Gömleği Arkadan Yırtılanlar
Yunus Emre Tozal
“Kim var! “ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım! “ cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...” Necip Fazıl Kısakürek
Orhan Hoca’nın bir A4 kağıdına çıkartıldığı “Öyle Bir Genç ki” başlıklı bir yazısı vardı. Kursta bazı akşamlar, özellikle dersim bittiğinde çıkarır okurdum. Sevdiğim bazı paragrafları ajandama not etmiştim. Bir defasında sınıfça hocayla konuşmuş ve anlamaya çalışmıştık. Bir şiir gibi yazan Orhan Hoca, genç bir Müslümanın varlığı, bu ümmet için ümidin ta kendisidir demişti. Zor zamanlar yaşıyorduk. Bosna savaşı yeni bitmişti bitmesine ama TV’lerde Boşnak kadınların feryatları yürekleri dağlıyordu. Kursta bir TV’miz yoktu ama izinlerde bir şekilde duyuyor, üzülüyorduk. İsrail, sorumsuzca Filistinlileri tüm dünyanın gözü önünde katlediyor, evlerini yakıyor, dünyayı başlarına yıkıyordu. Çocuk sesleri, Afganistan, Çeçenistan, savaş çığlıkları, eşlerini kaybeden anneler... Namazlardan sonra “Ey Allah’ım, dağılmış kalpleri, birbirinden uzaklaşmış zihinleri, İslam ümmetini birleştir.” diye dua ederdik.
İnsana insandan yakın, aklının kuşatamadığı hakikati, yürek kuşatabilir ancak. Yüreklerde kurulur en büyük devlet ve yüreklerde gerçekleşir en büyük fetih. Yürek tavaf etti mi insan anlamın doruk noktasına, sevginin en ulvi derecesine çıkar. Yoksa Mekke’nin en zenginlerinden bir ailenin çocuğu olan Musab Bin Umeyr’in hiçbir eksiği yokken, annesine saçlarının telleri adedince canı olsa ve hepsini ölüm orucunda can çekişerek oğlunun gözünün önünde verse bile imanından vazgeçmeyeceğini haykırmasını nasıl açıklayabiliriz? Babası rahip olan Nietzsche’nin Tanrı’nın varlığını sorgulayarak varlığın ve anlamın kapısını aralamasını, babası put yapıp satan Hz. İbrahim’in güneşe, aya, yıldızlara bakıp yaratıcıyı arama sancısını ya da Sokrates’e şehri terk etmesi halinde affolunacağı söylendiği halde şehri terk etmeyip ölmeyi seçmesini hangi anlamlar ile açıklayabiliriz? İnsanın varoluşu hakkındaki merakını, hakikati idrak etme ve idrak ettirme isteğini kim ne ile durdurabilir?
Hakikati arayan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, gençliğin yüreğindeki kıvılcımı tutuşturarak, dünyevileşen, dünyevileştikçe insanı içine çeken dünyaya meydan okuyacağının, tutsak kalmayacağının işaretlerini, ipuçlarını izah ediyordu Asımın Nesli’nde... Öyle bir şuur ki, ne yapması gerektiğine, kiminle yapacağına, şaşırıp yaldızlı dünya hayatına aldanmaya fırsat tanımayan bir şuur. Akif’in dizeleriyle:
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım”
Sezai Karakoç’un “diriliş” tabiriyle dile getirdiği bir şuur. Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlakı”nda izah ettiği bir isyanla başkaldırarak hareket felsefesini hayatının her alanına yayan bir metafizik başkaldırı. Topçu’ya göre iman, kendi kendine tanımayı gerektirdiğinden, inancın iman olabilmesi için insan ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına da hâkim olması gerekir. Öncelikli olan aklın ulaşılmış sınırlarını aşıp, aklı bir manevranın eşiğine kadar götürmek, düşünen aklın ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı başarmaktır.
