşağı” diye aynı torbaya koyabilir misiniz?

Bütün genellemeler gibi bu “kuşak/nesil” kavramı da hatalı sonuçlara varır; ayrıca bir toplumsal yapı kavramı olarak, ne bilim adamlarının, ne de siyasetçilerin işine yaramaz.

X kuşağı denilen, 1960’lardan 1980’lere kadar doğmuş olan insanları nasıl bir kefeye koyacağız ki bundan mesela son 25 yıldır İstanbul’da AK Parti’ye oy veren bir seçmen kitlesinin siyasal davranışını izahta yararlanacağız?

1980’den 1994’ün sonuna kadar doğanların nasıl bir ortak sosyalizasyon sürecinden geçtiğini iddia ediyorsunuz ki bunlara Y Kuşağı diyelim ve hepsini bir “açıklama aracı” olarak kullanalım?

Aynı şeyi Z kuşağı olarak tanımlanan 1990’ların ortalarından 2000’learin ortalarına kadar doğmuş olan gençler için de sorabiliriz? 

X’i bilmem, ama Y ve Z için benim gördüğüm tek ortak nokta, bu gençlerin çoğunun okuma özürlü olmasıdır. Edebiyat dersinde okuması gereken romanı internetteki roman özeti sitesinden okuyan ve oradaki yanlışı derste sunduğu özet kağıdına aynen geçiren ve bunu sınıfta savunan bir “nesil” var gerçekten.

Şaka bir yana ve özetle, “nesil” denen yapı (structure) anlamlı ve kullanılır bir unsur değil; bu tür genellemeler zihin açıcı olmuyor.

Carl Jung’un dediği gibi bütün kavgalar da gereksiz genellemelerden çıkıyor.


GENÇ'ın Yazısı.