Arı-duru, saf, tertemiz niyetlerle, sadece ve sadece Allah rızası için, ümmetin, vatanın, milletin, devletin bekasına, muhtaç ve mazlumlar için kurban kesmek lazım, dünyanın dört bir tarafında...

Akraba, eş-dost, konu-komşu hatta binlerce kilometre uzaktakilerle nasıl kardeş olunur? Aynı dine inanmak, aynı imana sahip olmayı bilmek bunun için yeterli mi? Kıldığın namazı onun da kıldığını, tuttuğun orucu onun da tuttuğunu, selam verip aldığını, helali helal, haramı haram gördüğünü düşünmek yeterli mi?

Evet, bütün bunların müşterekliği, kişilerin, birbirlerinin kardeşleri olduğunu beyan eder. Ancak kardeş olmaktan asıl kasıt, var’ını yokluk çekenle paylaşmaktır ki, bunun da İslam’ın beş şartının içinde bulunan “zekat” kavramı ile önemi, bizatihi alemlerin Rabbi tarafından kullarına “emir” olarak verilmesiyle, apaçık ortadadır.

Bayram döneminde, vacip olan kurban kesme ibadeti de “kardeşlerle kardeş olma” fırsatı için ele geçmez bir değerdir.

İmkanı olan her Müslüman, yalnızca Allah’ın rızası için kurban keser, yakın çevresi ve muhtaçlarla, kesti(rdi)ği hayvanın etini paylaşır.

Ekonomik gücü, kendi yaşadığı yerde kurban kesmeye elverişli olmayanlar, hisse bedelinin daha düşük olduğu coğrafyalarda kurban kesimi yaptırmakla ibadet neşvesi yaşayabilirler.

Şu önemli bir husus; buyurulmaktadır ki, “İmkanı olanlar önce kendi evi ve ailesi için, kendi ortamlarında kurban kesimi yapmalı, eşi ve çocuklarıyla bu ibadetin bilinç ve şuuruna ermelidirler.”

Aslında ne güzel ve büyük bir heyecandır bu; arefe gününden pazara çıkmak, bir gün sonra, bayramda, Allah rızası için kanı akıtılıp kesilecek hayvanların, maddi güç nispetinde sağlıklı ve en güzelini seçmek, pazarlık yapmak, satıcıyı da incitmeden makul bir fiyatta anlaşmak; hayvancağızı eziyet vermeden eve ya da kesileceği yere taşımak, nakletmek; suyunu, yiyeceğini önüne servis edip hakkını gözetmek, kesimin yapılacağı yeri hazırlamak, hayvana, onu kesecek bıçağı göstermemek, gözlerini incitmeden bağlamak, kıbleye uygun pozisyonda yatırıp, besmele ve topyekûn tekbirlerle onu Hakk rızası adına kurban etmek…

Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, bir sohbetlerinde, “Merhum pederim Mûsa Efendi, kurbanın kesim işlemini, yapılacaklar nihayete erene kadar ayakta durup, ibadet vecdiyle takip ederdi.” buyurmuşlardı.

Hakikaten çok hassas bir mesele, kurban... Yedi hisseye kadar ortak girilen büyükbaş kesimlerinde dahi, ortaklardan her birinin kalbinden geçen niyete dikkat edilip, gerekirse, bıçak hayvanın boğazına çalınmadan ahit tazelemesi yapılacak kadar hassas bir mesele...

Böylesine önemli ve değerli bir ibadetin, tamama ermesi için gerçekleştirilecek olan, kesilen hayvanın etlerini paylaşma fiili de, işin en zevkli kısımlarından.

Hele hele, bizim Afrika gibi açlık ve yokluğu olabildiğince yaşayan bölgelerde, cömert Müslümanların bağışlarıyla kesilen kurbanların dağıtılan etleri, uçsuz bucaksız mutluluklara nasıl da sebep oluyor...

Sadece Müslümanlara değil, gayr-i Müslim muhtaçlara da et paketlerinin ulaşmasıyla bir bakıyorsunuz, hidayet müjdeleri gelmeye başlıyor.

O yüzden zaman zaman dua ede ede şöyle düşünüyorum: “Bir paket et, belki hidayet!”

Kimi zaman da gözlerimi kapatıp, zihnimde şunu canlandırmaya çalışıyorum: “Şu uçsuz bucaksız çölün bir kenarında, elektriksiz, susuz, hiçbir şeysiz köyde, cayır cayır sıcağın altında, dağıtılacak 100 paket et için birikmiş 250-300 kişinin içerisinde, öyle bir ümitle saatlerdir sırada bekleyen bir garip de ben olabilirdim.”

İnsanı bu tür durumlarda en müteessir kılan şey, oradan eli boş dönen insanların mahzunluğunu görmek. Bu kimi zaman öyle yıkıcı oluyor ki, hamiyetperver bağışçılar sayesinde ortaya koyduğunuz böyle bir hizmetin sevinci kursağınızda kalakalıyor.

Şükredilecek sayısız nimetin içerisinde yüzüyorken, karşımıza çıkan böylesine fırsatları çok iyi değerlendirmemiz lazım.

Arı-duru, saf, tertemiz niyetlerle, sadece ve sadece Allah rızası için, ümmetin, vatanın, milletin, devletin bekasına, muhtaç ve mazlumlar için kurban kesmek lazım, dünyanın dört bir tarafında...


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.