Ulu Çınar Dedemin Ardından...
Mehmet Mahir Beyşehirli
Uzun zamandır planladığım gönlümün beni gitmem için hep uyardığı Anadolu’nun kutsal topraklarına kuruluşun temellerinin atıldığı topraklara yani Ahlat diyarına doğru yola çıktığımız günlerde mekanın adını Iğdır koydukları bir muhitte gecenin ilerleyen saatlerinde sevdiğim bir dostum bir abimle muhabbette iken telefonum çaldı.Babam ilkeli, dürüst ve bir o kadar disiplinli bir adamdır. Belirli saatlerden sonra kimseyi arayıp rahatsız etmek istemez. Fakat bu sefer telefon geç bir saatte babamın aranmaz dediği saatte çaldı. Arayan babamdı. İçime bir ürperti geldi aklımdan çeşitli tahminler, telefonla konuştuktan sonra kendime vermem gereken teselliler ve duyduğumda hayretler içerisinde kalacağım bir hadisenin haberini alacağım bir his geldi. Telefonu besmele çekerek açtım babamın tok ve bir o kadar titreyen sesi kulağıma ilişti.
+hayırdır baba bu saatte
-hayır değil olum, dedeni kaybettik
+...
Evet dedem...
Belki hayatınızda görüp görebileceğiniz en sağlam en güzel ve hayatı mücadeleyle geçmiş Anadolu bir insan o artık hayatta değildi. Ömrünün sonlarına doğru güçsüzleştiğini ve hastalandığı kabullenmemecesine tüm saatlerini geçirdiği, yorulunca mutlu olduğu, mısırlarını cevizlerini özenle suladığı “bunlar benim çocuklarım” diyerek büyüttüğü imar ettiği bahçesinde hayata veda etmişti.
Aklım erdiği çağlardan itibaren ailemizden bir insanın ölüm haberini almamış bir kardeşiniz olarak yazıyorum bu satırları. Etrafımda onca insan yakınını kaybettiği ve onları teselli ettiğim anlarda aklıma elbette bir gün bende bu şekilde bir acı yaşayacağım acaba halim nasıl olur diye düşünürdüm. İşte bu telefondan sonra o acının ve o hissin ne olduğunu çok daha iyi anladım. Her insana kimi zaman her gün gördüğü kimi zaman yılda bir kere gördüğü sevdiklerinin hiç ölmeyecekmiş gibi geldiği yadsınamaz bir gerçektir. Dedemde benim hayatımda öyle bir değer öyle bir güzellikti. Vefat haberini ilk aldığımda bir an durdum ve yüzü nasıldı diye düşündüm inanın telefonumda bulunan fotoğrafına bakmayı akıl edene kadar hatırlayamadım yüzünü.
Size biraz dedem rahmetliden bahsedeyim o vakit.
Küçük yaşlarından itibaren hafızlık eğitimini almış fakat köy yeri ve ailenin en büyüğü olmanın sorumlulularıyla çalışıp para kazanması gerekmiş. Bunun üzerine atlamış çeşitli illere çalışmaya gitmiş. En son inşaat ustalığında karar kılmış emekli olana kadar bu işle uğraşmış. Tüm evlerini kendisi yapmasıyla övünürdü. 80 küsür yıl bu kadar cümleyle özetlenir mi bilmem ama insanın hakkında esas anlatılması gerekenin karakteri olduğunu düşünürüm hep. Çünkü her insan nev’i şahsına münhasır bir varoluş belirtir bu dünyada. İşte Dedem tam da bir önceki cümleyi hakeden bir insandı. Haksızlık karşısında hiçbir zaman susmaz kendisine ters gelen bir husus gördü mü çekinmeden müdahale ederdi. Aklımız erdiği yıllardan beri anlattığı meselelerin birçoğu bende kalsın sadece şunu sizinle paylaşayım:
Dedemin babası aynı zamanda yaşadıkları köyün imamı imiş. Anlattığına göre tam bir Allah dostu kimsenin gönlünü kırmaz çelik gibi bir iman Sahibi imiş. Zaman Arapça Ezan’ın yasaklandığı zamanlarmış. Tabi bu güzel insan Türkçe Ezan okumayı kabul etmemiş çıkmış Ezanı asıl haliyle okumaya devam etmiş. Dönemin yöneticilerinden biri olan Nahiye müdürü bu hadiseyi duymuş. Dedemin babasını çağırmış bir daha Ezanı Türkçe okumazsan seni bilmem ne ederim demiş ve bir tokat atmış. Bu hadise yaşanırken Dedem tabi babasının yanında ve canlı canlı şahit. Bu olayı her muhabbetimizde anlatır iç geçirirdi. Hayatının en büyük mottosu çalışmaktı. Bir an olsun boş durmaz seherde kalkar ibadetlerini yapar ve başlardı çalışmaya. İlginçtir vefatından yaklaşık 20 küsür sene önce tespit edilen şeker hastalığını hiçbir zaman kabul etmedi. Doktor yasaklar o uymazdı bende şeker falan yok derdi çalışınca rahatlıyorum der ömrünce dinlenmeyi hiç sevmezdi. Bu düşüncesi işe yaramış uzun yıllar şeker hastalığından öyle ciddi bir problem görmemişti. Vefatı da şekerden olmadı anlayacağınız.
Ben onun ilk torunuyum. Ve haliyle torunlarından hayata atılan ilk kişiyim. Beni her gördüğünde sana sürekli dua ediyorum aman haktan adaletten ayrılma der ömrünün bir müddetini geçirdiği mahkemelerdeki acayiplikleri anlatır ve bizle gurur duyardı. Aklıma onun dedikleri geldikçe kendimi güçlü hisseder duasından huzur bulurdum. Şimdilerde biz ona dua eder hatırladıkça ruhuna Kur’an okur olduk. Bu hal gerçekten insanın başta idrakte zorlandığı bir hal oluyor. Ondan uzakta yaşıyoruz ve sanki o hep evinde bizi bekliyor hissiyle vefatını idrak edemiyoruz. Fakat rabbim onun bu dünyadaki nasibini tayin ettiği sürede bitirdi. Şimdilerde sorumluluk bizde artık. Hadis-i Şerif mucibince onun amel defterine yazılacak güzel işleri yapmaya gayret ediyoruz.
Hülasa dostlarım insanız, hayatın gerçeği ölüm, tam manasıyla bizzat yaşadığımız vakit anlayacağız. Ama insan sevdiklerini kaybedince bir nebze olsun bu acayip hadisenin ne olduğunu idrak ediyor. Peygamberimizin bağırıp çağırarak dövünerek ölümü karşılamamamız manasına gelen hadisini şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü ölüm sevdiklerine insanı daha çok bağlarken ölenin şahsında bize bir ibret ve sorumluluk doğuruyor. Peygamberimizin bizden istediğininde günümüzde metanet sözcüğüyle kısırlaştırılan bu düşünme ve tefekkür etme hadisesini önemseyerek ölümü karşılamamız olduğunu anlıyor insan. Dedem bir ömür yaşadı geçti bu diyardan biz ömrünün yirmibeş yılına şahitlik etmişliğimizle üzerimize düşen vazifeyi ve öğüdü aldık ve son olarak hakkımızı helal ediyor cennette buluşmayı ümit ederek rahmet okuyoruz.
Bu ömre bir Fatiha bekliyor hepinizi Allah’a emanet ediyorum.
GENÇ'ın Yazısı.