M. Yavuz Yılmaz

Yaklaşık bir yıl önce İstanbul`dan Bakü`ye kadar otobüs ile yapmış olduğum yolculuğun benim için manevi değerinden ve seyahatimin asıl amacı olan Kafkas İslam Ordusunun izini aradığımız elli altı saatlik yolculuğun ve bu yolculukta sırasıyla uğradığımız şehirlerden, yolculuk boyunca yaşadığım hatıraları paylaşmak istiyorum sizlerle.

Üsküdar`ın gerdanlığı, Mihrimah Sultan Camisinin engin sanatsallığında kaybolurken, Valide Sultan Camisine yüzümüzü dönerek selamlarken İstanbul`u bir sıcak yaz gününde; boğaz yine aynı boğaz, Üsküdar yine aynı Üsküdar iken, kırk heyecanlı canla, kırk genç arkadaşımla birlikte koyulduk yola; takvimler 2018 yılının altıncı ayın ikinci günü Çarşamba saat on bir otuzu gösterirken.

Bundan yüz yıl önce, Kafkasya`da canlar vatan uğruna verilirken, analar çocuklarının arkasından ağıt yakarken, yaşlılar cami duvarlarının kenarında göz yaşlarını silerken bir tarih yazılıyordu. Öyle bir tarih ki dillere destan kahramanların hayat hikayelerine, mücadele ve özgürlük uğruna feda ettikleri hayatlarını konu alan yürek yakan ve aynı zamanda göğüs kabartan bir destan.

Türkülerin, şarkıların en güzelinin yakıldığı, okunduğu, söylendiği Kafkasya`dan Osmanlı devletinin geri çekilmek zorunda kalmasıyla özgürlük türküleri daha bir gür yakılır oldu. Artık bir milletin sinesine ateş, kaderlerinden paylarına düşen yurtlarından ayrılmak olmuştu. Bütün Kafkas halklarının yüreğine bir varoluş kaygısı düşmüştü. Acı bir kere uğramıştı. Müslüman Kafkas halkı en acımasız yöntemlerle yerlerinden edilmeye başlanmış, bununla da kalmayıp bir soykırıma dönüşecek şekilde bir ateşin içinde kalmışlardı.

Bütün bu zulme dur demek için Kafkas İslam Ordusu, bundan yaklaşık yüz yıl önce kuruldu. Fikir harekatı Anadolu`da fiili harekatı Kafkasya dağlarında, bir o dağın yamacından bir karşı dağın yamacında, her yere çarparak bir volkan gibi patladı. Yaktıkları özgürlük meşalesi, Anadolu`nun yiğit evlatları ve Kafkasya halkının kahraman çocukları tarafından mazlumlara bir ışık oldu. Şehit düştüler, esir düştüler, yeri geldi en ağır işkencelere maruz kaldılar ama asla vazgeçmediler vatan uğruna ölmek ve mücadele içinde olmaktan.

Bugün o yiğit insanların, asil çocukları kahraman dedelerinin izinde İstanbul`dan mücadele fitilinin yakıldığı Anadolu topraklarından çarpışmaların şahidi olan tüm toprakların izini takip ederek yaklaşık elli altı saatlik bir yolu kırk genç gönüllü ile birlikte sürüyor, kanlı ve zalim olan savaşın özgürlük kokan, mücadele yolunu takip ederek.

Herkes heyecanlı, herkes meraklı, herkes bir şeyler konuşuyor. Bilende konuşuyor bilmeyende. Kimisi yolculuk nasıl geçecek, kimisi Kafkas İslam Ordusunun arka planında ki en güçlü isimden; Enver Paşa`dan, bizzat sahada aktif olan Nuri Paşa`dan, kimi ise orada ailesi ile nasıl iletişim kuracağını konuşuyor. Farklı konularda, farkı sözcükleri bir araya getirerek her ne kadar birbirinden ayrı şeyler konuşsalar da, hepsinin gönlünde bir ecdat hasreti, hepsinin gönlünde o günlerin acı hatırasını sinesine çekmiş, bir mazi ve iman meselesi vardı.

