Evvela, İslâm’ı kendi şahsımızda ve bünyemizde tutarlı, samimi ve derinlikli bir şekilde yaşayacağız. Yavrularımız bize baktıklarında, yaşanabilecek ve insanı mutlu edecek bir din görecekler, utanılacak ve iç karartacak bir din değil. Namazlarımız başta olmak üzere, yavrularımızla birlikte eda edeceğimiz ibadetler, onlara şu mesajı verecek: “İslâm, huzur verir”.

İtiraf edeyim, kızlarım Meryem ve Sâre dünyaya gelmeden önce, kadınların dünyası konusunda çok keskin ve sivri dilliydim. Genellemeler, dışarıdan bakılarak yapılmış yorumlar hatta bazı suçlamalar, düşüncesizce dilimden dökülürdü. Allah bana iki kız evlat lutfedince, hem o dünyaya çok yakından ve dolaysız bakma imkânı doğdu hem de ağzımdan çıkan bazı sözlerin imtihanıma dönüşebileceğini dehşet içinde fark ettim. Dilimi kıstım, bakışlarımı topladım, kendi başımın derdine düştüm, imtihanlarıma odaklandım.

Ancak bu sefer de bir ikilemle karşı karşıya kaldım: Kendi imtihanıma odaklanmışken, dışarıda yaşanan ve hızlanan bozulmayla nasıl mücadele edecektim? Susmak, konuyu değiştirmek, hiçbir şey olmuyor gibi yapmak, yanlışları hiç görmemek mümkün müydü? Dahası, doğru muydu?

Elbette değildi. Bu ikileme karşı da, sözlü ve fiilî duayı hiç ihmal etmemek, kimseyi hor ve küçük görmemek, günahkârı değil günahı kınamak, ölçüleri hatırlamak ve şefkatle hatırlatmak, yavrularımızın imtihanlarının başarılı geçmesi için onları bazı yanlışlara karşı uyarmak ve bunu yaparken de yine tevazuyu elden bırakmamaya çalışmak gibi çarelere tutundum, tutunuyorum.

* * *

Dünya çok hızlı değişiyor. Bu değişim sadece bilim ve teknolojinin ilerlemesi noktasında değil, günahların ve yanlışların yayılması babında da karşımıza çıkıyor. Büyüklerimizin hiç şahit olmadığı, bizlerin de aklımıza-hayalimize getirmediğimiz nice imtihan, yavrularımızın kapısına dikilmiş bulunuyor. Bunları, yine kimseyi suçlamadan ve kınamadan, konuşabilmek, çarelerini ve çözümlerini istişare edebilmek gerekiyor. Ki bu da, Müslümanlar arasında yardımlaşmaya dâhil.

Kız çocuklarımızın terbiyesi ve güzelce yetiştirilmesi sadedinde, onların mütesettire bir şekilde genç kızlığa erişmeleri, ergenlikten itibaren sorumluluklarını gönülden yerine getirmeleri ve içiyle-dışıyla kâmil birer mü’mine olmaları, hepimizin arzusu ve duası. Ancak günümüzde, bu alanda ciddi bir sınamayla karşı karşıyayız. Sadece örtünmenin ve tesettüre girmenin zorluklarının değil, örtündükten sonra örtüsünü çıkaranların ve başını açanların da çoğaldığı bir zamandayız. Neredeyse gün geçmiyor ki, “Aaa, filanca da açılmış” şeklinde üzücü bir haber almayalım.

Yine tekrar, kimseyi kınamadan, suçlamadan ve küçük görmeden, “Bir Müslüman hanım, yıllarca örtündükten sonra niçin başını açar ve başörtüsünü çıkarır?” sorusunun cevabını araştırmak, problemi çözebilme ve yavrularımızı muhafaza edebilme adına oldukça önemli.

Bu üzücü meseleye dair, altı ana sebepten söz edebiliriz. Şimdi sırasıyla bunları gözden geçirelim, tefekkür ve tezekkürümüzü de okumamıza eşlik ettirerek…

Birinci sıradaki sebep, örtünme çağında aileden ve çevreden görülen baskılar. Anne-babasından, yakınlarından veya sosyal çevresinden gelen sürekli bir tazyikle, sevmeden ve istemeden örtünen hanım kızlar, ömürlerinin sonraki dönemlerini bu travmaların iziyle geçiriyor. Fırsatını bulduğunda açılıvermek de, bir tür “özgürlük” gibi görünüyor.

İkinci sebep, İslâm’ın emir ve yasaklarına dair zihinde soru işaretlerinin ve boşlukların oluşması. Gönüllü bile örtünülmüş olsa, zaman içinde yaşanan fikrî dönüşümler, savrulmalar ve yalpalamalar, uzun yılları başörtülü olarak geçiren nice Müslüman hanımın, aniden açılmasına yol açabiliyor. Bu sınıftaki insanların açılmasına namaz başta olmak üzere ibadetlerin terki de eşlik ediyor.

Üçüncü sebep, başörtüsünün İslâm’ın diğer emirleri kadar bağlayıcı ve vazgeçilmez görülmemesi. Yine zaman içinde ve çeşitli okumalar/tartışmalar sonucu gelişen bu durumda, uzun yıllarını başörtülü olarak geçiren nice Müslüman hanım, örtüsünü çıkarabiliyor. Namaz ve diğer ibadetler devam ederken, dış görünüş bakımından “sıradan” olma dürtüsü, bu sınıfın bariz özelliği.

