Geçtiğimiz ay, Norveç’te göçmenlerin yoğun yaşadığı Kristiansand kentinde, “Norveç’in İslamlaşmasını Durdurun” isimli aşırı fanatik bir grubun lideri, Kur’ân’ı Kerim’i yakma girişiminde bulunurken, Suriyeli bir genç -Ömer Dabaa İlyas- aniden gösteri alanına atladı ve o utanmaz adama mani olmaya çalıştı, kutsala saygısı olmayan o hadsizlere anlamlı bir şok/panik yaşattı. Hadiseyi görünce birçok açıdan duygulandım;

​Şöyle ki, kendi annem Norveçli bir hanımefendidir, 1975 senesinde Müslüman oldu, rahmetli babam vesilesiyle Allah kendisine hidayeti nasip etti. Yıllardır üzerimize titredi, İslam’ı aziz bildi ve gücü yettiğince hem yaşamaya hem de bizlere güzel örnek olmaya çalıştı. Norveç demek bir açıdan İslam’a teşne yürekler, Allah’a teslim olacak kalpler demektir bizim ailede. Norveç demek saf arayış, temiz bakış ve duru gönül demektir hayatımızda. Hatta hiç unutmuyorum, kıymetli bir fikir insanı da, özel bir görüşmemizde, o toprakların temiz ve saf vicdanlarla dolu olduğunu, bu yüzden gelecekte de çok fazla hidayete sahne olacağını söylemişti, bir muştu gibi not etmiştim belleğime.

​Medyaya yansıyan o meşum görüntüleri izleyince, ilk olarak “demek İslam Norveç’te gönülden gönüle büyüyor, demek İslam alttan alta Norveç’te güneş gibi parlıyor” diye geçirdim içimden ve Norveç’in çoğunluğunu temsil etmeyen bu sefil grubun hâline bıyık altından gülümsedim. Çünkü “Norveç’in İslamlaşmasını Durdurun” diyerek meydanlara çıkmak, adeta mühim bir hakikati tasdik ediyordu. Kur’ân’ı yakarak veya çöpe atarak İslam’ı durdurabileceklerini düşünmeleri ise, akıl tutulması yaşayan o ahmaklara, Allah’ın verdiği küçük düşürücü bir ceza gibiydi adeta, bir bakıma acizliklerinin ve ucubeliklerinin en açık ilanıydı dünyaya.

​Gösteri sırasında Kur’ân’ı Kerim’in yakıldığını görünce, her Müslüman gibi üzüldüm, kızdım. Lakin çok geçmeden, aslan yürekli bir genç atıldı alana, ahlaksızın haddini bildirdi. Kızgınlık ve öfkemin yerini sevinç ve tebrik aldı, “helal sana yiğit adam, seninleyiz, arkandayız” diye seslendim Türkiye’den Norveç’e. Öyle ya, kutsal bildiğimiz değerler ve mukaddesat uğruna, yapılmayacak fedakarlık, gösterilmeyecek kahramanlık yoktur inananların gözünde. Bir kötülük gördüğünde bile, onu önce eliyle, gücü yetmezse diliyle, ona da imkan bulamazsa kalbiyle buğzederek tavır alması tavsiye edilen insanların, kendi kutsal kitaplarının yakılmasına seyirci kalacaklarını düşünmek, doğrusu safdillik olurdu. Bizler Müslümanlarız, izzetli yaşamak, gerektiği yerde cesaret göstermek, adeta ilahi bir ödevdir bizlere. İman edenlerin din düşmanlarına, mukaddesat tahripçilerine karşı izzetli, vakarlı, cesur ve sert olduğunu beyan eden Kur’ân ayetleri, bir bakıma misyonumuzu da ilan ediyor dünyaya: İslam ümmeti olarak kıyamete kadar hesapsız ve pazarlıksız şekilde Allah ve Rasulü’nün tarafında olacağız, son nefesimize kadar “insan ve İslam” arasındaki engelleri ortadan kaldırmaya çalışacağız, gücümüz yetsin ya da yetmesin, yeri geldiğinde malımızı yeri geldiğinde de bu dava uğruna bedenimizi/canımızı ortaya koyacağız. ​

Evet, Müslüman rahmet insandır, inanan insanın gönlü sevgi, saygı, huzur, kardeşlik, anlayış, ahlak, nezaket, hikmet, ilim, vefa, dostluk ve barış yurdudur. Lakin bununla birlikte soylu bir öfkesi de vardır, fakat bu öfke sadece zalimlere yöneliktir, kötüler, caniler ve İslam’a savaş açan şeytanlar/şeytanlaşmış insanlar içindir. Müslümanın kızgınlığı da vardır, lakin bu kızgınlık sadece haksızlıklara, adaletsizliklere, ahlaksızlıklara, şeytan ve nefsin yersiz isteklerine, ayartmalarına karşıdır. İnanan insan bu manada dünyanın sigortası gibidir adeta, yüzü sonsuz güneşe dönük, tüm karanlıkların, kötülüklerin, zulümlerin üzerine gider de gider. O yalnız Allah’ın sevdiğini, sev dediğini sevmenin peşindedir, yalnız Allah’ın kerih gördüğünden, sevme ve meyletme diye buyurduğundan uzaklaşma derdindedir. İslam kalpteki sevgi ve nefretin, beğeni ve buğzun, nasıl bir kıvamda olması gerektiği hususunda altın oranı bahşeder insana. Allah için nasıl sevilir, Allah için niçin sevilmez, tam manasıyla öğrendiğimizde, yüreğimiz ebedî tarafgirliğin lezzetiyle coşar, kalbin binbir türlü halleri kemâlini bulur.

​Bu duygu ve düşüncelerle, buğuz meselesini ele almayı diledik dosyamızda. Kimlere buğzedelim, nelere daima mesafeli olalım, kalbimizi hangi sevgilerden koruyup hangi asil öfkelerle süsleyelim, iyice araştırdık, detaylıca ve etraflıca işlemeye gayret ettik. Yılın son ayında, güzel bir kalp bakımına vesile olmasını dileriz.

* * *

​ Kıymetli Mehmet Lütfi Arslan Ağabeyimizin kaleminden “Sen Sordun” isimli hediye kitabımız hazır, inşallah ay içinde dergimize abone olanlara hediye olarak ulaşacak. Genç dostlarımızın kalbinde ve zihninde çok soru var. Onların bizzat sormuş oldukları birbirinden ilginç, önemli ve güncel 111 soruya, doyurucu cevaplar verildi. Okuması zevkli, metinler ufuk açıcı, genel manada heyecan tazeleyici. Kanaatimiz o ki çok sevilecek, başucu kitaplarınız arasında yerini alacak. Kitaba ulaşmak için dergi aboneliğinizi yenilemenizi ve sevdiğiniz arkadaşlarınıza da tavsiye etmenizi rica ederiz.

* * * 

Bir seneyi daha bitirmek üzereyiz, “herkes yarına/ahirete ne hazırladığına baksın” buyruluyor ezelî kelamda, geçmiş günlerinin muhasebesini yapıp hatalarına “tövbe” edebilenlere, iyiliklerine ise şükredebilenlere ne mutlu...

​Ocak ayında görüşmek üzere, muhabbetle...


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.