Ben, bundan önce çok yolculuk yaptım. Yolculuklar bana artık heyecan vermiyor diyemiyorum. Sanki ilk kez bir uçak görmüş çocuğun heyecanı vardı üstümde. Aklımda bir sürü kelime futbol oynuyor. Kafamın içinde bir sürü problem çözülmeyi bekliyormuş gibiydi. Sözcükler bir araya geliyor birbirini arıyor, birbiriyle buluşmak ister gibi dönüp duruyorlar kafamın içinde. Buluşup bir araya geldiklerinde gözlerim biraz yaşarır gibi oluyor, duygularımın vermiş olduğu heyecanla da kalpten gelen bir ağlama hissiyle doluyor içim. Çok değil bundan iki gün önce izlemiştim Kafkas İslam Ordusunun nasıl, kim tarafından kurulup, akıbetini ne olduğunu. Yapılanlar, katliamlar, ağlayan analar, babalar, çocuklar ve en acısı sesi bile çıkmadan bir nefeste süngü altında can veren bebeklerin çaresizliğini gözlerimin önüne gelince tutamıyor, göz yaşlarım yolculuk yaptığımız otobüsün camına düşerek kayboluyordu.

Bir saat su gibi akıp geçtikten sonra artık büyük ihtimalle Gebze`de olmalıydık. Elimde bir Mustafa Kutlu kitabı, adı "Bu Böyledir" her zaman sevmişimdir sadeliği ama buna rağmen romanda sadeliği roman kusuru olarak gören birisiyim. Neyse ki bu kitap bir hikaye. Mustafa Kutlu, takındığı sade, halk ağzına yakın kullandığı o tavrına hayran kalarak okuyordum yine bu kitabını da. Yaklaşık yüz sayfalık bir kitap bu. Bolu`ya gelip, öğlen yemeğimizi yedik ve tekrar mideler dolup, gözler daha bir güzel bakınca, akıllarımız daha sağlam düşünebildiği bir kıvama geldikten sonra yine koyulduk yollara.

Beni yalnızken mutlu eden iki şey var; bunlardan biri Allah`ın huzurunda O`na ibadet ettiğim an, diğer bir an ise müzikten hemen sonra kitap okumaya başladığım an. Şüphesiz yalnız değildim. Ama her yalnızlık herkes için aynı değil. Kalabalıklar içinde bile yalnız kaldığım onlarca saat olur. Yine öyle oldu. Gönlümü açan, ruhumu az da olsa dünya karmaşasından kurtaran bir kaç müzik dinledikten sonra başladım yine kitap okumaya. Bu sefer elimde en sevdiğim yabancı yazarlardan biri olan: Stefan Zweıg`in muhteşem anlatımından doğmuş "Yakıcı Sır" adlı kitabı vardı. Kelimeler kelimeleri kovaladı dilimin ucunda. Sonunda o kitabı da bitirmiştim artık daha Samsun`a iki buçuk saatlik yolumuz varken. Kitabı büyük bir mutlulukta kapattım ve biraz sonra bu güzel yolculuğun, bu kitap okuma kararıyla daha da iyiye gittiğini gördüm. Belkide abartmış olacağım ama hayır asla değil. Çünkü az sonra Dostoyevski`nin Beyaz Geceler adlı eserini de okuyup bitirmiş oluyordum. Henüz akşam yemeğimizi yemeğe geldiğimiz Samsun şehir merkezine varmamışken.

Kitaplar, en iyi dostlarım, en iyi yol arkadaşlarım onlar benim. Keşke onlarla yıllar önce çocukluk günlerimin daha başlarındayken tanışıp, ilk okulda öğretmenimin vermiş olduğu hikaye kitaplarını resimlerine bakarak değilde, gerçekten satırlarına gömülerek okuyan biri olarak tanısaydım. Bundan dolayı biraz hüzün içindeyim ama bir yandan da en azından bugün kitaplarla aramın çok iyi olduğuna şükür ediyorum.