Dördüncü sebep, girilen ortamlar nedeniyle, başörtüsünün bir tür “yük”e dönüşmesi. Özellikle bazı resmî mekânlar, sosyetik ortamlar, iş vb. nedenleriyle muhatap olunan insanlar, bazı başörtülü hanımların açılma sürecine girmesine neden olabiliyor. Örneğin, moda sektöründe çalışmaya başlayıp, “herkesten farklı ve acayip” olduğu düşüncesine kapılan Müslüman bir hanım, çevresine ayak uydurmak ve bakışları üstüne çekmemek adına örtüsünden vazgeçebiliyor. Bu türden Müslüman hanımlar arasında, içinden geldiği İslâmî camiayı ve Müslüman kökenlerini zamanla beğenmeyerek veya küçümseyerek, bilinçli bir tercih olarak ‘karşı cephe’ye geçiş yapma eğilimi de yaygın.

Beşinci sebep, Müslüman toplumların bilhassa da Müslüman erkeklerin hoyratlıkları ve tutarsızlıklarına tepki. Bu sınıftaki Müslüman hanımlar, kendileri başlarındaki örtüler yüzünden “İslâm’ın temsilcisi” gibi algılanırken, Müslüman erkeklerin çok çeşitli ahlâkî savrulmalar yaşadıkları halde hiç kınanıp ayıplanmadıklarını görüyorlar ve buna tepki olarak açılıyorlar. “Neden İslâm’ı biz temsil edelim? Müslüman erkeklerin Müslüman olduğunu gösteren hiçbir dış emare yokken, niçin bütün yük bizim omzumuzda?!” öfkesi, bu sınıfa giren Müslüman hanımların hepsinde ortak. Bu Müslüman hanımlar, feminizmden İslâm karşıtlığına, geniş bir risk grubunu da teşkil ediyor aynı zamanda. Bunlar arasında, “Müslüman erkeklere tepki için” açılıp, tamamen gayri İslâmî hayat tarzlarına ve uç siyasî tercihlere savrulanlar da oldukça fazla.

Ve nihayet altıncı sebep, tamamen nefsânî duygular. Görünme ve gösterme isteğini sergilemek isteyen bazı hanımlar da, başörtüsünü çıkarmayı tercih edebiliyor. Ancak diğer beş sınıfa nazaran, bu sebeple açılmayı tercih eden Müslüman hanım sayısı daha az.

* * *

Tüm bu sebepleri dikkatle gözden geçirdiğimizde ve etrafımızda olan-biteni seyrettiğimizde, Müslüman babalar olarak, kızlarımıza karşı bazı vazifelerimizin olduğu ve onların da ileride bir gün açılmamaları için bazı tedbirler almamız gerektiği ortaya çıkıyor:

Evvela, İslâm’ı kendi şahsımızda ve bünyemizde tutarlı, samimi ve derinlikli bir şekilde yaşayacağız. Yavrularımız bize baktıklarında, yaşanabilecek ve insanı mutlu edecek bir din görecekler, utanılacak ve iç karartacak bir din değil. Namazlarımız başta olmak üzere, yavrularımızla birlikte eda edeceğimiz ibadetler, onlara şu mesajı verecek: “İslâm, huzur verir”.

Sonra, özellikle kızlarımızı örtüye alıştırırken, onların önüne güzel ve özenilecek örneklikler koyacağız. Örtünün onları daha da değerli ve dokunulmaz kıldığını, Allah’ın mü’mine kullarını muhafaza altına almak için örtüyü emrettiğini hoş bir üslupla anlatacağız. Hatta dilimiz de konuşmayacak çoğu kez, hal lisanıyla bunu anlayacak yavrularımız.

Ardından, onların gittikleri okulları, okudukları kitapları, izledikleri film ve videoları, görüştükleri ve beraber oldukları arkadaşları, seçecekleri meslekleri, kısacası onları sarıp sarmalayan dış çevreyi, mümkün olduğunca İslâm’ın öngördüğü çerçevede oluşturacağız. Bunu yaparken de, baskıcı bir ebeveyn denetimiyle değil, geniş ufuklu bir perspektiften bakarak, bütün seçenekleri masanın üzerine koyup, en doğrusunu bulma hassasiyetiyle ve şefkatle hareket edeceğiz.

Son olarak da, çocuklarımızın, fıtratları ve yaşları gereği minik ihmaller ve hatalar da yapabileceklerini bileceğiz. Onlara gündüz örneklik ederken, geceleri hidayetleri ve selametleri için duaya duracağız. İslâm’ı ve emirlerini sevmeleri, şeytana karşı yalnız ve savunmasız kalmamaları, kişiliklerinin imanla olgunlaşması için Rabbimize niyazda bulunacağız.

* * *

Hepsinden sonra, Rabbimiz yine de bizleri yavrularımızla imtihan etmeyi murat buyurursa, âmennâ. O durumda da, elimizden geleni yapmış ve neticeyi O’nun takdirine bırakmış olacağız. ​


Taha Kılınç'ın Yazısı.