Kuşak çatışmalarının, üretilen tanımlamaların çok daha öncesinde, aslında bu çatışma ve kavramların realitesi, bilimsel doğrulukları gibi bir tarafı da var. Yani; X, Y, Z veya İ nesli, M nesli gibi tanımlamaların gerçekten kast edilen kitleleri yansıtıp yansıtmadığı konusu, ciddi bir mesele. Bu ay GENÇ’te, kuşaklar arası ilişkileri incelerken bu hususu da aydınlatmak istedik. “Apaçi Gençlik” kitabıyla bir dönem adından sıkça söz ettiren Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman Hocamızın da kuşak kavramları üzerine söyleyeceği çok şey var... Belki satırlarımız sınırlı ama istifadesinin çok olacağına eminiz...

Sizin de üzerinde durduğunuz “Din yorgunu gençler” şeklinde bir kavram vardı. Bu kavramı kuşak çatışmaları bağlamında sizden tekrar dinlemek isteriz. Bu yorgunluk devam ediyor mu?

Önce din yorgunu gençler ve din yorgunluğu meselesi kavramını bir düzeltelim, onu ilk kez Necdet Subaşı Hoca kullandı. Biz, bir konuşma esnasında gençlerin din yorgunluğundan bahsetmiştik. Gençlerin kurdukları ilişkilerde, kendi hayatlarında ve din ile alakalı pek çok konuda zihinsel ve eylemsel bir yorgunluk yaşadığına değinmiştik. Bunun kuşak çatışması meselesiyle doğrudan bir irtibatı var. Şöyle ki; tarihe dönüp baktığımızda yetişkinlerle gençler arasında bazı konularda fikir ayrılıklarının ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Özellikle son on yıla bakarak söyleyecek olursak; yetişkinlerin, gençlerin dünyasına dair sözlerinin giderek azaldığını ve gençlerin bu dünya üzerine daha fazla cümle kurduğunu görüyor; hatta dünyayı, gençlerin üzerinden tanımak sürecine evirildiğine hep beraber tanık oluyoruz. Mesele, akıllı telefon veya bilgisayar kullanımının bir genç tarafından ebeveynine kullanmayı öğretme meselesi değil. Gençler çok daha farklı konularda, çok daha derin bilgi sahibi olabiliyorlar. Hatta bazı konularda uzmanlaşabiliyorlar. Çok erken yaşlarda, bazı konularda profesyonelliğe yakın işler yapabiliyorlar. Ve bunlar, bu dünyanın değişim hikâyesiyle beraber seyrediyor.

Aileler Dini Temsillerden Endişeliler

Türkiye şartlarına baktığımızda dini temsil ettiği söylenen kurumların, cemaatlerin, vakıfların ya da bazı sözde âlimlerin-hocaların yani dini temsillerin aşınıp yıprandığı ve “Ne bileyim ki ben, belki onlarda kötü? Onun bundan ne farkı var ki?” gibi cümlelerin kurulduğu bir zamanda ve zeminde dini yaşamak, dini hayata dâhil etmek konusunda ailelerin çekinceleri arttı. Aileler çocuğunun bir vakıfla, bir dernekle hatta belki bir camiiyle, bir hocayla irtibatta olması onun tedrisinden geçmesi konusunda endişeliler.

Peki sizce gençlerdeki bu karmaşa nasıl oluyor? Dini kurumlar, dini semboller nasıl bu kadar hızlı aşınabiliyor?

Gençler, tırnak içinde “Büyük bir sahtekârlık” varmış gibi bir durumla karşı karşıyalar. Beraberinde bir de şu var; yıkıcı bir şekilde, özellikle gençlerin çok fazla takip ettiği sosyal mecralarda başta YouTube olmak üzere, sürekli olarak İslam adına, İslam’ın temel rükünleri adına, Allah (cc) adına, peygamberimiz (sav) adına; şüphe uyandıran, kafa karıştıran, endişeleri pekiştiren çalışmalar yapılıyor. Bunlar esaslı çalışmalar. Bunun dışında bir şey daha var, “Ya tamam din olsun, Müslüman olalım ama hayat da akıyor yani, takılalım. Din dediğimiz şey, Hristiyanların boynunda haç taşıması gibi bir şey. Keşke bir haçımız filan olsa, hilal olsa, taksak boynumuza, ‘Elhamdülillah Müslümanız’ desek devam etsek hayatımıza... Namaz bizim hayatımıza uğramasa, bayramlar uğramasa, Kur’an uğramasa, ilmihal uğramasa mesela” gibi düşünceler de var. Bir kuşak çatışması veya bir kuşak çekişmesinden öte belki Türkiye’de Türkiye’nin son on yılına damgasını vurmuş olan dini sembollerin ve kurumların aşınmasından olayı gelen bir şok dalgası yaşıyoruz.

15 Temmuz Sonrası 28 Şubat’tan Daha Zor!

28 Şubat ve 15 Temmuz; iki farklı darbenin, farklı kuşaklara yansıması... Sizce 28 Şubat mı daha zordu yoksa 15 Temmuz mu daha zor?