Uzaklara gitmek istediğinizde vedalar ağır olur. Elli kiloluk bir şeker torbasını bir dağ yamacına taşıyor gibi zorlanırsınız. Bende babamı aradım, konuştum. Babam anneme verdi telefonu onunla da konuştum, helallik istedim her ikisinden ve sonra karışılıklı Allah`a emanet diyerek telefonu kapattım. Belkide sayıları yüzlerle ifade edilecek onca akrabam vardı ama kimseyi aramadım sadece bir kişi dışında. Dayım, bana herkesten uzak ama bana herkesten yakın dayım. Onu aradım helallik istedim ve telefonu kapattım. Kendimce vicdanım rahat içimden şöyle diyorum: neden ben gurbet eller-deyken aranmıyorum da bugün veda için arayan ben olayım. Herkes Allah`a emanet olsun, herkes evinde otursun sağ salim diye aklımdan geçirmiştim.

Sabahın erken saatlerinde Trabzon İl sınırları içerisinde seyrimize devam ediyorduk. Henüz bir kitap okuyor değildim. Yine müziği açtım gönlümü ferahlattım. En sevdiğim seslerden bir tanesi olan keman sesinin, Farid Farjah`ın usta ellerinden, ruhumu okşayan nağmelerin tesiri altındayken, solumda engin, masmavi Karadeniz solumda ise yem yeşil güllük gülistanlık denize paralel uzanan Karadeniz`in kıyısından bir yılan gibi geçen sahil yolundan seyahatimize olduğumuz yerden devam ediyorduk. Aklımda bir kişi vardı ve o kişi ben doğuya doğru yol alırken benden her geçen saniye uzaklarda çok uzaklarda kalıyordu.

Saatler on ikiyi gösterdiğinde artık nihayet bin yıllık Türk toprağı Anadolu`yu gerimizde bırakmış, Gürcistan Türkiye Sarp sınır kapısına gelmiş bulunuyorduk. Bir yere ilk defa gelen bir yabancının yaşamış olduğu bir takım çekingenlikler olur, bizim de ona benzer bir şey oldu tam sınır kapısına vardık derken yanlış girilen bir giriş yüzünden tekrar otuz dakikalık yolu döndük ve nihayet yine kapıya geldik. Pasaportlarımızı çıkardık, harçlarımızı hazırlayıp sınır kapısında beklemeye başladık. Bir saatlik bir zaman zarfından sonra tekrardan yollara revan olduk. Türkiye`den geldiğimiz yol boyunca her şey tanıdık her şey benim senin gibiyken, bir anda her şey değişmişti. Artık yabancı bir ülkedeydik. Haliyle eskisi gibi olamıyorsunuz. Mesela en önemlisi olan dil meselesi, rahatça kendinizi ifade edemiyorsunuz. Polis pasaportla ilgili bir şeyler sorunca öylece bakmıştım görevli memurun suratına doğru. En can sıkıcı şeylerden biriydi bu benim için sınır kapısında beklerken. Rahat olmamamızın sebepleri de buna benzer şeylerdi.

Artık Anadolu arkamızda kalmıştı. İstanbul`dan başladığımız yolculuğun, asıl izlemek istediğimiz manevi güzergahı olan Kafkas İslam Ordusunun geçtiği yollara revan olmaya hazırlanıyorduk. Çok değil bundan yüz yıl önce bizim olan bu toprakların yabancısı olarak, bir turist gözüyle hayranlıkla doğanın ve Kafkasların içinde süzülmeye, enginliğinde kaybolmaya doğru yol almaya başlıyorduk. Sarp sınır kapısı ise bu yolculuğun ilk adımını bize tattırıyordu.


GENÇ'ın Yazısı.