Kabul etmek gerekir ki boş işler, idrak ve şuur kapanmasının, feraset ve basiret kaybının tabii bir sonucudur. Başarısızlık ve neticesinde oluşan yaşama sevincinin kaybı, çoğu zaman hayatımızı dolduran boşlukların ve boş işlerin acı meyvesidir. Kişilik şerefi, vakarı ve felahı ve nihayet ömrün bereketi ise boş işlerden uzaklaşmanın parlak bir sonucudur.

Kişiye artı değer yüklemeyen her bir uğraş, diğer bir ifadeyle müspet anlamda dünya ya da âhirete yönelik hedef/niyet ve maksattan uzak her bir meşgale, Kur’an lisanında “boş şey” anlamında “lağv” kelimesiyle ifade edilir. Rabbimiz böylesi konularla nitelikli bir müminin ilgilenmemesi gerektiğine dikkat çeker:

“Kurtuluşa (felaha) eren mü’minler, anlamsız ve yararsız şeylerden (lağv) uzak duran kimselerdir.” (Mü’minûn Sûresi, 3)

“(Rahmân olan Allah’ın has kulları), boş ve mânasız davranışlarla (lağv) karşılaştıklarında onurluca/efendice çekip giderler.” (Furkân Sûresi, 72)

“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve «Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size; selametle kalın, bizim cahillerle işimiz yok» derler.” (Kasas Sûresi, 55)

Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyururlar:

“Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.” (Tirmizî, “Zühd”, 11.)

Zeyd İbn Eslem (radıyallâhu anh) anlatıyor:

“Ebû Dücâne hasta iken ziyaretine giden birisi Ebû Dücâne’nin yüzünün ışıl ışıl parladığını görünce kendisine:

“Yüzünün böyle parlamasına sebep nedir?” diye sorar. O da şu cevabı verir:

“İki amelime hüsn-i zannım var, herhâlde ondan olsa gerek:

1. Beni ilgilendirmeyen konularda konuşmam,

2. Müslümanlara karşı gönlümde kötülük beslemem.” (İbn-i Sa’d, III, 557)

Kişilik kalitesi sadece yaptıklarımızla değil, aynı zamanda yapmadığımız bazı şeyler neticesinde korunur ve gelişir. Terkedilmesi gerekenler, çoğu zaman yapılması gerekenlerden önceliklidir. Meselâ harama düşmemek, bir farzı yerine getirmekten daha önemli görülmüştür. Bu genel kural klasik metinlerimizde şöyle formüle edilmiştir: “Def-i mefâsid celb-i menâfiden evlâdır”. Yani fesada (bozulmaya) sebep olacak şeylere engel olmak, menfaatimize vesile olacak hususların elde edilmesinden daha önceliklidir.”

Terkedilmesi gereken boş ve bâtıl işlerin başında haramlar ve günahlar gelir. Maksatsız, hedefsiz ve niyetsiz oluşan her bir fiil de kaçınılması istenen “boş işler” olarak adlandırılmıştır. Hatta Kur’an lisanında Türkçemize “yapıp etmek” diye tercüme ettiğimiz “fiil” ve “amel” kelimeleri arasında şöyle bir fark gözetilir: “Fiil”, içinde niyet olsun olmasın ortaya konan davranışların genel adıdır. “Amel” ise içinde niyet/maksat bulunan fiile denir. Her “amel” fiildir; fakat her “fiil”, “amel” değildir. Bu itibarla hayvanların yapıp ettiği davranışlara “fiil” denilirse de “amel” denilmemiştir. Her amelin de bir değeri/kıymeti vardır. Bu değerin derecesini oluşturan ölçü ise, yapılma gayesi ve kişi ya da topluma sağladığı yarar yani maslahattır. Öyleyse sağladığı maslahat ve menfaat itibariyle sıfır ve sıfırın altında bir değer ifade eden her bir davranış, esasen yapılmaması ve kaçınılması gereken “lağv”/”boş iş”tir. Bu yönüyle bakılınca her boş iş, kişiliğimizi yiyip bitiren bir tür zararlı virüs sayılır. En azından faydalı bir amelin/davranışın yerini aldığı için, ömrümüz adına telafisi mümkün olmayan bir kayıp hücredir.