Ben 15 Temmuz sonrası daha zor derim. Çünkü insanlara Allah dediğinizde, din dediğinizde, peygamber dediğinizde senin bu cümleni “Hayırdır beni bir örgüt mensubu mu yapmaya çalışıyorsun? Beni kullanacak mısın? Niye sana bulaşayım, adım seninle niye çıksın ki, senin niyetin ve amacın ne?” noktasında çok kuvvetli bir şüphe ve endişe halini hep beraber yaşıyoruz. Maalesef Türkiye’de özellikle dini temsil eden kurumların, cemaatlerin, vakıfların, dergilerin, âlimlerin, hocaların, her ne ise bu temsili yapan tüm kişilerin bundan sonrası için çok dikkatli bir dil kullanması gerekir. Bu tarz düşüncelerle; para ilişkilerinde, siyasi ilişkilerde, menfaat düşünmeden, Peygamber Efendimizin (sav) kurmaya çalıştığı samimi ve adil düzeyde ilişki kuran bir yaklaşımın içinde bulunmamız gerek. Ebeveynler ise çok daha gerginler toplumsal hayatın bu akışı karşısında ve bu onları daha hırçın tedbirler almaya zorluyor. Çünkü çocuğun internete girip nereye gittiğinden haberi yok ve bu yüzden endişeli. Yani çocuk, o odanın içinde, oyun oynarken, bir şey izlerken, cinsel kimliğini mi değiştiriyor, imanını mı değiştiriyor, yaşayışını mı değiştiriyor, kıyafetlerini mi değiştiriyor, zihniyetini mi değiştiriyor, hayata bakışını mı, farkında olmadan anne babasını mı değiştiriyor? Bir çatışmanın ötesinde, Türkiye’deki bütün yaş gruplarını, kadın erkek ayırmadan herkesin de içinde olduğu bir fırtınanın içindeyiz. Belki de bu fırtınanın üzerinde durmak gerekiyor.

Mevcut kuşak tasniflerinin reel bir karşılığı var mı? Yani bu kavramlar tüm dünya gençliğini temsil edebilir mi?

Aslında bu, gençlik sosyolojisi bağlamında tartışılmış bir konudur. 15 yaşındaki bir çocuk şehir hayatındayken henüz lisede okuyan bir çocukken, 15 yaşında kırsalda oturan bir çocuk, okul okumamış olabilir ve ekmeğini kazanan bir çocuktur veya birkaç sene sonra evlenecek birisi olabilir. Aynı şekilde biz genç arkadaşlarla konuşurken yaşı 24-25 yaşına gelmiş arkadaşlara evlilik dediğimizde “Aman hocam ne evliliği, daha dur, biz genciz” diyorlar. Bu otuz kırk yıl önce böyle değildi.

Kuşak Aynılaşması Yaşıyoruz

Dediğiniz gibi hâlâ, Türkiye içinde bile, ben bu görecenin çok fazla kırıldığını düşünüyorum. Artık bir kuşak farklılaşması değil kuşak aynılaşması yaşıyoruz. Köydeki bir genç ile şehirdeki bir genç arasında çok ciddi kırılımlar yok. Dünya coğrafyasında Afrika’daki bir genç ile Fransa’daki bir genç arasında hâlâ belirli farklılıklar olabilir.

Türkiye üzerinden bakarsak eğer ben kuşak tanımlamalarının biraz zoraki olduğunu düşünüyorum. İnsan şartlar değiştiğinde hızla değişebilen bir varlık. Üniversite ortamı, hayatın çalışma şartları, iş hayatı filan dediğimiz şeyler bir afete, bir savaşa bakar. Allah korusun bir felaket olur, her şey değişir tarumar olur. O üniversite okuyan çocuk bir anda işçiye, askere dönüşür. Burada o kodlamaların ve tanımlamaların oldukça modern olduğunu düşünüyorum.

Yaşayan kuşağı anlamak için ne yapmamız gerekiyor ve bunu nasıl tamamlamamız gerekir?

Genç kuşağın ana eğilimlerinin belirlenerek bu okumaların yapılmasının daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Tanımlamalar Herkesi Kapsamaz

Vaktini daha fazla online olarak harcayan ve hayatını online yaşamaya alışmış, zahmetsiz ve emek harcamadan hızla yükselerek ve kolay iş yaparak para kazanmayı uman, böyle bir hayali olan ve mümkünse erken emekli olmayı düşünen, geri kalan hayatında da cennetteymiş gibi bir yaşam sürmeyi tanımlayan ve tahayyül eden, bütün bunların arasında kimseye hesap vermek zorunda olmadığını, istediği zaman bırakıp gidebileceği bir hayatı olabileceğini ve her şeyden vazgeçebilecek kıvamda, ondan beklentilerin çok yüksek olmaması gerektiğini düşünen bir gençlik ana profili görüyoruz. Buna X mi dersiniz, Y mi dersiniz, Z mi dersiniz, kombinasyon mu yaparsınız; o sizin bileceğiniz iş. Biz bu kuşağın şu anki net görüntülerini yani eğilimlerini ortaya koyabiliriz, bunun üzerine bir okuma yapabiliriz. Ancak bu okumalar yine Türkiye’nin tamamını kapsayıp içine almaz. Yine yapısal olarak doğuyla batının, kuzeyle güneyin, Orta Anadolu’yla büyük şehirlerin farkını ufak nüanslarla da olsa bazen orta ölçekte nüanslar da görebiliriz. Bunları fark etmek ve buna göre gençlik çalışması yapmak zorundayız.


Burakhan Doğan'ın Yazısı.