Büyüklerimiz gençlere “Mümeyyiz bir akıl sahibi olun. Seçin ve ayırın.” derlerdi. Mümeyyiz bir akla sahip olup hakkı batıldan ayırabilen bir bilinç. Cemil Meriç’in “Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: Kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok… Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak… Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak.” diye ifade ettiği kalemi kılıç olarak kuşanabilen bir gençlik. Aliya İzzetbegoviç’in kısaca “Putları reddet, idealleri koru.” şeklinde ifade ettiği, yüreğindeki tüm putları deviren, hiçbir puta tapmayan idealist bir gençlik. Öyle ki, Müslüman bir genç, yeryüzünün soluğu ve ruhudur. Ruhumuza sahip çıkmalı değil mi?
Nuri Pakdil, insanla Rabbi arasına giren her türlü aracının kaldırılması gerektiğini, insanın Rabbiyle hemhal olabilmesi gerektiğini şu sözleriyle dile getirmişti: “İnsanın, Allah’a doğru koşusunu engelleyen barikatların kaldırılmasını istiyorum.” Bir Arap atasözü şöyle der: “Arkasında talep edeni olduğu müddetçe hak ortadan kaybolmaz.” Yeter ki talep edelim, yeter ki arınalım, arınmak isteyelim…
Silkinip okuma eylemine girişmeli. İnsanoğlunun omzunda dağların taşıyamadığı bir yük var. Yolu uzun ve kavisli... Her an yoldan çıkma, yoldan kayma tehlikesinin bulunduğu bir yol. Suçlular olarak ortalıkta gezerek suçlu arıyoruz pervasızca… Niçin hâlâ başımızı duvarlara vurduğumuz halde, kurtulamıyoruz hafakanlardan? Kur’an’ın “Ey insanoğlu, seni kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir?” sorusuna niçin cevap vermekte zorlanıyoruz?
Notlarıma bakıyorum. Orhan Hoca biz gençlere sesleniyor:
“Sen çağının Yusuf’u! Çağının Züleyhalarının arkasında koşma, istikametini doğrult. Edebinden taviz verme. Her bir zerre bulunduğu yerden nasıl tavaf ediyorsa, her atomun kalbinde nasıl nötronlar, protonlar varsa ve hiç durmadan tavaf ediyorlarsa sen de durmayacaksın. Aşkın şelaleleşen gönül ırmaklarında yıkanarak dünyaya geldiğin andaki gibi tertemiz olacaksın. Yüreğindeki tüm siyah noktalardan arınacak, umudu haykıracaksın nefesinle; Bilal gibi en zor zamanlarda bile dilinde “Ehad” gönlünde muhabbetle selam duracaksın.”
Cevheri keşfederek taşların arasından inciyi fark edeceksin. Bir doğum sancısı alacak yüreğini. Kâinatın sırrının rahmine düşerek doğacaksın tekrar, inci gibi parlayacaksın. Diriliş koşusunu başlatarak iç alemine doğru yol alacaksın. Issız şehirlerden, ölü denizlerden, antik kentlerden geçerek varacaksın mahşer alanına.
Ve sen yürüyeceksin… Tüm kuşkuları, kaygıları, tereddütleri bir yana bırakarak İbrahim’in ateşe gittiği gibi ilk adımını atacaksın ve yürümeye başlayacaksın. Eşyada görünen görünmeyen sırları idrak etmeye başlayacaksın. Her fark ettiğin sır, seni bir üst makama çıkaracak. Her çıktığın makamda acziyet şurubunu bir yudum daha içerek toprak kokusunu yüreğine dolduracaksın.
Hakikatin peşinde olmalı genç. ‘Okumalı ve anlamalı. Anlamalı kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gittiğini, acziyetini, şahsiyetini, çevresini, muhtaçlığını, sevgiyi, sevgiliyi… Sözün bittiği yeri bilebilmeli. Sözün biteceği yerde hazırlanıp ulvî yere aşkın kelimeleri ile secdeye kapılabilmek için hazır olmalı maşuk.
Çağın Yusuf’u olacaksa eğer, gömleği önden değil arkadan yırtılmalı...
GENÇ'ın Yazısı.