Yaşanılan her bir ânımız, esasen bir sonraki yaşanacak ânın ön yatırımıdır. Diğer bir ifadeyle şu ânımız, bir önceki ânın âhireti, bir sonrakinin ise dünyası gibidir. Öyleyse kendisine değer veren herkes, yarına ne hazırladığına bakmak durumundadır.

Ömür kalitemizi ve kişilik değerlerimizi hücre hücre zayi eden, “boş iş” (lağv) virüslerinin giriş kanalları, çoğu zaman maddi uzuvlarımızdır. Şöyle ki:

Dilimiz: “Ya hayır konuşmalı ya da susmalıdır”. Gıybet ve dedikodu gibi günah sözler, yaralayıcı ve incitici söylemler, hiçbir faydası olmayan boş gevezelikler, şahsiyet binamızdan nice tuğlaların düşmesine sebep olan virüslerdir.

Salihlerden birisi der ki: “İçinde bir sıkıntı ve huzursuzluk hissediyorsan, dikkat et mutlaka lüzumsuz bir söz söylemişsindir.”

Kulağımız: “Sözün en güzelini ve doğru olanını dinlemelidir.” İnsan kulaktan sulanır, denilmiştir. İçinde kurutucu zehir taşıyan su, ağacın hastalanmasına ve hatta ölümüne sebebiyet verebileceği gibi batıl ve bozuk fikirlerin sansürsüz bir şekilde kulaktan özümüze işlemesi de aynı şekilde özümüzü zedeleyecektir.

Ariflerden birisi şöyle der: “Dine kendince yeni şeyler sokmaya çalışan (bid’at ehli) birinden bir söz dinlemiştim; yirmi yıldır içimde açtığı sıkıntıyı giderebilmiş değilim”.

Herkesi dinlemek durumunda değiliz. Özellikle Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri konuşanların meclislerinde bulunmamak gerekiyor. “Ben kendime güveniyorum” diyerek böylesi ortamlarda pasif dinleyici olmak, batıla dönüşmenin ve hakikati kaybetmenin en kestirme yoludur. Neyi dinlediğimiz, ne olacağımızın habercisidir. Bu itibarla dinlenilen söz, sohbet, müzik vb. her konuda seçici olmak, hayatî bir meseledir. Kulağa sahip olmak, dile sahip olmaktan yerine göre daha zor olabilir. Görünüşte zararlı olmasa bile faydasız boş sözlerin dinlenilmesi, kişiliğimiz adına acı bir kayıptır. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, cennette faydasız sözlerin (lağv) işitilmeyeceğini haber verir. Öyleyse her bir boş söz, insanın huzur cennetini ifsad eden bir fonksiyon icra eder, denilebilir.

Gözümüz: Duygularımızı ve fikirlerimizi alabora edecek, içimizi bulandıracak, hayalimizi kirletecek lüzumsuz bakışlardan korunabilmelidir. Her bakış, bir fotoğraf karesidir. Öyle manzaralar vardır ki hatırladıkça insana huzur ve sürur yüklerken, öyleleri de vardır ki, duygularımızda onulmaz yaralar açar. Hayalini silmek de mümkün olmaz. Rabbimiz bir şeye bakmamızı uygun görmemiş ise bu hududa riayet etmenin, selametimizin bir gereği olduğu kabul edilmelidir. Sinema, televizyon ve sosyal medya kanallarından göz penceresiyle içimize akan fotoğraf şeritlerinin, manevî dünyamızda nelere sebep olabileceğini kestirmek zor değildir. Öyleyse lüzumsuz bakışlar, hiçbir zaman masum görülmemelidir.

Dilimiz, kulağımız ve gözümüzle ürettiğimiz boş işler olduğu gibi ellerimiz, ayaklarımız, gönlümüz ve aklımızla da meşgul olduğumuz nice boş işler vardır. Kabul etmek gerekir ki boş işler, idrak ve şuur kapanmasının, feraset ve basiret kaybının tabii bir sonucudur. Başarısızlık ve neticesinde oluşan yaşama sevincinin kaybı, çoğu zaman hayatımızı dolduran boşlukların ve boş işlerin acı meyvesidir. Kişilik şerefi, vakarı ve felahı ve nihayet ömrün bereketi ise boş işlerden uzaklaşmanın parlak bir sonucudur.


Adem Ergül 'ın Yazısı.